SETA > Yorum |

Tarih ve Reel-Politik Arasında Kafkas Ruleti ve Türkiye Ermenistan İlişkileri

RUSYA-Gürcistan savaşı, Kafkaslardaki stratejik dengelerin ne kadar kırılgan olduÄŸunu bir kez daha ortaya koydu. Kafkaslardaki kriz bir baÅŸka hususu daha teyid etti: Bugünkü küresel güç savaÅŸları dünyanın en küçük ülkeleri, en küçük toprak parçaları ve aktörleri üzerinden yürüyor.

RUSYA-Gürcistan savaşı, Kafkaslardaki stratejik dengelerin ne kadar kırılgan olduÄŸunu bir kez daha ortaya koydu. Kafkaslardaki kriz bir baÅŸka hususu daha teyid etti: Bugünkü küresel güç savaÅŸları dünyanın en küçük ülkeleri, en küçük toprak parçaları ve aktörleri üzerinden yürüyor.

Balkanlardaki gerginlik noktaları, Filistin dramı, Ä°srail ile Suriye arasındaki tartışmalı Siba çiftlikleri, Çeçenistan savası, KeÅŸmir, Ä°spanya’nın Bask bölgesi, Sudan’ın Darfur bölgesi, Ermenistan iÅŸgali altındaki KarabaÄŸ, Tayvan’ın Çin’le olan çalkantılı iliÅŸkileri ve son olarak Gürcistan yönetimindeki Abhazya ve Güney Osetya, akla ilk gelen örnekler. Mevcut küresel güç dengeleri içinde artık ‘küçük ve ihmal edilebilir aktör’ sıfatını taşıyan bir ülkenin kalmadığı söylenebilir. Bu, Türk dış politikasının bundan sonra daha da dinamik ve çok yönlü olması gerektiÄŸi anlamına geliyor.

Gürcistan savaşı, baÅŸladığı gibi devam ediyor. Masa başındaki ve ekran karşısındaki görüntülere raÄŸmen, ne Rusya ne de Batı bloÄŸu pozisyonunu deÄŸiÅŸtirdi. SoÄŸuk SavaÅŸ günlerinin güç mücadelesini çaÄŸrıştıran Kafkas krizi Rusya ile Avrupa ve Amerika arasında yeni pazarlıkların, yeni güç tanzimlerinin yapılmasını zorunlu kılıyor. Önümüzdeki ay ve yıllarda bu büyük pazarlığın ve yeni denge durumunun safhalarını, sancılarını ve sonuçlarını hep birlikte göreceÄŸiz. Kafkaslarda dünyadaki güç dengelerinden bağımsız bir bölgesel istikrar ortamı hiç bir zaman olmayacak. Dünyadaki benzer bütün coÄŸrafi ve siyasi kavgalar gibi Kafkas krizi de baÅŸka dinamikler tarafından belirlenecek.

Bir kez daha NATO

Bütün bunlar bölgedeki tek NATO ülkesi olan Türkiye’nin stratejik önemini bir kez daha teyid ediyor. Bunda ÅŸüphe yok. Soru ÅŸu: Bu, Türkiye için iyi bir ÅŸey mi?

Åžu kadarını söylemek mümkün: Sovyetler BirliÄŸi’nin dağılmasından ve SoÄŸuk SavaÅŸ’ın sona ermesinden sonra, Türkiye’nin Batı bloÄŸu açısından öneminin azalacağı, hatta belki de NATO’daki rolünün anlamsız hale geleceÄŸi söyleniyordu. Türkiye’nin kendine yeni etkileÅŸim ve iÅŸbirliÄŸi alanları bulması gerektiÄŸini söyleyenler dahi vardı.

Fakat 1990’lardaki geliÅŸmeler, Birinci Körfez Savaşı, Balkanlardaki kanlı çatışmalar, Orta DoÄŸu’daki uzun süreli bunalımlar, Orta Asya’daki yeni Türk cumhuriyetleri ve nihayetinde yeni dünya düzeni arayışları, Türkiye’nin rolünü azaltmadı, tersine pekiÅŸtirdi.

