SETA > Yorum |
Avrupa'nın Vicdanı Mültecilerle Sınanıyor

Avrupa'nın Vicdanı Mültecilerle Sınanıyor!

Türkiye iki milyondan fazla Suriyeli ve Iraklı mültecinin yükü ile yalnız bırakılırken AB ülkeleri ördükleri yüksek duvarlara rağmen kendi topraklarına ulaşabilen az sayıda mültecinin yükünün adil paylaşılmadığı konusunda birbirlerini suçlamaktadırlar.

Germany! Germany!” diye tempo tutuyordu Macaristan’daki mülteciler. Hedeflerinin Almanya’ya ulaÅŸmak olduÄŸunu, Macaristan’da kalmayacaklarını söylüyorlar ve Almanya’ya geçiÅŸlerine izin verilmediÄŸi için öfkeleniyorlardı. Acaba Almanya’nın kendilerini istediklerine dair bir illüzyona mı sahipler de yola devam edememelerinin tek sorumlusu olarak Macaristan’ı suçluyorlardı? Macaristan bu olayda günah keçisi pozisyonunda mı buldu kendisini? Ya da BudapeÅŸte yönetimine “kötü polis” rolü mü verildi? Almanya’ya ulaÅŸan bir kaç bin mültecinin Münih’teki insan hakları aktivistleri tarafından iyi karşılanması, kendilerine yiyecek ve giyecek yardımı yapılması oraya gitmek isteyen bütün mültecilerde “Almanya bizi istiyor” duygusu mu oluÅŸturdu? Gerçekten Almanya’daki herkes gelen mültecilere “Willkommen” diyerek kucak mı açıyor?

Gerçek ÅŸu ki Yunanistan’ın, ülkesinde her geçen gün büyüyen mülteci sorunuyla artık baÅŸ edemeyeceÄŸini görüp kendi topraklarına ulaÅŸan mültecilerin “Balkan rotası” üzerinden kuzeye geçiÅŸlerine izin vermesi sonucu Avusturya ve Almanya sınırında binlerce mültecinin birikmesi bu ülkeleri ÅŸaÅŸkına çevirmiÅŸ durumda. Avusturya’daki yabancı düÅŸmanı ve ırkçı partilerin aldıkları yüksek oy oranları ve Almanya’da yabancıları ve mültecileri hedef alan ırkçı saldırıların her geçen gün artması dikkate alındığında, Berlin ve Viyana’nın günümüzde en son isteyeceÄŸi ÅŸeyin mülteciler olduÄŸu görülür.

YABANCI DÜÅžMANLIÄžI

Almanya’da özellikle doÄŸu eyaletlerinde neo-Nazilerin mülteci ve yabancılardan arındırılmış bölgeler oluÅŸturma konusundaki cüretkâr eylemleri, son günlerde Heidenau kasabasında mülteci yurtlarına yaptıkları saldırılar, onlara yardım faaliyetlerini engellemeleri ve polisin bu konudaki çaresizliÄŸi ülkedeki ırkçılığın vardığı boyutları göstermektedir. Bunun yanında PEGÄ°DA gibi tepkisel toplumsal örgütlenmelere olan yoÄŸun katılım ülkedeki yabancı düÅŸmanlığının sadece bir neo-Nazi sorunu olmadığını, toplumun deÄŸiÅŸik tabakalarına kadar ulaÅŸan bir hastalık olduÄŸunu göstermektedir. Soykırım geçmiÅŸinin getirdiÄŸi psikolojik bariyerlerden dolayı Avusturya, Fransa ve Hollanda gibi ülkelerden farklı olarak, ırkçı partilerin en azından federal düzlemde bugüne kadar çok fazla oy alamadığı ve parlamentoya giremediÄŸi Almanya’da, aslında en az zikredilen bu diÄŸer ülkelerdeki kadar var olan yabancı düÅŸmanlığı baÅŸka ÅŸekillerde tezahür etmektedir. Siyasette yeteri kadar temsil imkanı bulamayan yabancı düÅŸmanlarının ÅŸiddete diÄŸer ülkelerdeki benzerlerinden daha fazla yöneldikleri ve giderek artan ırkçı ÅŸiddetin Almanya’daki toplumsal ve siyasal düzeni bozduÄŸu, bunun da siyasetçilerde ciddi bir endiÅŸe oluÅŸturduÄŸu görülmektedir.

