SETA > Yorum |
Devleti TekelleÅŸtirme ve Teo-Politik Tasavvurlar

Devleti TekelleÅŸtirme ve Teo-Politik Tasavvurlar

Dini hizmeti kendi tekelinde görmek ve bunun için hem diğer İslami aktörleri tasfiye yetkisini kendine tanımak hem de bu yolda uluslararası aktörlerle tartışmalı işbirliklerine girmek kabul edilebilir bir durum değildir.

Arap Baharı sonrasında Kuzey Afrika ve OrtadoÄŸu’da öne çıkan konulardan birisi Ä°slamcıların geleceÄŸidir. Bu konu Tunus’tan Mısır’a ve Türkiye’den Yemen’e bütün siyasi sistemlerin gündemi durumundadır. Ä°hvan’ın iktidardan düÅŸürülmesi ve terör örgütü ilan edilmesine kadar bu konu Ä°slamcıların iktidarla ne yapacağı üzerine odaklanmaktaydı. Zira bölgedeki örgütlü gruplar olarak Ä°slami hareketler Arap Baharının getirdiÄŸi deÄŸiÅŸim dalgasından en fazla istifade eden aktörlerdi. Kısa sürede ise yeni bir tür otoriterlik üretmekle ve kendi Ä°slamcı gündemlerini dayatmakla suçlandılar ve tasfiye edildiler. Tunus’ta RaÅŸid GannuÅŸi’nin esnek siyaseti sayesinde bir uzlaÅŸma üretilebildi ancak iktidar oyunundan bir ÅŸekilde tasfiye edilme ihtimali hala mevcut. Ä°slamcıların kısa süreli iktidar deneyiminde göze çarpan bir husus da Ä°slami gruplar arasındaki rekabet oldu. Mısır’da Selefi Nur Partisi’nin askeri darbeye aktif destek vermesi dikkat çekmiÅŸtir. Böylece, Mısır’da Ä°slamcı aktörler bir uzlaÅŸma üretemedikleri için Åžiici-Vahhabi kutuplaÅŸmanın getirdiÄŸi sert teo-politik söylem ve pratikleri aÅŸacak bir demokratik Ä°slami tecrübe yaratılamadı. Ä°slamcı aktörlerin birbirine düÅŸmesinden istifade eden otoriter-seküler eski elitler yeniden iktidarı ele geçirdiler.

Ä°hvan hattı yer altına itilirken Selefiler etkisizleÅŸtirildi. Daha da ilginç olan Ä°hvan’ın yeni dönemdeki kaderi henüz belli deÄŸilken ilham kaynağı olan Türkiye’deki Ä°slami hareket yeni bir dönemece girmiÅŸ görünmekte. Bu yazının amacı yukarıda resmedilen çerçevede Türkiye’deki Ä°slami hareketin geleceÄŸini Ak Parti-Gülen Cemaati arasındaki mücadele üzerinden okumaktır.

Ä°SLAMÄ° HAREKET NEREYE GÄ°DÄ°YOR?

