SETA > Haber |
Erdoğan sız Türkiye için Zorlayacaklar

‘Erdoğan’sız Türkiye için Zorlayacaklar’

“Erdoğan gibi dönüşüm ve ilerlemeyi temsil eden bir lider statükocu güçleri huzursuz ediyor.”

YALÇIN: Erdoğan gibi dönüşüm ve ilerlemeyi temsil eden bir lider statükocu güçleri huzursuz ediyor. Erdoğan’ı her devirme girişiminden sonra devrilmeden geri gelip, gözlerine bakarak bu lafları etmesi statükocuları çılgına çeviriyor.

BM’nin 71. genel kurulu toplantısı New York’ta yapıldı, liderler konuşmalar yaptı. Zirvenin odak noktasında Türkiye vardı ve Türkiye CB Erdoğan da manifesto niteliğinde tarihi bir konuşma yaptı. Sizden bu toplantıyı ve bu konuşmayı değerlendirmenizi isteyeceğim, bölgedeki ve dünyadaki gelişmeler açısından?

İçeriği çok yoğun bir konuşmaydı. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye konusundaki çıkışları son derece haklı ve güçlüydü. Batılı liderlere ikiyüzlü yaklaşımlarını tekrar tekrar hatırlattı. Çok iyi hazırlanmış bir konuşmaydı. Fakat etkisi ne olur derseniz, üzgünüm derim. Bu manifestonun içeriğini ve haklılığını zaten biliyorlar. Ama işlerine gelmiyor. Bu nedenle duymaktan rahatsız oluyorlar. Görmezden geliyorlar. Böyle de devam edecek. Hâlbuki Erdoğan bir BM reformu öneriyor. Adil bir sistem kurmaktan bahsediyor. Dinleyenler en çok da bundan rahatsız oluyor. Erdoğan gibi dönüşüm ve ilerlemeyi temsil eden bir lider statükocu güçleri huzursuz ediyor. Erdoğan’ı her devirme girişiminden sonra devrilmeden geri gelip, gözlerine bakarak bu lafları etmesi statükocuları çılgına çeviriyor. Diktatörlük, otoriterlik lafları ve diğer tüm hakaretler tam da buradan çıkıyor. Bu hakaretleri bir amaca yönelik üretmiyorlar. Kendi içlerini soğutuyorlar sadece. Maalesef bu böyle devam edecek. Herkes haktan hukuktan insanlıktan bahsederken herkes kendi menfaatlerinden başka hiçbir şeyi umursamayacak.

DARBENİN ARKASINDA ABD VAR
Türkiye içeride PKK, DAEŞ, DHKPC terör örgütlerinin saldırıları altında. 15 Temmuz’da FETÖ’den yönelen ciddi bir darbe girişimine maruz kaldı ve tüm bunlar yaşanırken uluslararası toplum, küresel aktörler, kuruluşlar Türkiye’nin pek yanında değildi, neden?

Sadece “yanında değildi” demek oldukça nazik bir ifade olur. Bunu artık kimse saklamıyor. Herkes biliyor. Uluslararası toplum Türkiye’nin karşısında darbe ve terörün arkasında pozisyon almayı tercih etti. Arkasında yer alıyor ifadesini bilerek kullanıyorum. Darbe ve teröre öncülük ettiklerini gösterecek somut delilim yok. Ama arkasında ve destekçisi olduklarını söyleyebiliriz. Darbenin lideri Amerika’da oturuyor. Amerika bu adamı iade etmemek için ilk günden beri top çeviriyor. Batılı ülkelerin birçoğu teröristleri destekliyor.

Kimse lafı eğip bükmesin. Darbenin arkasında Amerika var. Darbenin lideri Amerika’da oturacak. Sonra da Amerika’nın bu darbeden haberi olmayacak. Birbirimizi kandırmayalım. İnsanın aklıyla dalga geçmeyelim. Fakat komplo teorisine de sürüklenmeyelim. Bu darbeyi FETÖ yapmıştır. Amerika göz yummuş ve desteklemiştir. Bu işler genelde böyle olur. Ülke içerisinde bunu yapacak bir aktör bulunur ve cesaretlendirilir.

PKK ÇEKİÇ GÜÇ DÖNEMİNDE GÜÇLENDİ
Amerika'nın PKK'ya da benzer bir desteği var?