Uluslararası sistemin iki kırılma noktası olan enerji ve güvenlik konularında Türkiye her gün biraz daha kilit ülke haline geliyor. Dünyanın en büyük uluslararası enerji hatları Türkiye üzerinden geçmek durumunda. Zira Türkiye’nin tek alternatifi kuzeyde Rusya, güneyde Ä°ran. Aynı ÅŸekilde uluslararası terörizm ve güvenlik açısından da Türkiye merkezi bir yere sahip.

Türkiye’nin bölgede öneminin artması, aynı zamanda Türkiye’nin daha aktif olması, daha fazla ekonomik, siyasi ve diplomatik yatırım yapması ve tabi ki daha fazla risk alması anlamına geliyor. Pasifist ya da ‘büyük güç yanlısı’ bir dış politika, Türkiye’nin önünü kapamakla kalmaz, kendi dışındaki güç dengelerinin ikincil bir aktörü haline getirir. SoÄŸuk SavaÅŸ döneminin ‘büyük güçlerin serin gölgesindeyim’ politikası, artık ders kitaplarında okutulacak.

Batı ve Bağlantısızlar

Tam da bu noktada bir baÅŸka büyük sorun çıkıyor karşımıza: EÄŸer Türkiye geleneksel ittifaklarını sürdürecek (NATO, Batı bloÄŸu) ve dünya sistemi içindeki önceliklerini bu ittifaklara göre belirleyecekse, kendi bölgesinde ne kadar söz sahibi olabilir? Türkiye’nin iki büyük ticaret ortağı ve enerji kaynağı Rusya ve Ä°ran, ‘BaÄŸlantısızlar Hareketi’ içinde yer alıyor. Türkiye bu ve benzeri ‘baÄŸlantısız’ ülkelerle ÅŸu ana kadar iyi iliÅŸkiler yürüttü.

Peki, kesin bir tercih yapmaya zorlandığında Türkiye ne yapabilir? Ne yapmalı? BaÅŸbakan ErdoÄŸan’ın 3 Eylül günü Milliyet yazarı Fikret Bila’ya yaptığı açıklama, bu endiÅŸeleri açıkça ortaya koyuyordu. Türkiye’nin ‘tek blok, tek taraf’ politikası izlemesinin mümkün olmadığını ifade eden BaÅŸbakan ÅŸöyle diyordu:

Çıkarlar iki yönlü

‘Åžimdi Gürcistan olayından sonraki süreçte bizi bir tarafa doÄŸru itmeye çalışıyorlar. Bazıları tümüyle ABD’nin, bazıları tümüyle Rusya’nın tarafına itmeye çalışıyor. Oysa biri en yakın müttefikimiz olan ABD, diÄŸeri ise enerji baÅŸta olmak üzere önemli ticaret hacmimizin bulunduÄŸu Rusya. Ben Türkiye’nin tümüyle bir tarafa itilmesine müsaade etmem. Türkiye’nin ulusal çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre hareket ederiz. Åžimdi Rusya dediÄŸiniz zaman bizim için önemli bir enerji kaynağı. Ayrıca çok önemli seviyede ticaretimizin olduÄŸu bir ülke. 10 binin üzerinde TIR’ımız bekliyor orada. DoÄŸalgaz alımımız, enerjiye olan ihtiyacımız belli. Åžimdi bunları yok sayabilir misiniz? Sayamazsınız. Rusya ile ekonomik, ticari iliÅŸkilerimize baktığınızda Rusya’yı göz ardı edemezsiniz. O halde Türkiye kendi çıkarları doÄŸrultusunda bir denge gözetecektir. Taraflardan birine doÄŸru itilmesi doÄŸru deÄŸildir.’

Bölge diplomasisi

Bu, NATO üyesi ve Batı bloÄŸuna mensup Türkiye’nin açıkça bir ‘baÄŸlantısızlar’ siyaseti izleyeceÄŸi anlamına mı geliyor? Daha sarih ifade etmek gerekirse, Türkiye (ya da AK Parti Hükümeti) NATO’yu ve Batı bloÄŸunu terk etmek niyetinde mi?

Türkiye’nin böyle bir istikamete yönelmeyeceÄŸi açık. AB’ye tam üye olmak isteyen bir Türkiye, NATO üyeliÄŸini de ulusal çıkarlarının bir parçası olarak görür. Dahası bölgesel ve küresel sınırların yeniden çizildiÄŸi (aslında giderek iÅŸlevsiz hale geldiÄŸi) günümüzde bloklar arasında flört yapmanın pek bir anlamı yok.