KuÅŸkusuz Türkiye’deki Ä°slami hareket OrtadoÄŸu’daki Ä°slami hareketlerden ayırt edici özelliklere sahiptir. Kolonyal bir geçmiÅŸe sahip olmaması, aÅŸkın bir devlet tahayyülünün dominant bir kod olması ve ÅŸiddete bulaÅŸmamış olması bunlardan bazılarıdır. Yine, Kemalist laikliÄŸin güvenlikleÅŸtirici politikası yüzünden “Ä°slami sistem talebi” hep dolaylı olarak dillendirilebilmiÅŸtir. Bu sebeple Milli GörüÅŸ partileri dahil Ä°slami aktörlerin büyük çoÄŸunluÄŸu “Ä°slamcı” tanımlamasını kabullenmemiÅŸlerdir. Åžeriatın uygulanması talebi de kamusal alana taşınamamıştır. Daha ziyade baÅŸörtüsü, dini eÄŸitim ve daha Ä°slami bir hayat yaÅŸama arzusu etrafında bir Ä°slami hareket ÅŸekillenmiÅŸtir. Bu hareketin taşıyıcıları arasında aydınlar, dernekler, dergiler ve radikal örgütlenmeler olsa da ana yapı Milli GörüÅŸ ve cemaatler/tarikatlar (NakÅŸiler ve Nurcular baÅŸta olmak üzere) tarafından temsil edilmiÅŸtir. Bu aktörlerin ilki siyasal parti olarak iktidara gelmeyi ve bu ÅŸekilde Ä°slamlaÅŸmayı temin etmeyi hedeflemiÅŸtir. Ä°kinci grup ise toplumsal alanda örgütlenerek dini yaÅŸamın zenginleÅŸtirilmesini amaçlamıştır. Türkiye’deki Ä°slami grupların Ä°slamlaÅŸmanın nasıl olacağı konusundaki metot farklılaÅŸması siyasete müdahil olma ÅŸekillerini de etkilemiÅŸtir. Milli GörüÅŸ partileri ile cemaatler (MSP-Nurcular; RP-Ä°skenderpaÅŸa) arasında yaÅŸanan gerilimler bir yanıyla dini temsil anlamında bir rekabetin diÄŸer yanıyla da metot farklarının sonucuydu. Hatırlanacağı üzere 28 Åžubat süreci Ä°slami Hareketin (baÅŸlangıcı 1980’lere giden) dönüÅŸümüne ivme kazandırdı. Bu sürecin “istenmeyen bir sonucu” olarak Milli GörüÅŸ’ün içinden çıkan siyasetçiler kendilerini bu hareketten ayrıştırarak yeni bir çizgiyi oluÅŸturdular ve 2002’de iktidara geldiler. Muhafazakar demokrasi (Ak Parti) olarak adlandırılan bu yeni çizgi bir yandan Ä°slamcı siyaseti reddederken diÄŸer yandan kapsayıcı ve muÄŸlak bir medeniyet söylemi geliÅŸtirdi. 2000’li yılların etkili cemaati ise Milli GörüÅŸü Ä°slamcı olmakla eleÅŸtiren ve ulus-ötesi bir hizmet ağına dönüÅŸen Gülen hareketi olmuÅŸtur. Bu noktada ÅŸunun altını çizmeden geçmemek lazım: Türkiye’de Ä°slami hareketin geleceÄŸini düÅŸünürken kendisini Ä°slamcı olarak nitelemeyi reddeden iki aktörün ( Ak Parti ve Gülen Cemaati) yaÅŸadığı dönüÅŸümü incelemek zorunda olmak bir ironi oluÅŸturmaktadır. Bu iki aktör hem Ä°slami hareketin kendi dönüÅŸümünü hem de ülkenin demokratikleÅŸtirilerek devlet kurumlarının reforme edilmesini ana gündem maddesi yapmışlardır. Reform konusunda saÄŸlanan ittifak önemli bir sinerjiyi açığa çıkarmıştır. Kemalist baskıcı oligarÅŸinin geriletilmesinde ve parçalanmasında bu sinerji çok etkili olmuÅŸtur. 2010 referandumu ve 2011 seçimlerine kadar Kemalist hegemonik bloÄŸu parçalayan bu sinerji Ak Parti ile Cemaat arasında bir ittifak üretmiÅŸtir. Siyasal partilerle arasına mesafe koyan Gülen cemaati ilk defa bir siyasal partiye angaje olmuÅŸ ve parti tabanı ile cemaat tabanı yakınlaÅŸmıştır. Karşılığında ise hayır ekonomisi alanında sivil toplumda geniÅŸlemesinin yanı sıra kritik devlet kurumlarında yaygın ve derin bir kadrolaÅŸma fırsatı bulmuÅŸtur. “Yeni Türkiye’nin” oluÅŸturulmasına katkı saÄŸladığı düÅŸünülen bu iki aktör arasındaki iliÅŸkiler 7 Åžubat 2012 MÄ°T Krizi ile yeni bir evreye girdi. Bu iki aktör arasındaki siyasa gerilim dershanelerin kapatılması tartışması ve 17 Aralık 2013 süreci ile açık bir iktidar mücadelesine dönüÅŸtü. Bu mücadele Türkiye’deki Ä°slami hareket açısından ne ifade etmektedir?