Teröre verilen destek de bu şekildedir. Terör örgütlerini desteklemek için onlara örgütlenme alanı, finans ve silah sağlanması yeterlidir. Yine yıllardır PKK terörünün Avrupa’dan bu üç desteği de aldığını biliyoruz. Her başkentte çadır, her şehirde dernek kurmalarına ve yayın yapmalarına müsaade ediliyor. PKK’nın çekiç güç döneminde zirveye ulaşması tesadüf müdür? Hayır değildir. Bugün Amerika PYD’ye her türlü silahı vermiyor mu? Uçak uçak silahlar indirmiyor mu? O silahlar PKK tarafından Türkiye’ye karşı kullanılmıyor mu? Bunu Amerikalılar bilmiyor mu? Tüm bunlara rağmen neden hala böyle bir beklenti içindeyiz ki. Biz bunu ilk kez yaşamıyoruz. Son da olmayacak. Erdoğan’dan kurtulmak isteyenler her şeyi deneyecek.

ABD İRRASYONEL BİR YERDE
Bundan üç ay önce yine sizinle yaptığımız röportajda bunu konuşmuştuk. Ben “Türkiye Rusya’ya yakınlaşmalıdır” dediğimde siz de bana “buna müsaade ederler mi” diye sormuştunuz. Ben de “müsaade etmeseler ne olur. Türkiye’ye her türlü fenalığı ettiler. Yıkamadılar. Yapacak kötülük kalmadı demiştim.” Yanılmışım. Darbe benim hiç aklıma gelmezdi. Bu kadar gözlerinin döndüğünü düşünemezdim. Bu kadar irrasyonel bir çizgiye savrulmuş olabileceklerini zannetmezdim. Fakat o da oldu. Batı’nın Türkiye’deki yetersiz ve üçüncü sınıf Türkiye uzmanları başkentlerini kandırmaya ve Türkiye nefreti ve küçümsemesiyle beslemeye devam ettikçe tüm bu saçmalıkları deneyebilirler. Ama bir yönüyle hala haklı çıkmışım. Yapacaklarını öngöremedik ama Türkiye’nin direneceğini öngörebilmişiz. Denediler yine yıkamadılar. Türkiye yıkılmadıkça güçleniyor.
TÜRKİYE'Yİ DİRENCİ KURTARACAK
Bugün Türkiye’yi ne kadar anlıyor ve destekliyorlar peki? Türkiye pek çok platformda, en son BM genel kurulunda 15 Temmuz darbesinin arkasında FETÖ olduğunu, tüm ülkeler için tehlikesini, PKK=PYD gerçeğini, Suriye’de güvenli bölge gerekliliğini, mültecileri, kırmızıçizgilerini anlatıyor. Başarılı olabiliyor mu tezlerinin taleplerinin kabulü bakımından? 

Bugün Türkiye’yi biliyorlar ama anlamıyor ve desteklemiyorlar. Bu bugün de böyledir. Dün de böyleydi. Yarın da böyle olacak. Yani Türkiye’de olup bitenin neden olduğunu pek tabi ki biliyorlar. Bilmemeleri mümkün değil. Bilmezden geliyorlar. Çünkü Türkiye’ye anlayış göstermek istemiyorlar. Anlamak bilmek değildir, bilmek de anlamak değil. Anlamak empati gerektirir. Türkiye’yi anlamaktan özellikle kaçınıyorlar, çünkü Türkiye’yi desteklemiyorlar. Yani aslında Türkiye’nin kontrol edilemez hal almış olması en temel sorunları. Bunu biliyorlar. Kontrol etmek için çok araç denendi. Basın yayında aşağılamaktan, Türk hükumetlerini ve liderliğini suçlayıcı resmi açıklamalara kadar. Ve hatta son geldiğimiz noktada terör ve darbe destekçiliğine kadar. Amerikan televizyonlarında emekli bürokratlar ve siyasetçiler darbenin bastırılmış olmasından “büyük bir şansın kaçırılması” olarak bahsetti. Amerikan ordusunun Ortadoğu komutanı darbecilerden dost güçler olarak bahsediyor. Amerika PYD’ye desteğini açıkça gösteriyor. Bunları biliyorlar. Ama anlamalarını beklemeyelim. Tabi ki uluslararası topluma derdimizi anlatmaya devam edebiliriz. Ama Türkiye’yi kurtaran dışarıda harcanacak çaba değil, içeride gösterilecek dirençtir. Her seferinde direnci kırılmayan toplum her türlü komploya direnebiliyormuş. Dış güçlerin de gücünün sınırları varmış. Onu görüyoruz.