Fakat ÅŸurası da açık: Türkiye, kendi jeo-stratejik önceliklerini gözardı edemez. Geleneksel ittifakların, bölgesel sınırların, blokların, cephelerin tartışıldığı, sorgulandığı, yeniden tanımlandığı günümüzde ne Türkiye ne de aklı başında bir baÅŸka küresel aktör NATO’nun ya da Batı bloÄŸunun tek önceliÄŸinin Rusya’yı (ya da Çin’i) kuÅŸatmak olamayacağını bilir. Bu noktada Türkiye NATO üyesi bir ülke olarak NATO’nun (ve giderek Avrupa-Amerika bloÄŸunun) 21. yüzyıldaki önceliklerinin yeniden tanımlanması tartışmasına bir taraftır. Üstelik Türkiye’nin son yıllarda bölge diplomasisinde edindiÄŸi tecrübe, network ve iliÅŸkiler, bu tartışmaya olumlu katkılar vermesine de imkán sunmaktadır.

Ankara-Erivan hattı

‘Artık küçük sorun yok’ kaziyyesinden hareket ettiÄŸimize göre, CumhurbaÅŸkanı Abdullah Gül’ün 6 Eylül günü gerçekleÅŸtirdiÄŸi Ermenistan ziyareti, yeni bir süreç baÅŸlatmış bulunuyor. Bölgenin içice geçmiÅŸ sorunlarına çözüm bulabilmek için Türkiye’nin geniÅŸ bir manevra alanına ihtiyacı var. Büyük hamleler yapabilmek için dayanak noktalarınızın saÄŸlam olması gerekiyor. Türkiye’nin AB üyeliÄŸi, OrtadoÄŸu açılımları, Ä°ran konusundaki dengeli politikası, Kafkasya Ä°ÅŸbirliÄŸi ve Ä°stikrar Platformu önerisi, Azerbaycan’a olan yakınlığı ve enerji koridorları üzerinde olması, etrafında saÄŸlam bir barış, güven ve istikrar ekseni inÅŸa etmesini zorunlu kılıyor. Türkiye-Ermenistan iliÅŸkileri bu sürecin önemli halkalarından birini oluÅŸturuyor.

Soykırım sektörü

3 milyon nüfusa ve 17 milyar dolar gibi küçük bir ekonomiye sahip Ermenistan’ın Türkiye (ve Azerbaycan’la) iliÅŸkilerini geliÅŸtirmesi kendi menfaatinedir. Türkiye’yi soykırım iddialarıyla uluslararası platformlarda köÅŸeye sıkıştırma arzusuna dayalı bir Ermeni politikası, irrasyonel olduÄŸu kadar sonuçsuz kalmaya da mahkûmdur.

Müzikten edebiyata Türklerin ve Ermenilerin birbirine benzeyen çok yönü var. Fakat en önemlisi herhalde ÅŸu: Ä°ki millet de psikolojik baskılara boyun eÄŸecek bir tıynette deÄŸil.

Dolayısıyla ÅŸimdi yapılması gereken karşılıklı duygu tufanlarına kapılmak deÄŸil, iliÅŸkilerin reel-politiÄŸini konuÅŸmaktır. Erivan ile Ermeni diasporası arasındaki garip ve sorunlu iliÅŸki, böyle bir tartışmaya ÅŸu ana kadar engel oldu. Milli bir dava olarak Erivan’ı (ekonomik ve siyasi olarak) besleyen bir diasporanın soykırım iddialarından vazgeçmesini beklemek ve rasyonel siyaset konuÅŸacaklarını ummak, naiflik olur. Fakat Erivan ile Amerikan Ermeni diasporası arasındaki iki derin çeliÅŸkiye iÅŸaret etmek gerekiyor.

Birincisi, 1915-1916 olayları konusunda Ermeni diasporası ve özellikle Amerikan Ermeni topluluÄŸu, Erivan’dan yani ana vatandan daha uzlaÅŸmasız ve fanatik bir noktada duruyor.