Ä°slami hassasiyetlere sahip iki aktör OrtadoÄŸu’daki Ä°slamcı hareketler gibi bir imtihandan geçmektedir. Hem de on yılı aÅŸkın bir iktidar tecrübesinden, baÅŸarısından ve kazanımlarından sonra. Daha açık söylemek gerekirse, hem Ak Parti hem kendisini dini hayır ve hizmet örgütlenmesi olarak sunan Gülen Cemaati de ciddi bir sınavdan geçmekte. Bu sınavın muhtemel sonuçlarına odaklanmadan önce iki aktörün din-siyaset baÄŸlamında konumlarını yakından incelemek yerinde olacaktır.

AK PARTÄ°'NÄ°N FARKI

Ak Parti’nin kendisini Milli GörüÅŸ’ten ayrıştırmasındaki en önemli yanlardan birisi dini cemaat/hareket olma iddiasından vazgeçmesiydi. Böylece hem iktidar olmanın gerektirdiÄŸi pragmatizm ve yüksek performans gösterilebildi hem de Ä°slami talepler karşılanırken Ä°slami ilkeler gündelik siyaset adına yıpratılmamış oldu. Ak Parti’nin bu baÅŸarılı tecrübesi OrtadoÄŸu’daki Ä°slami hareketlere apaçık bir ilham kaynağı oldu. Ä°hvan iktidardan düÅŸürülmeseydi muhtemelen benzer ÅŸekilde partileÅŸme sürecini tamamlayacaktı. Selefiler ise partileÅŸme sürecinde ilkesiz ve fırsatçı bir tarz üreterek bunun ne kadar sancılı olduÄŸunu gösterdiler. Arap Baharı sonrasında Ak Parti, çok katmanlı bir medeniyet söylemi sayesinde bazı Ä°slam kavramları siyasal söyleminin gündemine taşısa da bu temalar Ä°slamcı yukarıdan aÅŸağı bir siyaset üretmeye matuf deÄŸildir. Daha ziyade Ä°slami hassasiyetlere sahip bir siyasetin bölgesel yeni dil arayışının tezahürleridir. Bölgedeki Åžiici-Vahhabi teo-politik söylemi karşılamak isteyen bir çabadır. Ä°ç siyasette seslendirilen muhafazakar temalar (dindar nesil yetiÅŸtirmek, kızlı-erkekli tartışması vs.) ise Ä°slami taleplerin sönümlendiÄŸi sınırları ve laikliÄŸin pekiÅŸtirildiÄŸi sınırları belirginleÅŸtirmiÅŸtir. Gülen Cemaati ise en başından itibaren Milli GörüÅŸü Ä°slamcı olmakla eleÅŸtirmiÅŸ ve Ä°slami söylemle parti siyaseti yapılmasını reddetmiÅŸtir. Demokrasi ve laikliÄŸe yaptığı vurgu ile içte, dinler arası diyaloÄŸa çaÄŸrısı ile de dışta Ä°slamcı olmadığı algısını pekiÅŸtirmiÅŸtir. BilindiÄŸi üzere Ä°slamcı kelimesi Batı dünyasında negatif içerikle yüklenmiÅŸ durumdadır. Türkiye’de ise durum daha karmaşık. Ä°slamcı tanımlaması iktidarı/devleti ele geçirme anlamında olumsuz görülmektedir. Ä°slami hassasiyetlere sahip çıkma ve Ümmetin menfaatini koruyan aktör olma anlamında ise olumlu bir anlam taşımaktadır. Ä°kinci anlamda siyaset yapmayı önceleyen Ak Parti ve Gülen Cemaati Ä°slamcı olmayı reddetmektedir. Ancak söylemleri ve yaptıkları ile Ä°slami hareketin geleceÄŸini belirlemektedir.