SURİYE'DE YALNIZ KALAN ÜLKE AMERİKA
Sizinle üç ay önce yaptığımız röportajda Başbakan Yıldırım’ın daha az düşman, daha çok dost sözünden hareketle dış politikada sıkışan Türkiye’nin çıkış yollarını ve yeni dönemi konuşmuştuk. Nasıl gidiyor sizce?

Bence son derece kırılgan bir dönemi atlattık. İyi yönde gelişmeler gün geçtikçe artıyor. Başbakanın bu üslubu hem içeride hem dışarıda çok işe yaradı. İçeride muhalefet partilerini de darbe karşıtı bir zeminde birleştirebildi. Darbe sonrası süreç hala muhalefetle istişare ediliyor. Başbakanın çok önemli performanslarından birine de darbe gecesi şahitlik ettik. İlk andan itibaren son derece kararlı, kısa, net, rahat ve ikna edici bir tavır sergiledi. Bir gün bu darbenin tarihi yazıldığında tüm darbe karşıtlarının cesaret ve ferasetine başbakanın cesaret ve feraseti de eklenecektir. Başbakan aslında böylesi bir süreçten başarıyla geçerek toplum üzerinde büyük bir güven de inşa etmiş oldu. Başbakanın sahici tavırları halkın üzerinde son derece olumlu etkiler yaratıyor denebilir. Bu üslup bir karşılık buldu.

Dış politika meselesine gelirsek, dostları artırmak için atılan adımların oldukça kritik sonuçlar verdiğini söyleyebiliriz. Bunların hiç şüphesiz en önemli örneği Rusya ile varılan uzlaşma sonrası Fırat Kalkanı Operasyonu’nun başlatılabilmesidir. Dostları artırmanın ne tür bir sonuç ürettiğini hepimiz gördük. Uzun yıllar zorlandığımız Suriye’de bir anda resim tersine döndü ve yalnızlaşan taraf biz değil Amerika oldu. Başbakan ve Cumhurbaşkanı yine bunu da çok kastırmamaya özen gösteriyorlar. Amerika’yı da bütünüyle uzaklaştırmak bu sefer Türkiye’yi Rusya’nın kucağına itebilir. Bunun farkında olduklarından Amerika’nın tüm duyarsızlığına rağmen temkinli davranmayı ihmal etmiyorlar. Şimdi Türkiye’nin önü gerçekten açıldı. Suriye’deki pus dağıldı. Bundan sonra aşırı yayılma ve aşırı köpürtme gibi bir hata yapılmazsa kritik eşiğin aşıldığını düşünebiliriz. Türkiye’nin operasyonları kendi güvenliğini sağlayacak düzeyde (ne daha az ne daha fazla) kaldıkça sorun olmayacaktır. Ama şimdilik önü açıldı.

Aslında bu durum bize çok önemli bir ders teşkil ediyor. Uluslararası politikanın nasıl basit kuralları olduğunu hiç akıldan çıkarmamak gerek. Hikâye basit. Kafa karıştırmaya hiç gerek yok. Ne kadar az dostunuz varsa o derece kıymetsiz olursunuz. Düşman için hedef olursunuz. Dostunuz için çantada keklik. Dostunuz çok olursa kıymetiniz artar. Kimseyi yok yere tehdit etmeyeceksiniz. Bu anlamda meseleyi karmaşık hale getirmemek lazım. Oyunun kuralları basit. Uluslararası ilişkiler satranç falan değildir. Kim satrançtır diyorsa kendini ve uzmanlığını fazla önemsemektendir. Bir tartışma açmak istemiyorum ama bana sorarsanız uluslararası politika tavla kadar basittir. Attığınız zar neyse yapabileceğiniz o kadar. Bunu unutmak felaket olur. Tavlayı kolunuzun altına sıkıştırırlar.

SURİYE'NİN KUZEYİ TÜRKİYE'NİN VAROLUŞ MESELESİ
Amerika’nın Türkiye’ye rağmen YPG’ye açıktan arkalaması ve silahlandırmasının şimdiye kadar ki gerekçesi DAEŞ’le mücadele idi. Ama Fırat Kalkanı bunu boşa çıkaran bir askeri operasyon oldu. Cerablus’tan sonra şimdi El Bab’ın kurtarılması var. Musul ve Rakka için konuşulduğunu da biliyoruz. Ne olacak sizce?

