Türkiye ekonomisi üzerine bir makale dizisi kapsamında, bu yazıda, ekonominin genel bir resmini sunacağım. Bu serinin ilk sayısı, çoğunlukla son yirmi yılda inşa edilen olumlu reel ekonomik dönüşüm ve güçlü altyapı hakkında olacak. Bununla birlikte, önümüzdeki sayılarda finansal, makro-parasal zayıflıkları da derinlemesine inceleyeceğim.
Amaç, elbette, bir kısım politika önerileri ortaya koymak, yeni bir bakış açısı sağlamak ve seçim sonrası için bir yol haritası çıkarmak. Nitekim, Türkiye liberal ve müdahaleci politikalar arasında dengeli bir çizgide ilerlerken; siyasi istikrardan ve başkanlık sistemine geçişten henüz tam olarak yararlanabilmiş değil.
Her şeyden önce, pandemi nedeniyle son dönemde yaşanan belirsizliklere, bölgedeki savaşlara, finansal spekülasyonlara, bölgesel çatışmalara, enerji ve gıda krizlerine, ticaret savaşlarına ve darbe girişimine rağmen Türkiye'nin uzun vadeli ekonomik görünümü umut verici. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Türkiye Yüzyılı'nda yeni bir canlanma, çok daha güçlü bir ekonomi vaat ediyor.
Deprem sonrası hızlı bir toparlanma ve yeniden canlanma telaşı ise devam ediyor. Ayrıca, finansal değişkenlerdeki dalgalanmalara rağmen, Türkiye'nin reel ekonomik aktivitesi ağırlıklı olarak pozitif seyrediyor. Türk şirketleri büyümeye devam ediyor. Büyük enflasyon ve kur dalgalanmalarına rağmen ekonomi 2021'de %11,4 ve 2022'de de %5,6'lık bir büyüme kaydetti.
Toparlanmaya Giden Yol
Türkiye mevcut durumdaki savaşlar, farklılaşan politikalar ve siyasi belirsizlikler nedeniyle oluşan küresel ekonomik belirsizlikten etkileniyor. Bununla birlikte, reel ekonomi tarafı, son 20 yılda bir başarı öyküsü haline geldi. Bu arada da Türkiye, kendine özgü politika yaklaşımlarıyla (milli teknoloji açılımında olduğu gibi) daha bağımsız bir kalkınma politikası benimsiyor görünüyor.
Büyüme oranları (yıllık, %)
Kaynak: TÜİK ve SBB
Büyüme oranları 2022'de %5,6, 2021'de %11,4 ve 2020'de (pandemiye rağmen) %1,9 olarak gerçekleşti. Türkiye, özellikle de 2020'nin pandemi döneminde bile büyüyebilen birkaç ülkeden biriydi. Kişi başına düşen GSYİH, son 20 yılda Dünya Bankası'nın üst-orta gelir eşiğini aştı. Yeni hedef, yüksek gelirli ülkeler ligine girmek.
Türkiye ekonomisi artık 1990'lardaki kadar kırılgan değil. Ekonomi, şoklara daha dayanıklı ve kendine yeter haline geldi. Günümüzde dışa bağımlılık azalmış, ekonomik bağımsızlığın artırılması da ön planda tutulmaktadır. Kamu-özel ortaklıkları da ülkenin daha maliyetli dış finansman seçeneklerinden kaçınmasına yardımcı oldu.
Güçlü altyapı, son 20 yıllık hikâyenin mihenk taşıdır. Özellikle ulaşım, lojistik, sağlık, eğitim, savunma sanayii, milli teknoloji girişimi, sanayi ve imalat alanlarındaki stratejik altyapı yatırımları, Türkiye ekonomisini dönüştürmeye yardımcı oldu.
Türk Yüzyılı vizyonu da son 20 yılda yerleşik olan bu güçlü altyapı ve siyasi istikrar üzerine inşa edilmiş yeni bir dürtüdür. Bir dizi yeni unicorn (hatta şimdi decacorn), yüksek teknoloji teşvikleri, teknolojik ilerlemeler ve başarılı girişimcilerle gelişen bir teknoloji sektörü, ekonomik dönüşümü desteklemeye yardımcı olacaktır.