Söyleminin yanı sıra Milli GörüÅŸ’ün Ä°slamcı olma noktasında eleÅŸtirildiÄŸi iki konu vardı: Gizli bir Ä°slamlaÅŸma gündemine sahip olmak ve bunun için devleti ele geçirmeye çalışmak. Bu da siyasal bir mühendislik projesi peÅŸinde olmak anlamına gelmekteydi. Son dönemde Gülen Cemaati’ne yakın medyada Ak Parti’nin önde gelenleri özellikle Mavi Marmara olayından sonra Ä°slamcı olmakla (Ä°ran’a yakın siyaset takip etmekle) eleÅŸtirilmeye baÅŸladı. Ayrıca, Kemalistler gibi yukarıdan aÅŸağı toplumu dizayn etmeye çalışmakla suçlandı. Ä°lginçtir son günlerde de Gülen cemaati devleti ele geçirmek istemekle yani bir anlamda negatif olduÄŸu düÅŸünülen “Ä°slamcı” bir gündem takip etmekle eleÅŸtirilmektedir. Belirli bir din yorumuna sahip kadroların organize ÅŸekilde devlet içinde odaklanması ve siyasal dizayn yapmak için uluslararası ittifaka girmesi konuÅŸulmaktadır.

MÜCADELENÄ°N SONUÇLARI

Aslında devleti ele geçirme gayreti Türkiye siyasi hayatında birçok ideolojik hareket için söz konusu edilmiÅŸtir. 1990’larda bu suçlama daha çok Ä°slami hareketler için gündeme getirilmiÅŸtir. 28 Åžubat darbesinin irticayı iç tehdit tanımlaması olarak sunmasının altında bu suçlama/korku yatmaktaydı. 2002’de iktidara gelen Ak Parti muhafazakar demokrasi söylemi ile devleti ele geçirerek yukardan aÅŸağı bir Ä°slamlaÅŸma hedefinin olmadığını içte ve dışta ilan etmiÅŸ oldu. AB sürecine de sahip çıkarak demokrasiyi içselleÅŸtirdiÄŸini ve yeni laiklik tanımlamasıyla da Ä°slami kesimleri sisteme entegre ettiÄŸini gösterdi. Bazı sosyal bilimcilerin “Kemalizm’in baÅŸarısı” olarak selamladığı bu entegrasyon Ä°slami renklerin kamusal alanda temsilini kolaylaÅŸtırdı. Türkiye’deki vesayet rejimi Ä°slami aktörlerin eliyle dönüÅŸtürüldü. Farklı kimlik taleplerine (kamuda baÅŸörtüsü özgürlüÄŸü dahil) yönelik güvenlikleÅŸtirme önemli ölçüde sonlandırıldı. Bütün bu normalleÅŸme sürecinin yeni tamamlandığı bir aÅŸamada 17 Aralık süreci ile yeni bir evreye girildi. Ak Parti ve Gülen Cemaati arasındaki iktidar ve söylem mücadelesinin Ä°slami harekete muhtemel etkilerini ÅŸu ÅŸekilde sıralayabiliriz.

Ä°lk olarak, özünde bir siyasal parti/hükümet ile cemaat arasındaki iktidar mücadelesi olmasına raÄŸmen yeni bir teo-politik söylem ÅŸekillenmektedir. Bu defa kapışma Kemalistlerle Ä°slamcılar arasında deÄŸil; iki Ä°slami hassasiyete/iddiaya sahip aktör arasında. HesaplaÅŸma hem yargı-emniyet-istihbarat marifetiyle gerçekleÅŸtirilmeye çalışılmakta hem de Mahkeme-i Kübra hatırlatılmaktadır. “Beddua/padiÅŸah” ve “haÅŸhaÅŸin/sahte veli” suçlamalarında görüleceÄŸi üzere sert bir söyleme savrulmuÅŸ durumda. Bu teo-politik söyleme tepki olarak yeni bir laiklik tanımı ve pratiÄŸi arayışı ortaya çıkabilir. Siyasal ve dini huzuru kaçıran sert dini söylemler yapı bozumuna uÄŸratılarak terkedilebilir.