Musul ve Rakka’ya operasyon ihtimalini ciddiye almıyorum. Ne Amerika böyle bir şey yapacak durumda ne de en azından şimdilik Rakka ve Musul Türkiye’nin umurunda. Musul belki ama sonra. Şimdi değil. Rakka belki de hiçbir zaman. Türkiye’yi ilgilendiren Suriye’nin kuzeyindeki koridordur. Hatay’dan Irak’a kadar olan koridor. Fırat’ın hem doğusu hem de batısı. Şimdilik batısı öncelikli. Orası güvence altına alındıktan sonra ilk hedef doğusu olmalıdır. Fırat’ın batısında olduğu gibi doğusunda da bir terör devletine izin verilemez. Bu nedenle benim sıralamam şöyle: El-Bab, Münbiç, Afrin, Ayn el-Arab, Telabyad ve Haseki. Türkiye güneyde Halep sınırına kadar derinleşebilir. Daha fazlası zarar verir. Doğu batı hattında ise Rusya ve İran ile anlaşarak bütün Kuzey Suriye’yi tutabilir. Fırat’ın doğusunda bir PYD oldu bittisine razı olamaz. Olmamalı. Her ne pahasına olursa olsun, güneyinde istikrarsızlık kaynağı olabilecek bir terör yapılanmasına müsaade edemez. Bu Türkiye’nin varoluş meselesidir. Türkiye’yi uzun vadede bölgesel bir aktör seviyesinden küçük bir devlete çevirecek sonuçları olur. Bu kritik dönemde bunu yapabilecek boşluğa da sahibiz. Amerika seçimlere gidiyor. Türkiye PYD ile baş başa kalabilir. Seçim sonrası Amerika’da iktidara her kim gelirse gelsin yeni bir planla gelecektir. O yeni plan PYD’yi bir taraf olarak görmemelidir. Bu bize pahalıya mal olabilir. Bunun için Suriye’de şehirleri teker teker kontrol etmek anlamı çıkmamalıdır. Hedef şehirler değil teröristler. PYD’nin örgütsel mekanizmasını çökertecek operasyonlar yapılmalıdır. Savaşta ilk hedef düşmanın silahlı gücünü çökertmektir.

PYD ŞANTAJ ARACI
Cumhurbaşkanı Erdoğan Amerika’nın Kobaniye yakın zamanda uçakla silah indirdiğini açıkladı, yarısı DAEŞ’e yarısı PYD’ye gitti dedi. ABD de PYD’yi doğrudan silahlandırma kararı aldı, özel silahlar verdi PYD’ye. ABD’nin PYD ısrarı neden? Ve ne zamana kadar böyle?

ABD bu konuda ısrarlı çünkü elinde tek PYD kaldı. Önceleri PYD Türkiye’ye yapılan bir şantajın aracıydı. Türkiye’ye “sen yoksan PYD’ye destek veririz” deniliyordu. Buna karşılık Türkiye’nin Amerikan çıkarları uğruna savaşması bekleniyordu. Türkiye uzun yıllardır buna direndi. PYD Amerika’nın Türkiye’ye karşı kullandığı kaldıraçlardan sadece biriydi. 15 Temmuz itibariyle bu kaldıraçların hepsi kırıldı. Fazla yük yükleyince taşımadı. Ortadan kırıldı. Çünkü Türkiye için artık gidecek yer kalmadı. Ölüm kalım savaşı haline dönüştü. Türkiye de tavrını aldı. Rusya ile anlaştı ve bence Amerika’ya rağmen Cerablus’a girdi. Şimdi Amerika Türkiye’yi aldatmayı deniyor. “Gel beraber Rakka’ya gidelim” diyor.  Neden? Niye şimdi? Hiçbir anlamı yok. Bunu Türkiye çok iyi biliyor. Amerikalıların elinde de Türkiye’yi kandırmaya çalışmaktan başka pek bir araç kalmadı. Şimdi Amerika’nın Suriye’de dayandığı tek kara gücü olduğundan dolayı PYD konusunda ısrarlı. Fakat bu da aşılamaz bir ısrar değildir. PYD kullanışsız hale gelebilir. Geldikçe de terk edilir.

TÜRKİYE ABD'YE MAHKUM DEĞİL
DAEŞ’le mücadelede ÖSO, uçuşa yasak bölge vs konularında ABD’nin fikrini siyasetini değiştiren en temel etmen ne oldu?