Ä°ki merkez arasındaki ekonomik ve siyasi iliÅŸkilerden dolayı Erivan’ın yer yer dışardan gelen baskılara boyun eÄŸdiÄŸi de biliniyor. Ermeni diasporası için soykırım iddiası, aynı zamanda bir ‘sektör’. Bu sayede binlerce Ermeni mobilize ediliyor, paralar toplanıyor, ortak projeler geliÅŸtiriliyor. ‘Soykırım sektörü’, birilerine statü veriyor; belli yerlere ulaÅŸma imkánı saÄŸlıyor; medya üzerinden etkili kampanyaların yürütülmesine imkán sunuyor, vs.

Ermeni kimlik inşası

Fakat asıl endiÅŸe verici olan, bütün bunlardan hareketle bir Ermeni kimliÄŸinin inÅŸa edilmesi. Politik psikoloji uzmanı Vamık Volkan’a göre, dünyada Ermeni kimliÄŸi diye bir ÅŸey yok. ‘Ermeni + kötü Türk’ kimliÄŸi var. Yani bugünkü Ermeni kimliÄŸinin var olabilmesi için ‘kötü Türk’ün var olması gerekiyor. Kötü Türk’ün adresi belli: 1915-1916 olayları.

Ä°kinci büyük paradoks, jeo-politik bir boyuta sahip. Ermenistan, Kafkaslarda Rusya’nın etki alanındaki ülkelerden biri. Erivan’ın kritik konularda Moskova yanlısı bir politika izlediÄŸi de biliniyor.

Buna karşılık Amerika’daki Ermeni topluluÄŸu ve lobisi, bir ‘Amerika-Ermenistan ortaklığı’ inÅŸa etmeye çalışıyor. Ama bunu jeo-politikten ziyade tarihe ve vicdanlara atıfla yapmaya çalışıyor. Soykırım iddialarını bütün ‘medeni ve hür dünya’nın tanıması için uÄŸraşıyor. Oysa Washington’daki Ermeni lobisini ‘Amerikan yanlısı’ çizgisiyle, Erivan’ın ‘Moskova yanlısı’ çizgisi arasında çok açık bir çeliÅŸki var. Soykırım sektörü, bu çeliÅŸkiyi örtbas etmek için Amerikalıların ve diÄŸer Batılıların hislerine, olmayan hafızalarına, vicdani duygularına hitap etmeye çalışıyor.

Kültürel yakınlık var

Tabi bir de kültürel aynılık ve yakınlık meselesi var. Ermeniler, Hıristiyanlığı Bizans’tan da önce ilk kabul eden millet olmakla övünüyorlar. Bu da onlara ‘Batı medeniyetine ait olma’ imkánı sunuyor. Hálbuki DoÄŸu Hıristiyanlığının Batı dünyasıyla iliÅŸkileri ortada. Haçlı seferleri sırasında bile doÄŸu Hıristiyan cemaatlerinin çoÄŸu Müslüman komÅŸularına karşı Avrupa’dan gelen ‘Frenkler’ yani Hıristiyanlarla aynı safta savaÅŸmaktan kaçınmıştı. Ä°ÅŸbirliÄŸi yapan bir kaç Ermeni beyliÄŸi kısa sürede bertaraf edilmiÅŸti.

Fakat bugün baktığınızda bir Ermeni kültürel olarak bir Fransız ya da Belçikalıdan daha fazla herhalde bir Türk’e ya da Ä°ranlıya yakındır. Dolayısıyla kültürel yakınlık, medeniyet özdeÅŸliÄŸi, vs. argümanlarıyla çok fazla mesafe alınamayacağı ortada.

Sonuç olarak, Türkiye-Ermenistan iliÅŸkilerinde tarih ve duygudan reel-politiÄŸe geçmenin zamanı gelmiÅŸ durumda. Ä°ki ülke ve millet arasındaki psikolojik engelleri asmak için jestler yapılmalı, adımlar atılmalıdır. CumhurbaÅŸkanı Gül, ‘futbol diplomasisi’ni vesile ederek bu kapıyı araladı. Türkiye bu süreçte büyük devlet refleksiyle hareket eden taraf olmalıdır. Aynı iyi niyet ve samimiyeti Erivan da göstermeli ve bu tarihi fırsatı kaçırmamalıdır.

Açık GörüÅŸ - 14 Eylül 2008