SETA > Yorum |

Türkiye ve Almanya ortak iyinin peşinde

Ä°ki ülke arasında hükümet ve devlet baÅŸkanları düzeyinde geçekleÅŸtirilen ziyaretler öncesinde, konuk ve ev sahibi liderler ile özel röportajlar yapılması ve bunların yayınlanması nerdeyse gelenek olmuÅŸtur. Bir tür kamu diplomasisi eksersizi sayılabilecek bu tür röportajların amacı ziyaretin siyasi içeriÄŸi hakkında kamuoyunu önceden bilgilendirmek, bazen sürprizlere hazırlamak, bazen de bazı müzakere konularında gerektiÄŸinde toplumun göstereceÄŸi tepkileri destek olarak gündeme getirmektir.

Ä°ki ülke arasında hükümet ve devlet baÅŸkanları düzeyinde geçekleÅŸtirilen ziyaretler öncesinde, konuk ve ev sahibi liderler ile özel röportajlar yapılması ve bunların yayınlanması nerdeyse gelenek olmuÅŸtur. Bir tür kamu diplomasisi eksersizi sayılabilecek bu tür röportajların amacı ziyaretin siyasi içeriÄŸi hakkında kamuoyunu önceden bilgilendirmek, bazen sürprizlere hazırlamak, bazen de bazı müzakere konularında gerektiÄŸinde toplumun göstereceÄŸi tepkileri destek olarak gündeme getirmektir.

Almanya BaÅŸbakanı Angela Merkel’in Türkiye ziyareti öncesinde BaÅŸbakan Recep Tayyip ErdoÄŸan ile yapılan ve Alman basınında yer alan açıklamalar ile Merkel’in, ziyaretin içeriÄŸine iliÅŸkin görüÅŸlerinin Türk basınına yansıma biçimi alışılmışın dışında bir içerik ve ton taşıyordu. Ziyaret öncesi yapılan açıklamalar iki ülke arasında gerginlik yaratmıştı. Çünkü hem ErdoÄŸan hem de Merkel’in beyanatlarından “duygusal” etki yapabilecek kelimeler, kavramlar ve sözler ön plana çıkarılmıştı. Her iki baÅŸbakan da aslında iç kamuoylarına kendilerine güvendikleri, çizgilerinden geri adım atmayacakları ve karşı tarafa boyun eÄŸmeyecekleri mesajını baÅŸarıyla vermiÅŸti.

Tam üyelikte kararlı Almanya BaÅŸbakanı Merkel, Türkiye’de hükümet ve kamuoyunun hassas olduÄŸu AB’ye tam üyelik konusunda iktidara geldiÄŸinden bu yana ısrarla dile getirdiÄŸi, tam üyelik deÄŸil “imtiyazlı ortaklık” tercihini gündeme getirerek kendi tabanının hoÅŸuna gidecek pozisyonunu tekrarlarken, bunun Türk tarafını rahatsız edeceÄŸini gayet iyi biliyordu. Buna karşın BaÅŸbakan ErdoÄŸan da Alman siyasi seçkinleri ve kamuoyunun belki de en hassas ve zayıf olduÄŸu noktayı çok iyi analiz etmiÅŸti. Almanya’daki Türklerin entegrasyonu baÄŸlamında, bu ülkede Türkçe bir okulun açılması gerektiÄŸini ısrarla vurguluyordu. AB’ye üyelik konusunda ise “imtiyazlı ortaklık” önerisini ciddiye almadığını, tam üyelikten baÅŸka bir seçeneÄŸin kabulünün mümkün olmadığını dile getiriyordu.

