Türkiye'de eğitime ilişkin oluşan standart kavram ve eleştiri seti, eğitime ilişkin ne yapmamız gerektiği konusunda önümüzü aydınlatmakta mıdır? Sözgelimi, 'Yükseköğretim Kurulu (YÖK) kaldırılsın, üniversite özerk olsun' sloganları ya da ?resmi söylemlerde karşılığını bulduğu haliyle- 'YÖK, bir koordinasyon kuruluna dönüştürülsün ve yetkilerinin önemli bir kısmı üniversitelere devredilsin' türü öneriler, adım atılacak istikameti yeterince belirlemekte midir?
Öncelikle, şunu hemen ifade edelim ki, özellikle yükseköğretim ve YÖK'e ilişkin yaygın olarak dile getirilen tespit ve önerilerin önemli bir kısmı tartışılmayı hak etmektedir. Bunların başında, üniversitelerin özerk olması gerektiği ve dolayısıyla üniversitelere dışarıdan -burada genellikle siyaset kurumu kastedilir- müdahale olamayacağı gelir. Bu cümlede ifade edilmeyen gerekçe, YÖK'ün geçmişte zaman zaman alabildiğine baskıcı olmasıdır. Ne var ki, YÖK gibi bürokratik ve topluma hesap vermeyen bir kuruma tepki olarak dile getirilen öneri, üniversitelerin her birinin de aynı şekilde bürokratik ve topluma hesap vermekten uzak yapılarını göz ardı etmektedir.
HESAP VERME KRİTERİ
Yükseköğretim reformunu tartışırken asıl odaklanmamız gereken husus, yetkinin YÖK veya üniversitelerde olup olmaması değil, bu yetkileri kullanan kurumların ve kişilerin topluma karşı nasıl daha fazla hesap verebilir kılınacağıdır. Gerçekten de, YÖK öncesi dönemin üniversiteleri, toplumun ihtiyaçlarına alabildiğine uzak kalmışlar ve miatlarını tamamlayarak YÖK dönemini hazırlamışlardır. Bir başka ifadeyle, tarihsel olarak, Türkiye'de üniversiteler toplumsal sorumluluklarını yerine getirmekte başarısız kalmışlardır. Toplumsal sorumluluktan kasıt, üniversitelerin hak ve hakikati savunmaları ve toplumun değişen koşullarına ve taleplerine göre hizmet üretmesidir. Toplumun geleceğini şekillendirme ve toplumsal ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik üniversitelere bahşedilen yetkilerin, YÖK ya da üniversite tarafından kullanılmasından ziyade, bu yetkilerin nasıl kullanılacağı ve ne tür kontrol mekanizmalarıyla dengeleneceği önemlidir.
TOPLUMDAN KOPUK ÜNİVERSİTE
Yukarıda ifade ettiğimiz görüşleri daha açık kılalım: Türkiye'de gerek YÖK gerekse üniversitelerin tarihsel olarak toplumsal taleplere duyarsız kalması ve yeterince cevap üretememesi, bu kurumların özerk olması ve dolayısıyla topluma hesap vermemeleriyle doğrudan ilgilidir. Farklı bir şekilde ifade edecek olursak, Türkiye'de üniversite tartışmalarında YÖK öncesi ve sonrası şeklinde bir ayrım, bazı açılardan oldukça anlamlı olsa da, toplamda yükseköğretim sektörünün topluma karşı tutumunu yeterince açıklamamaktadır. Hem YÖK öncesi hem de YÖK sonrası dönemde üniversiteler, toplumsal talepleri duymazlıktan gelmiş ve hatta toplumsal talepleri karşılarına almışlardır. Uzatmayalım: Türkiye'de üniversitelerin ve YÖK'ün zaman zaman yasakçılığın sembolü haline gelebilmelerinin sebebi, 1982 Anayasası'nın mimarlarının Cumhurbaşkanı'nı yürütmenin sorumsuz kanadı olarak kurgulamalarıdır.
