Türkiye'de muhafazakâr çevrelerle ilgili yapılan yorumlarda sıkça tekrarlanan ve tekrarlandığı ölçüde içinin boşluğu artan bir yargı/cümle var: Muhafazakârlar zenginleşti, zenginleştikçe bozuldu ve dünyevileştiler. Bu cümlenin altında din ile para, zenginlik, güç ve iktidarı yan yana koyamayan 18. ve 19. yüzyılların Avrupa'sının kilise ile mücadelesine has çarpık laiklik anlayışı vardır. Bu anlayışı tespit edip, bir kenara not ettikten sonra bu cümlenin Türkiye'de muhafazakârlığın hallerini ve dönüşümünü anlamak ve açıklamaktan uzak olduğunu söylemek lazım.
Muhafazakârlığın dönüşümünü anlamak için neyse ki 18. yüzyıla kadar gitmek gerekmiyor. Filmi çok daha geç bir tarihten, 97'den geriye sarmak mümkün. Kaygıya gerek yok; bütün hikâyeyi basitçe 28 Şubat'ın -hakikat olan- zulmüyle açıklama kolaylığına kaçmayacağım. Ama bu dönüşümde 28 Şubat gibi önemli bir faktörü es geçmek de mümkün değil. Yine sıkça tekrarlanan ama bu sefer hakikat payı daha yüksek olan bir cümle; gerek pratik gerekse söylemsel olarak muhafazakarlar 28 Şubat'a karşı liberal ve/veya sol çevrelerle işbirliği yaptılar. En basitinden inanç özgürlüğü ve temel hak ve hürriyetler, başörtüsü yasağına karşı en fazla kullanılan argümanlardı. Muhafazakarların 'kemalist devlet'i eleştirmek için Kemalizm'in sol ve postmodern eleştirilerinden faydalanması bu işbirliğinin entelektüel zeminini de oluşturdu.
KAVRAYIŞ BOZULMASI
O zaman için muhafazakarlar bu işbirliğinin ne getirip ne götüreceğini hesaplamaktan oldukça uzaktılar. Devlet aygıtının tarihsel baskısının güncellenmiş ve eyleme geçmiş hali varken buldukları dala tutundular. Ancak bugün daha net bir şekilde gözükmektedir ki bu işbirliği bazı muhafazakar kimliklerin siyaset kavrayışında kısmi de olsa bir bozulma meydana getirmiştir. Eğer günümüz muhafazakarlığı için bir bozulmadan bahsedilecekse bu zenginleşmekten değil 28 Şubat'a karşı girilen ittifaktan kaynaklanan bir fikri fakirleşmeden kaynaklanmaktadır. Türkiye'de muhafazakarların genele göre az fakat azımsanamayacak kısmı bir 'liberal yanılgı' içerisindedir.
Özellikle muhafazakarların eli kalem tutanlarının, düşünürlerinin, yani 'entel'lerinin duçar olduğu liberal yanılgı kendisini 'siyasetsizlik' formunda gösteriyor. Bahse konu muhafazakarlar bir ucunda hayatı ve bütün temel meselelerini gündelik siyasete indirgemenin öbür ucunda ise hayata ve temel meselelerine karşı 'steril' bir siyasetsizliğin yer aldığı spektrumun devamlı siyasetsiz ucunda yer alıyorlar. Hal böyle olunca Gezi Parkı Şiddet Eylemleri'ni meşhur ve meşum ifade ile "3-5 ağaç meselesi" zannedip hoş görüyor, 17-25 Aralık girişimlerini basit bir hukuki mesele olarak ele alabiliyor veya Kobani bahaneli 6-8 Ekim şiddetini mazur göstermeye çalışıyorlar.
Bu perspektiften bakınca liberal muhafazakar liberallerimiz, AK Parti'nin kimlik ve siyasi vurgusu artan söylem ve icraatlarını radikalleşme, Türkiye'nin tarihi ve kültürel bağlarının olduğu coğrafyalarla ilgilenmesini neo-Osmanlıcılık, içi negatif milliyetçi bir ayrışmayla değil pozitif beraberlik ve uhuvvet vurgusuyla doldurulan tek millet söylemini 'Türkİslam' asimilasyonu olarak nitelemekte bir beis görmüyorlar.
'Devlet etmek' işinin düşünceden, duygudan, ideolojiden ve inançtan azade tarafsız bir şey olduğu yanılgısı ile muhafazakar siyasi aktörleri 'devlet etmek'e düşünceyi, d