Türkiye siyasetinin normalleşmesi bitmeyen bir macera gibi. Uzadıkça uzuyor ve ideolojik çukurlarımızın kirinden pasından bir türlü nefes alamıyoruz, arınamıyoruz. Ülkenin sorunlarını çözmekle ilgili her konuda kolaylıkla ilerici- gerici, ortaçağ- aydınlık çağ ikilemelerine sürükleniyoruz.
19. Milli Eğitim Şûrası'nda alınan tavsiye kararları yine böylesi bir döngüyü harekete geçirdi. Din dersinin ilkokul 1. 2. ve 3. sınıflarda zorunlu olması, Osmanlı Türkçesinin imam hatip ve sosyal bilimler liselerinde zorunlu, diğer liselerde seçmeli olması eski bir tartışmayı tazeledi: Eğitim ve sosyalleşme ilişkisini...
AK Parti dindar nesiller yetiştirmek için bir adım daha ileri atmakla eleştirildi. Kuşkusuz, eğitim, Osmanlı-Türkiye modernleşmesinin ve muhaliflerinin üzerinde titizlendiği bir konudur. Zira eğitim, yeni bir birey ve toplum oluşturmanın en güvenli yolu olarak görülmüştür.
Toplum mühendisliğinin en kestirme yöntemi olarak milli eğitimin belirli bir tip vatandaş yaratması arzu edilir. Bugün normallik olarak sunulan Kemalist milli eğitim, bir homojenleştirme projesidir. Yakın tarihimiz solcuların, İslamcıların ve Kürt milliyetçilerinin muhalefeti ile bu projenin sınırlarına şahit oldu.
Güncel siyasetin itiş- kakışlarını anlıyorum. Ancak Osmanlı Türkçesinin öğretilmesi üzerinden milli eğitim müfredatında yapılan her değişikliğin eski- yeni ikilemine sokulması bir yoksulluk göstergesi. Daha önemlisi, bu tür tartışmalar doymak bilmeyen bir karadeliğe dönüşüyor. Ve siyasi hayatımızda köklü ve kapsamlı bir normalleşmenin önünü tıkıyor.
Normalleşme, yüzleşmenin getirdiği farkındalığın ve hesaplaşmanın sonucunda ortaya çıkar. Türkiye'deki bütün siyasi akımlar son iki yüzyılda yaşadığımız modernleşme tecrübesine getirilen eleştiri ve alternatiflerden beslenmektedir.
Düşünce dünyamızdaki anomalilerden birisi, Kemalizm'in modernleşme sürecimizin bir evresi olduğunu sıklıkla unutmaktan kaynaklanmakta. Devrimin ilk yıllarında anlaşılabilir olan bu "kasıtlı unutkanlığın" siyasi ve kültürel hayatımıza önemli maliyetleri oldu. Sürekliliklerimizi umursamadığımız için daha demokratik olmadık. Aksine, eski ile yüzleşmediğimiz için otoriterlik yeni formlarda gösterdi kendisini bizlere.
Osmanlı Türkçesinin öğretilmesi Kemalizmin fakirleştirici bir etkisini izale etmeye katkı sağlayabilir. Klasik dönem Osmanlı mirasına ulaşmaktan bahsetmiyorum. Osmanlı Türkçesi bize 19. yüzyıl modernleşme tecrübesinin zenginliği ile sahici bir buluşma için lazım.
Batı ile yüzleşen Osmanlı münevverinin yüzyıllık birikimi, ürettiği yeni kavramlar ne yazık ki bir tercüme hareketini gerektirecek kadar nesillerimize uzak oldu. "Muhayyile" ve "beka" gibi birkaç kavramın yeniden keşfedilmesi ile esaslı bir mayalanmanın gerçekleşmesi mümkün değil. Kendi modernleşme tarihi ile bile yüzleşemeyen bu ülkenin İslamcıları da ulusalcıları da liberalleri de bu fakirliğin etkileriyle maluldür.
Osmanlı Türkçesinin öğretilmesi sadece aidiyet kopuşunu onarmayacak. Bütün ideolojik akımların kendi modernleşme birikimleri ile hesaplaşmasını da tetikleyecek. Dahası, bir medeniyet dilinin imkânları yeni estetik ve etik formlar üretmeyi kolaylaştırabilir.
Unutmayalım. Osmanlı son dönemi sadece İslamcı muhayyilenin değil Batıcı zihnin de neşvünema bulduğu bir muhitti. Küreselleşmenin ve melezleşmenin dünyasında kendi tecrübesine bariyerler koyan zihnin normalleşmesi gerekiyor.
Ne dersiniz, Osmanlı Türkçesi buna bir nebze şifa olur belki?
[Sabah, 9 Aralık 2014]