Gerçekten de, yükseköğretim ilişkin sorunların temelinde, YÖK Başkanı ve rektörlerin yetkilerini insafsızca kullanmalarından ziyade, Cumhurbaşkanı'nın toplumsal talepleri görmezden gelmesiyle ilgilidir. Bundan dolayı, YÖK'ün ve rektörlerin en baskıcı olduğu dönemlerde Cumhurbaşkanlarından açıkça destek almaları şaşırtıcı değildir. Tam burada ısrarla altını çizmemiz gereken bir husus var: Türkiye'de eğitim düzenlemeleri hep olağanüstü dönemlerde ve vesayetçi bir anlayışla hazırlanmıştır. Bir başka ifadeyle, eğitim ve yükseköğretim düzenlemeleri, ya darbe dönemlerinde bizzat askerler tarafından ya da diğer dönemlerde MGK, Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve YÖK gibi yargı ve diğer bürokrasi kurumlarıyla belirlenmiştir.
YAPILMASI GEREKEN
Şayet yükseköğretime ilişkin sorun, bazı yetkilerin YÖK ya da üniversitelerde olup olmaması değil de, bu kurumların ya da bu kurumların bağlı olduğu makamların topluma karşı hesap vermeyen yapıları ise, o halde yapılması gereken şey, topluma hesap veren mekanizmaların oluşturulmasıdır. Bu konuda ümitli olmamız için ciddi nedenler var. Birincisi, 2007'de Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı olmasından sonra, YÖK ve üniversiteler, ideolojik kavgaların merkezinden hızla uzaklaştılar. Bu anlamda, Cumhurbaşkanı Gül'ün yükseköğretimi ciddi anlamda normalleştirdiği görülmektedir. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı Gül, topluma daha fazla hesap verebilir bir yükseköğretim sistemi kurmaya ilişkin olası girişimleri engellemeyecektir. İkincisi, 2007 Anayasa referandumuyla birlikte Cumhurbaşkanı bundan sonra artık halk tarafından seçilecektir. Toplumun çoğunluğunun destekleriyle gelen ve ikinci kez seçilebilecek bir Cumhurbaşkanı, toplumsal taleplere asla sırt çevirmeyecektir. Üçüncüsü, Türkiye'nin genel olarak daha fazla demokratikleşmesiyle birlikte, toplumsal taleplerin karşılanmasını engelleyen bütün vesayet kurumları ya etkisizleştirilmekte ya da normalleştirilmektedir.
Özet olarak, Türkiye yükseköğretim sisteminin ihtiyaç duyduğu reformun kritik noktası, yükseköğretimi topluma hesap verebilir kılacak mekanizmaların oluşturulmasıdır. Zaten dünya örnekleri incelendiği zaman bu mekanizmaların demokratik ülkelerde yaygın olduğu görülmektedir. ABD, Kanada, Japonya ve Avrupa Birliği ülke örneklerine bakıldığında, yükseköğretimin üst yönetiminden sorumlu ya bir bakanlık ya da bir tür yöneticiler kurulu olduğu görülmektedir. Söz konusu üst yönetim yapıları, temelde, yasama ve yürütme organları tarafından belirlenmektedir.
Yükseköğretim sistemleri gelişmiş ülke örnekleri, yükseköğretim reformunu tartıştığımız bu günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine adeta şu mesajı vermektedir: Gerek 1960 darbesiyle gelen üniversite özerkliği gerekse de 1981 darbesiyle gelen YÖK özerkliğinin, yasama ve yürütme kurumu üzerinde oluşturduğu ürkekliği üzerinizden atın! Bu ürkeklik, özerklik adına, üniversitelerin asıl sahibi toplumu ötekileştirmiştir. Oysa gelişmiş ülkelerde üniversiteler, toplumla güçlü ilişkiler kuran, topluma hizmet eden ve hesap veren kurumlardır. Bundan dolayı, rektörler, öğretim üyeleri tarafından değil, toplum tarafından seçilen kişilerin atadığı ya da toplumu temsil eden kurullar tarafından atanmaktadır. Aynı şekilde yükseköğretim sisteminin üst yönetimi oluşturan yapı, ya doğrudan seçilmiş bir bakan ya da toplum tarafından seçilen cumhurbaşkanı, bakan ya da eyalet valisi gibi kişiler tarafından atanan kişilerce belirlenmektedir.