Bu endiÅŸenin Alman siyasetçilerinin politikalarına nasıl etki ettiÄŸine gelince, farklı algılar ve sonuçlardan bahsetmek mümkündür. Sol spektrumda yer alan SPD ve YeÅŸiller gibi partiler mülteci karşıtlığı üzerinden ülkede ırkçılığın artmasını kendi siyasal görüÅŸleri açısından da büyük bir tehdit olarak görmekte ve Almanya’nın mültecilere karşı uluslararası hukuktan doÄŸan yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiÄŸini söylemektedirler. Bu partilerin mensupları ve daha radikal solda yer alan aktivistler ırkçıların mülteci karşıtı gösterilerine ve eylemlerine karşı aktif bir ÅŸekilde karşı gösteriler ve eylemler düzenlemektedirler. Buna karşılık BaÅŸbakan Angela Merkel’in merkez saÄŸda yer alan CDU’su, mültecilerin sayısındaki artışın ülkedeki yabancı düÅŸmanlığını artırmak suretiyle kendi tabanından seçmenlerin ırkçı partilere yönelmesine yol açmasından endiÅŸe etmektedir. Bu endiÅŸe CDU’nun mülteci karşıtı politika izlemesinin temel nedenini oluÅŸturmaktadır. Bir ÅŸekilde Almanya’ya ulaÅŸmış mültecilerin büyük bir çoÄŸunluÄŸunun hızlı bir süreç sonunda sınır dışı edilmesi ve bu uygulamanın medya üzerinden iç kamuoyuna altı çizilerek duyurulması mülteci karşıtı kesimleri yatıştırmaya ve CDU’da kalmalarını saÄŸlamaya yöneliktir. Merkel’in baÅŸbakanlığı döneminde Almanya’nın mülteci karşıtı politikasının sertleÅŸmesi ve uluslararası hukukun kendilerine sığınma hakkı tanıdığı mültecilerin bile Almanya sınırlarına ulaÅŸmasının engellenmesine dair tedbirlerin artırılması, ulaÅŸanların da sadece az bir kısmına mülteci statüsü verilmesi Almanya’nın bu konudaki politikasının genel çizgisini oluÅŸturmuÅŸtur.

GERMANY! GERMANY!

Ä°ÅŸte “Germany! Germany!” diye bağırıp Berlin’in kendilerine yardım etmelerini isteyen Macaristan’daki mültecilerin hedeflerindeki ülke olan Almanya’nın son dönem mülteci politikası bu ÅŸekildedir. Avrupa BirliÄŸi’nin mülteci politikasının ÅŸekillenmesinde de büyük rol oynayan Almanya sınırlarındaki son mülteci dalgasıyla büyük bir ikilem yaÅŸamaktadır. Özellikle Suriyeli mültecilerin Türkiye’den Macaristan’a uzanan yol boyunca yaÅŸadıkları sefalet ve acıların Alman medyasına da yansıması sonucu, bu insanlar için sınırların açılması konusunda içeride oluÅŸan baskı mülteci kabul edilmemesi konusundaki hükümet politikalarını zorlamaktadır. Bu baskı nedeniyle sınırlar açılmış ve 3 Eylül tarihi itibariyle 4.000 civarında mültecinin ülkeye giriÅŸine izin verilmiÅŸtir. Ancak bu insanların kabul edilmesi aynı zamanda mülteciler konusunda ülkede var olan tartışmayı da alevlendirmiÅŸtir. Yabancı düÅŸmanı çevreler mülteci yurtlarına yönelik saldırılarını artırırken mültecilerin yoÄŸun olarak toplandığı Bavyera Eyaleti hükümet yetkilileri kendilerinin tek başına bu yükle baÅŸa çıkamayacaklarını ve gelen mültecilerin yükünün adil bir ÅŸekilde bütün Almanya eyaletleri arasında dağıtılması gerektiÄŸi çaÄŸrısında bulundular. Alman federal hükümeti de benzer bir çaÄŸrıyı AB düzleminde yapmakta ve Almanya’ya ulaÅŸan mültecilerin bütün AB ülkelerine adil bir ÅŸekilde dağıtılması gerektiÄŸini savunmaktadır. Ancak baÅŸta Ä°ngiltere olmak üzere birçok AB üyesi mültecilere sınırlarını kapatmakta ve Almanya’nın bu önerisine karşı çıkmaktadırlar.