Türkiye’nin Cerablus’a girmiş olması. Daha önce Amerika Türkiye’nin kendisine mahkûm olduğunu düşünüyordu. Ancak Rusya ile yakınlaşan Türkiye kendisine operasyon için bir alan açtı. Yıllardır Amerikan çıkarları için Suriye’de savaşa sokulmayı reddeden Türkiye, şimdi kendi planları çerçevesinde Suriye’ye girdi. Amerika işte buna hazır değildi. Türkiye’nin ilerlemesini durdurmak için her şeyi deneyecektir. Rakka ve Musul’a beraber operasyon yapalım teklifi de böyledir. Uçuşa yasak bölge meselesi de böyle. Artık uçuşa yasak bölge ilan edilmesi Türkiye’nin işine gelmez. O eskidendi. Türkiye artık sahada.

ABD'NİN ESED'İ VURMASI ÖNEMLİ DEĞİL
Yanlışlıkla oldu açıklaması yapıldı ama bunun gerçekliğine pek inanan da çıkmadı, Amerika Esed güçlerini neden vurdu?

Bilemiyorum. Ama çok büyük anlam da atfetmiyorum. Çünkü Amerikan hükumetinin Esed karşıtı bir pozisyon alıp bunu sonuna kadar götürmesini beklemiyorum. Bir uyarı bir gözdağı niteliğinde olabilir. Ama daha fazla olduğunu sanmıyorum.

AMERİKA NE YAPMAK İSTEDİĞİNİ BİLMİYOR
ABD Suriye’de ve bütün bir Ortadoğu’da ne yapıyor, yapmak istiyor?

Bilen varsa anlatsın. Obama kendisi bile çok zor anlatır. Çünkü bir şey yapmak istemiyor. Sadece nereye varacağını bilemediği bir demokratik dönüşümü desteklemekten kaçınarak başladı. Sonra herkesin birbiriyle dövüşmesinden keyif aldı. Bu anlamda rejim kaybetmeye başlayınca Rusya’ya müsaade etti. Rusya kazanmaya başlayınca Rusya’ya ateşkes ilan ettirdi. Türkiye’yi Suriye’de Amerikan askeri yapmak için önce ikna etmeyi denedi. Olmayınca tehdit etti. Sonra PYD ile şantaja başladı. PYD’ye destek vererek PYD’yi bir kaldıraç olarak kullanmak istedi. Şimdi Suriye’de bölünmeyi destekler gibi duruyor. Bu da bir plan çerçevesinde değil. Şimdilik başka seçenek kalmadığı için Dayton tarzı bir anlaşma ile Suriye’nin bölünmesi ve Amerika’ya yakın bir rejimin kurulması mantıklı geliyor. Yarın başka bir yöne dönebilir. Çünkü artık bunun için de çok geç. Obama’nın süresi doldu. Şimdi de büyük bir kriz çıkmadan görevi devretmek istiyor. Ama özünde değişmeyen tek tutum var. Bölge ülkelerinin Amerika yerine birbiriyle çekişmesini istiyor. Amerika’nın Ortadoğu’daki düzen maliyetlerini başkalarının sırtına yüklemek istiyor.

İRAN'A DESTEK BÖLGEYİ EZMEK İÇİN
Batı dünyası Şii hilali oluşturan İran ile hiç olmadığı kadar iyi ilişkiler geliştirirken Arap baharında yükselen, görünür olan Sünni siyasete karşı tavırlı ve engelleyici bir tutum aldı. Neden?

Batı dünyası Türkiye’den başlayıp, Suriye’den, Mısır’a, oradan Libya ve Tunus’a kadar Sünni bir hattın oluşmaya başladığını görünce bunu durdurmak istedi. Mısır’da Sisi desteklendi. Libya ikiye bölündü. Tunus’ta Gannuşi’nin kolu kanadı kırıldı. Suriye’de Rusya ve İran’a alan açıldı. Türkiye’de ayaklanmalar, terör ve darbe oldu. İran’ın desteklenmesi de bu zincirin bir parçasıdır. Ama bunu abartmamak lazım. Birileri bunu abartsa da İran’ın yükseldiği falan yok. Nükleer anlaşma ile o da köşeye sıkıştı. Beklediği yatırımlar da gerçekleşmeyecek.

RUSYA VE İSRAİL İÇİN NE DEĞİŞTİ?
Türkiye’nin Rusya ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirmek istemesinin kendisi açısından sebepleri vardı ve bunu sağlayacak imkana da sahipti, yaptı. Ama Rusya ve İsrail açısından ne değişti ki bu ilişki kolayca tesis edilebildi?

