Erdoğan'ın Fransa ziyareti Türkiye'nin dış politikası ve Avrupa ilişkilerine dair önemli ipuçlarını göz önüne serdi. Bu ziyaretin en kritik sonucu S-400 hava savunma sisteminin Rusya'dan transferinin ardından EUROSAM konusunda anlaşma sağlanmış olmasıydı. Böylece hem Türkiye'nin güvenliğine ilişkin önemli bir adım atılmış oldu hem de bu alanda Rusya'ya daha az bağımlı hale gelindi. Havacılık ve bankacılık alanında atılan imzalar da Fransa ile ilişkilerin yeni bir ivme kazandığına işaret ediyor. Önümüzdeki dönemde nükleer enerji konusunda yeni adımlar atılması sürpriz olmayacaktır. Bu durum Fransa için de kazançlı bir ortaklık.
Bu anlaşmalar Türkiye'nin tek tek Avrupa ülkeleri ile kurmaya başladığı ilişkilerin kurumsal düzeyde AB ile yürüttüğü müzakerelerin önüne geçeceğine işaret ediyor.
Bu durum yalnızca Fransa ile sınırlı da değil. Brexit sonrası İngiltere'nin Türkiye ile yakınlaşması ve savunma sanayi alanında geliştirilen somut projeler benzer bir duruma işaret etmekteydi.
Bunun yanında stratejik konularda Türkiye'yi güvenilir bir aktör olarak görüyor. Basın toplantısı sırasında Macron'un teröre karşı işbirliğine yaptığı vurgu bu açıdan önemli. Özellikle Suriye krizinin yarattığı güvenlik risklerine karşı Türkiye ile birlikte hareket etme isteğini açıkça dile getirmesi ve DEAŞ ile PKK'yı aynı düzeyde tehdit olarak gördüğünü ifade etmesi Türkiye açısından tatmin edici bir söylem niteliğinde.
Astana sürecine yönelik Macron'un dile getirdiği meseleler de Türkiye'nin elini güçlendiren bir mahiyete sahip. Rusya ve özellikle İran'la en önemli ihtilaf konularından biri olan Esed konusunda Türkiye'ye yakın olması bu anlamda önemli. Türkiye Astana üzerinden çatışmasızlığı derinleştirirken Fransa gibi aktörlerin söylemlerini bir kaldıraç olarak kullanma imkânına kavuşmuş olacak.
Türkiye –AB ilişkileri bir süredir müzakere çerçevesinin dışında işliyor. İlişkilerin bu noktaya gelmesinde AB'nin Türkiye'ye karşı tutumu önemli bir rol oynuyor. Elbette 2000'li yıllara kadar Türkiye'de gerçekleşen askeri darbeler ve hak ihlalleri de AB'nin bu anlamda elini güçlendirdi. Ancak AB'nin genel tavrı, Türkiye'yi üye olmak isteyen ve elli beş yıldır bunun için çaba sarf eden bir aktör değil de sürekli dizayn edilmesi gereken bir ülke olarak değerlendirdi. Özellikle AK Parti hükümetleri döneminde kriterlerin karşılanması konusunda Türkiye'nin kat ettiği mesafeye rağmen bu tavır değişmedi.
Türkiye siyasal ve ekonomik istikrarını sağladıkça bu asimetrik ilişki biçiminin değişmesi gerektiği zarureti ortaya çıktı. Son yıllarda gerek ilişkilerin genel seyri gerekse mülteci meselesi ve terör gibi somut konularda Türkiye'nin bu tutuma karşı yükselttiği itiraz bu durumu görünür kılmıştır.
Macron'un Türkiye-AB ilişkilerinde kullandığı dil ve sahip olduğu tavır bir yandan AB'nin resmi pozisyonunu yansıtmaktaydı. AB'nin en önemli ülkelerinden bir Cumhurbaşkanı için bu gayet doğal. Fakat öte yandan AB bağlamında yaşanacak kurumsal sorunların Türkiye ile sahip oldukları stratejik ilişkilere yansıtmayacaklarına işaret etti.
AB KENDÄ° KENDÄ°NÄ° TARTIÅžIRKEN
AB'nin kendi geleceğine dair tartışmalar hızla devam ediyor. Çok vitesli Avrupa yaklaşımı bir süredir AB'nin kendi geleceğine dair yapılan tartışmaları domine etmiş durumda. Bu yaklaşım AB içindeki ülkelerin Birlik hedeflerine farklı düzeylerde katkı yapması anlamına geliyor. Daha yakından bakıldığında ise bazı ülkelerin tüm üyelerin katılımını sağlamaksızın istedikleri alanlarda işbirliği yapmaları anlamına geliyor. Schengen ve Euro'nun ortak para birimi olarak benimsenmesi konusu bu anlamda birer örnek olarak gösteriliyor. Bu çerçeve AB'nin entegrasyon hedefinden uzaklaştığının açıkça kabul edildiğine işaret ediyor. Herhangi bir ülke Birliğin ortak bir düzenlemesine katılma imkânına kavuşmuş oluyor. Bu durumda ortaya çıkan soru entegrasyonun nasıl devam ettirileceği sorusudur. Daha pratik düzeyde bakıldığında ise entegrasyon gibi ilkesel prensiplerin değil somut politika ve çıkarların daha ön plana çıkacağı anlamına geliyor. Bu durumda Birlik içinde motor işlevi gören gelişmiş ülkelerin diğerlerini bir ayak bağı olarak görmeleri ve yeni ortaklıklar kurmaları da uzak bir ihtimal olmayacaktır.
Durum böyle iken Türkiye'nin AB ilişkilerini ve daha özelde ise üyelik müzakerelerini eskimiş parametreler üzerinden tartışmak doğru değil.
[Fikriyat, 8 Ocak 2018]
.