Ä°kinci olarak, bu mücadele Gülen Cemaati’ni aşırı siyasallaÅŸtırarak dini hizmet ve heyecan iklimini siyasetin sert kayalarında harcamaktadır. Gülen Cemaati’nin dini söylemi gittikçe sorunsallaÅŸtırılmakta ve diÄŸer Ä°slami gruplar tarafından ötekileÅŸtirilmektedir. En çok da Gülen Cemati’nin dini misyonu ve seçkinlik/üstünlük duygusu eleÅŸtirilmektedir. Aslında birçok Ä°slami cemaat/tarikat kendisini fırka-i naciye olarak görür. Amaç Hz. Peygamber döneminin gerçek Ä°slami hayatını gerçekleÅŸtirmektir. Allah’ın inayeti fırka-i naciye ile birlikte olacaktır. Ancak bazı Ä°slamcı gruplardaki bu “sahih Ä°slami anlayışı” temsil iddiası dışlayıcı bir mahiyete bürünmektedir. Ümmetin yerine kendisini koyan bu tür gruplar hem diÄŸer Ä°slami aktörleri gerekli görürlerse tasfiye etme hakkını kendine tanımakta hem de bunu Ä°slami bir vazife olarak büyük bir gönül rahatlığıyla yapmaktadır. Åžia’yı küfürle itham eden Selefiler de Sünnileri gerçek Ä°slam’dan sapmakla suçlayan Åžiicilik de aynı ruh haline bürünmektedir. Afganistan’dan Suriye’ye farklı Ä°slami yorumlara sahip Müslümanları yok etmeyi rahatlıkla benimseyen bu ruh hali gerçek Ä°slam’ı temsil iddiasının mutlaklaÅŸtırılmasının marazıdır. DiÄŸer bir deyiÅŸle, Ümmetin yerine kendini koymaktır. Bu iddianın en tehlikeli yönü misyonunun önüne çıkan her ÅŸeyi devirmeyi kendinde hak görmesidir. Engellendikçe daha kesin inançlı baÄŸlılar oluÅŸturmasıdır. Daha etkin olmak için radikalleÅŸtikçe her ÅŸey araçsallaşır ve ilkelerden uzaklaşılır. Bu da bir gizli gündemi olan bir örgüt algısı yaratır. Böylece siyasetin bütün negatif unsurları dini bir hareketi fakirleÅŸtirir. Bu nokta dini hareketlerin siyasetle yaÅŸadığı imtihandır.

Gülen Cemaati’nin, bütün iddialarının aksine, ümmetin yerine Cemaati koymakla aynı “Ä°slamcı” hatayı tekrarladığı söylenmektedir. Latif ErdoÄŸan’ın Gülen Hareketi’ne yaptığı eleÅŸtiri bu meyandadır: “Burada üzerinde durulması gereken konu ‘cemaat’a yüklenen anlamdır. Bediüzzaman Hazretleri’nin bu kavramdan kastı bütün bir ümmettir. Dolayısıyla onu ümmetin küçük bir parçasına indirgemek, en azından eksik ve yanlıştır. Ayrıca, ‘cemaat’ kavramına daha sonra yüklenen anlamlarla Nur hareketinin uzaktan yakından alakası yoktur.”

ÜMMETÄ°N MASLAHATI KISTASI

Ümmetin maslahatına en iyi kendi siyaset tarzının hizmet ettiÄŸini ileri sürmek bir dini grup için anlaşılabilir. Ancak bunu tekelinde görmek ve bunun için hem diÄŸer Ä°slami aktörleri tasfiye yetkisini kendine tanımak hem de bu yolda uluslararası aktörlerle tartışmalı iÅŸbirliklerine girebilmek ileri bir aÅŸamadır. Dini kurtuluÅŸ iddiası siyasal iktidarı da ele geçirmeyi içerirse teo-politik bir iddiayı ve söylemi üretir. Bu yönüyle OrtadoÄŸu’da çatışmayla sonuçlanan kutuplaÅŸmacı teo-politik söylemlere zemin hazırlayan bir boyut taşımaktadır. Böyle bir süreç hayır ve hizmet idealini sekteye uÄŸrattığı gibi olumsuz anlamda eleÅŸtirilen Ä°slamcılığı yeniden üretir. Ä°ktidarın yozlaÅŸtırıcı etkisinden partiler kaçamazken dini bir grup kendini korumada daha korunaksızdır. Gülen’in ÅŸahsına yönelik polemikler ve suçlamalar bir dini liderin maneviyatının siyasetin kıyıcı gündemine nasıl alet edildiÄŸini göstermektedir.