Almanya-Türkiye iliÅŸkilerinin geçmiÅŸi, derinliÄŸi ve diplomasi mantığı göz önüne alındığında ziyaret öncesinde baÅŸlayan gerilim ve üstü örtülü sürtüÅŸmenin tırmanması mümkün deÄŸildi. Nitekim öyle de oldu. Ziyaret, müzakereler ve basın açıklamaları sırasında duygusal ve tepkisel bir dil ve yaklaşımın deÄŸil, ortak çıkarları önceleyen rasyonel bir diplomasinin egemen olduÄŸu görüldü.   Asimilasyon uyarısı Almanya-Türkiye iliÅŸkilerinin köklü bir geçmiÅŸinin olması yanında Almanya’da yaÅŸayan Türkiye kökenli vatandaÅŸlardan dolayı insani bir baÄŸ da var. Ä°liÅŸkileri sürekli canlı ve dinamik tutan bu unsurun görmezden gelinmesi mümkün deÄŸil. Zira Almanya’da 140 bin Türkiye kökenli iÅŸverenin olduÄŸu, Türkiye’de ise dört binin üzerinde Almanya kökenli ÅŸirketin ticari faaliyette bulunduÄŸu biliniyor.   BaÅŸbakan ErdoÄŸan’ın 2008 yılında Almanya’da yaptığı bir konuÅŸmada “asimilasyonu insanlık suçu” olarak ilan etmesi büyük tepkilere yol aÅŸmıştı. Almanya’da yaÅŸayan Türklerin inanç, kimlik ve deÄŸerlerini kaybetmeden Alman toplumuna entegre olabileceklerini, ancak asimilasyonun kabul edilemeyeceÄŸini belirten BaÅŸbakan ErdoÄŸan aslında iki ülke arasındaki iliÅŸkilerin insani boyutuna iÅŸaret ediyordu. BaÅŸbakan’ın Almanya’da Türkçe bir okul açılması isteÄŸi de aslında bu insani boyutun bir baÅŸka yönünü oluÅŸturuyor. Yurtdışındaki Türkiye kökenli vatandaÅŸlar ile her buluÅŸmasında BaÅŸbakan ErdoÄŸan’ın Türkleri yaÅŸadıkları ülke vatandaÅŸlıklarına geçmeye, siyasi ve sosyal hayata katılmaya teÅŸvik ettiÄŸi bilinen bir gerçek olmasına karşın söz konusu talebin, entegrasyonu engelleyici bir unsur olarak sunulmasının rasyonel olmaktan öte siyasi bir gerekçesi olduÄŸu açıktır.   Sosyolojik araÅŸtırmalar, entegrasyona ana dilin deÄŸil ayrımcılık, eÅŸitsizlik, ırkçılık, dışlanma, aÅŸağılanma, küçük görülme, gettoya itilme, refahtan pay alamama ve Avrupa merkezcilik gibi anlayış ve pratiklerin entegrasyonu engellediÄŸini göstermektedir. Bu nedenle Almanya hem federal hem de eyalet hükümetleri ölçeÄŸinde kültür ve inanç farklıklarının saygıyla karşılandığı çoÄŸulcu politikalar geliÅŸtirerek entegrasyonun gerçeklenmesine katkıda bulunabilir. Bugün gelinen noktada entegrasyonun anahtarını elinde tutan Türk tarafı deÄŸil Alman tarafıdır.   Almanya’nın aksine Türkiye, Almanca eÄŸitim veren okulların mevcudiyetine ve arazisi devlet tarafından tahsis edilecek ve bütün alt yapısı kamu kaynaklardan saÄŸlanarak inÅŸa edilecek olan bir Türk-Alman üniversitesinin açılmasına sıcak bakmaktadır. Bu, Türkiye açısından olumlu bir yaklaşımdır. YükseköÄŸretimde kalite arayışlarının baÅŸladığı Türkiye’de, Almanya yükseköÄŸretim deneyimlerinin ülkeye aktarılması eÄŸitim, araÅŸtırma, bilim ve teknolojinin geliÅŸmesine katkıda bulunacaktır.   Avrupa’nın gelecek kararı Avrupa’nın geleceÄŸini Türk-Alman iliÅŸkilerinin bölgesel ve küresel dış politika açısından analizinde entegrasyon, asimilasyon, Türkçe okul açılması ve vize kolaylıklarının saÄŸlanmasından daha derin konular mevcut. Bu konuların başında AB’nin geleceÄŸi önemli bir yer tutmaktadır. AB yeni ittifak ve katılımlarla küresel bir aktör mü olacaktır, yoksa ABD’nin politikalarını onaylamaktan öte iddiası olmayan bölgesel bir birlik olarak mı kalacaktır? Oxford Üniversitesi Rektörü, Ä°ngiltere AB Komisyonu eski üyesi (1999-2004) ve Hong Kong eski Valisi Chris Patten, “What is Europe to do?” (Avrupa ne yapmalıdır?)  baÅŸlığı ile The New York Review of Books’da (Mart 11-24, 2010) yayınlandığı makalesinde AB’nin Rusya, Orta DoÄŸu ve Pakistan baÅŸta olmak üzere önemli bölgelerde siyasi nüfuzunun azaldığının vurguluyor. Chris Patten AB’yi zayıflatan unsurlar arasında ortak dış politika, finans, enerji ve güvenlik politikasının geliÅŸtirilememiÅŸ olmasının altını çiziyor.   