Mali disiplin de bir başka önemli başarı öyküsüdür. Kamu maliyesi günümüzde çok daha sağlıklı ve disiplinlidir. 2022'de %0,9 civarında olan düşük bütçe açığı da (vergi tahsilatlarındaki %100'den fazla artış sayesinde) iyiye işaret. Mali disiplin de böylece büyük ölçüde sağlandı.
Ekonomik Bağımsızlık
Daha iyi bir resim için, bir adım geri atıp büyük resmi de görmemiz gerekiyor elbette. Türkiye son dönemde nispeten bağımsız bir siyasi ve ekonomik duruşa sahip oldu. Bu arada ülke, uzun vadeli finansal kırılganlık sorunlarını da nispeten kısa sürede çözmeyi hedefliyordu. Kısa bir zaman diliminde, uzun vadeli hedeflere ulaşma amacı da doğal olarak çok maliyetli oldu.
Türkiye, savunma ihtiyaçları ve askeri teçhizat için yüksek dışa bağımlılığını ise çözdü. Ancak üstlenilen bu yüksek risk göz önüne alındığında, Türkiye ya çok daha güçlü bir bölgesel ekonomik ve küresel siyasi ağırlık merkezi olarak yükselecek ya da başka bir finansal krizle karşı karşıya kalacak. Ben ilk seçeneği daha olası görüyorum. Bu politikalar ekonomik bağımsızlığın artmasına da yardımcı oluyor.
Büyük bir cari açık sorunu da bir realite. İhracat güçlü, ancak ithalat daha güçlü seyrediyor. Enerji ve diğer emtia, altın ithalatı çok büyük. İthalatın fiyat esnekliği de küçük seyrediyor. Yani üretim ve ihracat için de büyük hacimli ara mallara ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak en önemlisi, bu devasa cari açığın finansmanı daha büyük bir sorun konumunda.
Türkiye'nin kendine ait bir rezerv para birimi de yok. Dolayısıyla da dış açıklarını finanse etmek için her zaman döviz cinsinden likiditeye ihtiyaç duyar. Bu nedenle de ya cari açığını sıfırlaması gerekecek ya da gerekli rezervlere her zaman erişilebilmelidir. Öte yandan, geçmişin büyük miktarlardaki kısa vadeli portföy yatırımları ise büyük finansal istikrarsızlıklara neden olmuştu.
Devasa altın ithalatı ise günümüzde, daha fazla ekonomik ve finansal bağımsızlık arayan çoğu gelişmekte olan ülkenin bir gerçeği haline geldi. Türkiye'de ise nükleer santral gibi yeni enerji yatırımları, doğal gaz ve petrol keşifleri, yenilenebilir enerji yatırımları, enerji ithalatını azaltmak için atılmış önemli adımlardır.
Türkiye, yeni dönem İpek Yolları ve yeni ticaret yollarının da merkezinde. Türkiye'nin çevresinde yeni nesil transit, lojistik ve ulaşım yolları inşa ediliyor. Bu yepyeni demiryolu, liman ve karayolları sayesinde ülke, Doğu ve Batı ekonomilerini ve ticaret yollarını birbirine bağlayabilir. Aynı zamanda Orta Doğu, Doğu Akdeniz, Orta Asya, Kafkasya ve Rusya'nın hidrokarbon rezervlerinin lojistik ve transit geçişi için yeni bir merkez olarak da konumlanabilir.
Öte yandan ekonomik bağımsızlık, en azından 1923 İzmir İktisat Kongresi'nden bu yana, modern cumhuriyet için temel bir endişe konusudur. Lozan Konferansı'ndaki Türk delegesi de ağırlıklı olarak ekonomik bağımsızlıkla ilgileniyordu. Osmanlı döneminden kalan tüm kapitülasyonlar ve özel ekonomik ayrıcalıklar o zamanlar reddedilmişti. Türkiye bugünlerde de aynı ekonomik bağımsızlık kaygılarına sahip görünüyor.
Türkiye'nin içinde bulunduğu küresel çalkantıyı yeni markalar yaratarak, katma değerini artırarak, bölgesel veya uluslararası her türlü siyasi ve ekonomik sorunda söz sahibi bir ülke olarak konumunu güçlendirerek, fırsata çevirmesi gerekiyor. Kimseyi taklit etmeyen, kimseye yaranmak zorunda olmayan bir Türkiye gerçeği oluşmalıdır.