Üçüncü olarak, bu iktidar mücadelesi Ä°slami hassasiyetlere sahip aktörlerin Türkiye kamusal hayatına vurdukları Ä°slami rengi sınırlandırmaktadır. Yolsuzluk ve paralel devlet suçlamaları samimiyetsizlik, adaletsizlik ve hırs görüntüsü oluÅŸturmaktadır. BaÅŸarılarıyla özgüveni yükselen Ä°slami hareket zenginlik, iktidar, paylaşım ve adalet sınavında düÅŸük performans göstermektedir. Hayır sektörünün yolsuzluk ve iktidar arayışı ile birlikte konuÅŸulur hale gelmesi yine olumsuz bir gidiÅŸ olarak deÄŸerlendirilebilir. Dini grupların hizmet iddiası büyü bozumuna uÄŸramakta ve beÅŸeri/seküler yan açığa çıkmaktadır. DiÄŸer bir tabirle, bu mücadele dini olanla seküler olanın aslında ne kadar melez bir konumda durduÄŸunu bir kez daha göstermektedir.

Dördüncü olarak, Türkiye Ä°slami hareketinin Sünni kodlarında mevcut olan “aÅŸkın devleti” benimseme tavrı Ak Parti iktidarında somutlaÅŸmış ve rejim ile hükümet bütünleÅŸmesine yönelmiÅŸti. Gülen Cemaati’nin devleti ele geçirmekle suçlanması ve Hükümetin de devletçi/Kemalist reflekslere bürünmekle eleÅŸtirilmesi devlet konusunu yeniden sorunsallaÅŸtırmaktadır. Devlet kime aittir? Post-Kemalist bir dönemde devlet bir partinin ya da dini cemaatin mi olacaktır? Kısa vadede devletin kurumları içinde gerçekleÅŸen mücadele bir yandan istikrarsızlık ve yeni bir vesayet odağı ile hesaplaÅŸma anlamına gelmektedir. Bunun Gülen Cemaati etrafında bir güvenlikleÅŸtirme dalgası yaratması ihtimali mevcuttur. Devletin kritik kurumlarında örgütlü gruba yapılacak tasfiye önceki dönemin klasik aktörlerini dengeleyici bir konumda geri getirebilir.

Uzun vade de ise yukarıdaki soruların cevabını aramak devlet tahayyülünü somut bir zemine indirmekte ve aÅŸkınlığını kaybettirmektedir. Ayrıca, bu da yeni bir toplumsal sözleÅŸmeyi ve yeni bir demokratikleÅŸme dalgasını getirecek boyutlar taşımaktadır.

Sonuç olarak, Türkiye’nin dönüÅŸümünde pay sahibi olan aktörlerin eliyle Ä°slami hareket yeni bir döneme girmiÅŸtir. Siyasetin sadece uzlaÅŸma yoluyla deÄŸil çatışma yoluyla da kendini ürettiÄŸini biliyoruz. Gülen Cemaati ile Ak Parti arasındaki mücadelenin çok yönlü (hem zenginleÅŸtirici hem fakirleÅŸtirici) etkileri olacaktır. Belki de en olumlu yanı Türkiye’deki ideolojik hareketlerin devleti dönüÅŸtürme ya da ele geçirme çabasının sorgulanması, hatta terkedilmesi aÅŸamasına gelinme ihtimalidir. Devlet, Kemalizm, laiklik ve demokrasi kavramları Ä°slami hassasiyetlere sahip aktörlerin gündemleri ve mücadeleleri üzerinden yeniden tartışılmaktadır. Devleti koruma ya da devleti ele geçirme gayretinin dini referanslarla yapılmasının sıkıntıları daha net ortaya çıkacaktır. Bu ihtimalin sert dini söylemler ve güvenlikleÅŸtirme üretmesi durumunda Türkiye Ä°slami hareketi fakirleÅŸecek ve ilham kaynağı olma ÅŸansını yitirecektir. Daha istikrarlı, daha katılımcı ve daha çoÄŸulcu bir demokrasi üretmesi durumunda ise Türkiye tecrübesi OrtadoÄŸu’daki halklara ışık tutmaya devam edecektir. Türkiye’nin dinamik sosyo-ekonomik yapısına olan güvenim bana ikinci ihtimalin galip geleceÄŸini düÅŸündürtmektedir.

[Star Açık GörüÅŸ, 9 Åžubat 2014]