Çok bir şey değişmedi. Değişmesine de gerek yok. Normalleşme oldu. Normal olan normallikti. Ona döndüler. Yakınlaşmalar fırsat bulunca gerçekleşti. Bu gerilimlerden eşit olmasa da her taraf zarar görür. Ticaretten güvenliğe kadar birçok alanda bölgesel aktörlerin uzun süre kavgalı olmaları yüksek bir maliyettir. İsrail zaten çok uzun süredir yakınlaşma istiyordu. Rusya ise uçağı düşen taraf kendisi olduğu için naz yapan taraftı. Türkiye’nin Rusya ile anlaşması demek Suriye’de Amerika’nın elinde sadece PYD’nin kalması demektir. Bu Rusya için pek tabi ki tercih edilebilir bir durumdur.

RUSYA SURİYE'DE KAZANDI
Rusya ile Amerika Suriye’de hangi noktada anlaşamadı? Görünür olanın arkasında ne var?

Savaşın ilk dönemi eğer Amerika ciddi bir müdahale tavrı almış olsaydı, Rusya çok müdahil olamazdı. Rusya Amerika’nın bıraktığı boşluğa aktı. Şimdi girdikten sonra bir nükleer gücü Suriye’den kolay kolay çıkaramazsınız. Esed’in tankını vurursunuz. Rus tankını vuramazsınız. Ekonomik ve diplomatik baskıyla da Rusya’ya Lazkiye’yi boşalttıramazsınız. Rusya ilk başta dezavantajlı olduğu bir anlaşmaya bile razıydı. Ama şimdi en azından Suriye’nin güneybatı kısmını garanti altına aldığını düşünüyor. Halep’e kadar geldi. Amerika daha ötesine geçmesini istemedi. Rusya da zorlamadı. Fakat Rusya Suriye’nin toprak bütünlüğünü de sonuna kadar savunacaktır. Amerika için Rusya’nın varlığı yeni dönemde hep can sıkıcı olacaktır. Ancak Halep merkezli bir ayrım sürdürülürse, Amerika bu noktada Türkiye çizgisine daha çok yaklaşacaktır. Rusya Halep’e geldikçe, tuhaf biçimde Amerika da Türkiye’ye doğru gelecektir.

Obama İsrail’e “işgalden vazgeç” dedi! Tüm süreçlerin geçmişin İsrail’in günahlarının Washington’da nasıl da hoş görüldüğünün devamında bir noktada; ne demek şimdi bu?

Bir tür ergen tavrıdır bu. Bunun dışında bir anlamı yok. Belki de Obama vicdanını rahatlatıyordur. Tüm dönemi boyunca Obama İsrail’e mesafe koymak gerektiğine inandı. Ama bunu yapacak ne bir planı vardı ne de imkânı. Obama böylesi büyük adımlar atacak bir lider hiçbir zaman olmadı. Amerika’nın geleneksel olarak İsrail’e koşulsuz destek vermesinden gençliğinden bu yana rahatsızdı. İktidara geldiğinde de bu hissiyatını korudu. Ama hep pasif tutum takınmayı tercih eden Obama böylesi bir alanda Amerikan siyasetini değiştirebileceğine inanmadığından hiçbir şey yapmadı. Bunun yerine arada sırada sert mesajlar verdi. Netanyahu’ya küstü. Bu ve benzeri söylem ve tavırlar. Ama gerçekte hiçbir adım atmadı. Dolayısıyla Obama’nın bu ifadeleri hiçbir anlama gelmez.

PKK SAHADA KAYBETTİKÇE MASAYA ÇAĞIRIYOR
PKK, HDP ve YPG’nin söylem siyaseti son günlerde değişti, Barzani görüşmesi vs. ile yumuşak bir dil geliştiriyormuş gibi yapıyor, Türkiye’yle konuşmaktan bahsediyorlar. Demirtaş “Erdoğan düşmanları ve FETÖ kriptoları var” diyor. Salih Müslim “Kürt devleti kurmayı düşünmüyoruz” diyor. Ne oluyor? Bir yandan terör saldırılarına devam eden PKK’ya bunu kim-ne, neden söyletiyor?

Çok bir önemi yok. Sahada sorun yaşarsanız diplomatik kanalları açmak istersiniz. Savaş sırasında en sert sözleri söylersiniz ancak savaşla ilerlemek mümkün olmadığında rakibin hızını kesmek için masaya dönmesini istersiniz. Salih Müslim Fırat Kalkanı başladığı günün tehdit dilini kullandı. Baktı işe yaramıyor, yumuşak dile dönüş yaptı. Bu aslında Türkiye’nin doğru yolda olduğunun göstergesidir.

[Röportaj: Fadime Özkan] [Star, 25 Eylül 2016]

Etiketler »