Öte yandan, siyasi istikrarsızlık ve belirsizlikler de bağımsız bir ekonomik düzenin oluşmasının önünde birer engel olacaktır. Dış şoklara karşı dayanıklılık arttırılmalıdır. Ancak bunun için endüstriyel dönüşümle birlikte Türkiye'nin rekabet avantajının da artırılması gerekiyor. İhracatın katma değeri artmaya devam etmelidir. Finansal derinleşme de bağımsız bir Türkiye için önemli ve kritik bir önceliktir.
Üretim ekonomisi
Kesin olan bir şey var ki, nadir finansal dalgalanmalara rağmen, Türkiye'deki yüksek reel büyüme oranlarını sağlayan temel unsurların başında dinamik Türkiye ekonomisi, üretim ekonomisi olmaya odaklanma ve Türkiye'deki işletmelerin girişimci ruhu gelir. Bu dinamizm ve değişen mantalite sayesinde imalat sanayi, ihracat ve sanayi üretimi hala sağlam seyrediyor.
Güney Kore veya Tayvan gibi Asya Kaplanları örneklerinde olduğu gibi, ihracata dayalı imalat ve sanayi üretimi politikası, mevcut büyüme ikilemine (artan ihracat ile artan açıklar) de çözüm olabilir. Bu dönüşüm, aynı zamanda, kalitesiz inşaat sektörü yerine, Türkiye'nin ekonomik toparlanmasının ve ülkenin refaha giden yolunun yeni motoru da olabilir.
Türkiye'nin ticari dinamizmi ve gücü, Doğu ile Batı arasındaki ticaret için stratejik konumu, nüfusun girişimci ruhu, bir enerji merkezi olarak artan rolü, genç ve büyük nüfusu ve devasa bir iç pazarı Türk ekonomisinin kayda değer güçlü yönleridir.
Türk bankacılık, beyaz eşya, sermaye malları, oto sanayi, askeri donanım, İHA'lar ve gemiler gibi imalat sektörleri zaten Avrupa standartlarında. İlk milli elektrikli araç (TOGG), savaş gemileri, Kaan savaş uçağı ve drone'lar, Türkiye ekonomisinde ve savunma sanayisinde yeni bir dönüşüm dalgasına öncülük ediyor.
Güçlü tüketici talebi şu anda ekonomiye yardımcı olmaya devam ediyor. Ama bu durum sürdürülebilir değildir ve daha fazla uluslararası taleple değiştirilmelidir. Tüketici harcamaları ve iç talep, son yıllarda Türkiye ekonomisinde çok büyük bir pozitif faktör oldu. Genç nüfus, göç dalgaları ve turizm bu olumlu rakamda önemli roller oynadı.
Meyveleri Toplama Zamanı
Türkiye uzun bir yapısal ve ekonomik dönüşüm yolunda. Kendi finansmanı veya yurt içi tasarrufları sınırlı olduğundan, çok büyük dış finansmana ihtiyacı vardı. Bu durum zaman zaman finansal istikrarsızlıklara da yol açmıştı. Kamu-özel ortaklıkları, ülkenin bu yatırımlarının bir kısmını finanse etmesine yardımcı oldu. Merkez bankası finansmanı bile etkin bir şekilde kullanıldı.
Burada kritik bir nokta, milli elektrikli araç, nükleer enerji reaktörü, enerji yatırımları, büyük altyapı yatırımları, savunma sanayi, hatta sağlık ve eğitim yatırımları gibi çoğu döviz rezervi tüketen devasa yatırımların neredeyse tamamı bitmek üzere. Bu yatırımların çoğu gerçekleşti.
Dolayısıyla artık Türkiye'nin tüm bu mega projelerin karşılığını alması ve meyvelerini toplama zamanı. Ülke, döviz rezervlerini yeniden inşa edebilir, döviz kuru ve fiyat istikrarına ve hatta cari fazlaya ulaşabilir. Devasa savunma ihracatı, otomobil ve diğer yüksek teknoloji ihracatı, enerji bağımsızlığı, potansiyel olarak 100 milyar doları aşan turizm, Türkiye'nin cari açığını en aza indirmesine ve uzun süredir askıda olan finansal istikrarı sağlamasına yardımcı olacaktır.
[Sabah, 13 Mayıs 2023].