Türkiye’nin Almanya ve AB ile iliÅŸkilerinde üzerinde durulması gereken temel alanlar Chris Patten’in de iÅŸaret ettiÄŸi gibi ekonomi, enerji, güvenlik ve dış politika konularıdır. Zira Almanya ve AB’nin geleceÄŸi bu alanlarda alacağı pozisyonlara ve geliÅŸtireceÄŸi politikalara baÄŸlıdır. ÖrneÄŸin AB ülkeleri doÄŸal gaz ihtiyaçlarının yüzde 40’ını Rusya’dan karşılıyor. Rusya, ÅŸimdiye kadar ortak strateji geliÅŸtiremedikleri için AB ülkelerini enerji politikaları konusunda bölmeyi baÅŸarmış ve sahip olduÄŸu enerji kaynaklarını dış politika aracı olarak kullanarak Rusya’ya bağımlılığı artırmaya baÅŸlamıştır.   Türkiye anahtar ülke Enerji kaynakları konusunda Rusya’ya bağımlılığın azaltılması, söz konusu kaynakların çeÅŸitlenmesini ve güven altına alınmasını zorunlu kılmaktadır. Bu noktada Türkiye güvenli bir enerji koridoru olarak ve AB’nin açıkça dile getiremediÄŸi ancak rahatsızlık duyduÄŸu Rusya’nın etki alanının daraltılması bakımından denkleme alınmak zorundadır. 2002’de yeni bir vizyonla devreye sokulan ve BaÅŸbakan ErdoÄŸan’ın desteÄŸiyle DışiÅŸleri Bakanı Ahmet DavutoÄŸlu tarafından ustalıkla yönetilen çok boyutlu dış politika, Türkiye’yi anahtar bir ülke konumuna taşımıştır. Türkiye, AB’nin Balkanlar, Orta DoÄŸu ve daha genelde Ä°slam dünyası ile iliÅŸkilerinde ihmal edemeyeceÄŸi aÄŸlara ve etki gücüne sahiptir.   Yukarıda, “Avrupa ne yapmalıdır?” baÅŸlıklı yazısına atıfta bulunduÄŸumuz Chris Patten, AB’nin geleceÄŸini belirleyecek en önemli unsurlardan birinin Türkiye’nin tam üyeliÄŸi olacağını vurguluyor. Türkiye’nin üyeliÄŸinin Almanya, Fransa ve Avusturya’daki popüler önyargılara kurban edilemeyecek kadar mühim olduÄŸunu belirten Patten, Türkiye’nin üyeliÄŸini reddetmenin maliyetinin yüksek olacağını, böyle bir kararın AB’yi küresel olayların akışının dışında bırakacağını savunuyor.   Gerçek engel Ä°slam mı? Merkel’in ziyareti çerçevesinde ne Alman ne de Türk tarafı, Türkiye’nin üyeliÄŸi konusunda “din farkı” ve “Ä°slam” faktörünü açıkça zikretti. BaÅŸbakan ErdoÄŸan Libya ziyareti sırasında Ä°slam dünyasının Türkiye’nin AB üyeliÄŸini önemsediÄŸini ve ilgiyle takip ettiÄŸini, bu baÄŸlamda Türkiye’nin Avrupa ve Ä°slam dünyası arasında bir köprü kurabileceÄŸini dile getirmiÅŸti. Merkel’in liderliÄŸini yaptığı Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi ise muhafazakâr görüÅŸleri ile bilinmekte, Türkiye’nin üyeliÄŸine din faktörünü açıkça zikretmemekle birlikte kültürel farklılıklar temelinde karşı çıkmaktadır.   Türkiye’de halkın çoÄŸunluÄŸunun Müslüman oluÅŸu, Türkiye’nin üyeliÄŸine engel teÅŸkil eder mi? Teorik olarak bu sorunun cevabı “hayır”, çünkü dini inançların üyelik kriterleri arasında olmadığı ve üyelik sürecinde bir rol oynamadığı sık sık dile getiriliyor. Ancak The Wall Street Journal (30 Mart 2010) yazarı Patience Wheatcroft, “Turkey Knocks: Will EU Let It Enter?” (Türkiye Kapıyı Çalıyor: AB Ä°çeri Alacak mı?) baÅŸlıklı yazısında “Türkiye’nin tam üyeliÄŸine muhalefetin nedeni Kıbrıs konusundaki bitmek bilmez hırgür deÄŸil. Ne de Türkiye’nin siyasi reformlarını hızlandırma gereÄŸi.   Asıl mesele Türkiye nüfusunun büyük çoÄŸunluÄŸunun Müslüman olması, fakat bu dile getirilmiyor” diyor ve ekliyor “Türkiye 72.5 milyonluk nüfusuyla AB’ye katılırsa Almanya’dan sonraki en büyük üye haline gelecek. Ülkenin hükümeti laik olsa da, tahminlere göre Müslüman nüfusun oranı yaklaşık yüzde 99. Din Avrupa’nın geniÅŸ kesimlerinde eskisi gibi bir itici güç deÄŸil, fakat ezici çoÄŸunluÄŸu Müslüman bir ülkeyi içeri almanın kulübün karakterini ciddi biçimde deÄŸiÅŸtireceÄŸine dair yaygın bir inanç söz konusu.”   Bu çok çarpıcı bir iddiadır. Almanya baÅŸta olmak üzere, Türkiye’nin üyeliÄŸine karşı çıkan AB üyeleri için, din farkını önemseyip önemsemediklerini açık ve samimi bir ÅŸekilde açıklamak ahlaki bir sorumluluktur. Ortak iyi ve çıkarlar adına AB ülkeleri bu ahlaki sorumluluktan kaçmamalıdır.   Açık GörüÅŸ - 4 Nisan 2009