Bu ÅŸartlar altında AB, mülteci sorununa yönelik ortak bir çözüm üretmekten çok uzak görünmekte, bu durum da sorunun insan onuruna yakışır bir ÅŸekilde çözülmesinin önünde en büyük engeli oluÅŸturmaktadır. Gelinen noktada, hem mültecilerin AB topraklarına ilk ayak bastıkları ülkeler olan Yunanistan, Ä°talya ve Ä°spanya kendilerini Brüksel tarafından yalnız bırakılmış hissetmekte hem de bu mültecilerin asıl ulaÅŸmak istedikleri ülkeler olan Almanya, Fransa ve Hollanda gibi ülkeler AB içerisinde bu konuda bir dayanışma olmadığından ÅŸikayet etmektedirler. Her iki grup ülkenin politikacıları da yaptıkları açıklamalarda, karşı karşıya kaldıkları sorunun boyutlarının çok büyük olduÄŸundan yakınırken, Brüksel sorunun çözümü konusunda, mültecilere nasıl yardım edileceÄŸi deÄŸil Avrupa’ya yönelen mülteci dalgasının hangi caydırıcı yöntemlerle önleneceÄŸine dair politikaların peÅŸinde koÅŸmaktadır.

YÜKÜN PAYLAÅžIMI

Milli geliri 3,8 trilyon dolar olan Almanya “Balkan rotası” üzerinden topraklarına ulaÅŸan 4.000 civarında mülteci nedeniyle dehÅŸete düÅŸüp içeride büyük tartışmalara sürüklenirken, milli geliri 815 milyar dolar olan Türkiye sadece Kobani’den kaçan 180.000 mülteciye kucak açmış ve buna raÄŸmen o insanlar için bir ÅŸey yapmamakla suçlanmıştır. Türkiye iki milyondan fazla Suriyeli ve Iraklı mültecinin yükü ile yalnız bırakılırken AB ülkeleri ördükleri yüksek duvarlara raÄŸmen kendi topraklarına ulaÅŸabilen az sayıda mültecinin yükünün adil paylaşılmadığı konusunda birbirlerini suçlamaktadırlar. Mülteci yükünün adil paylaşımı kavramından bahsederken Türkiye, Lübnan ve Ürdün’ün yükünün de paylaşılması gerektiÄŸini hiç hatırlamak istememektedirler.

Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Mısır’da, Afganistan’da ve diÄŸer OrtadoÄŸu ülkelerinde politikaların ve güç mücadelelerinin ÅŸekillenmesinde her zaman müdahil olan Batılı ülkeler bu müdahalelerinin de bir sonucu olarak tezahür eden mülteci sorununun insan onuruna uygun bir ÅŸekilde çözülmesi konusunda sorumluluktan kaçmakta ve bunun bölgesel bir sorun olduÄŸunu ileri sürmektedirler. Ancak Avrupa içlerine kadar ulaÅŸan son mülteci dalgası ve Ege Denizi’nde sahillere vuran küçücük bedenler gösteriyor ki, yaÅŸanan bu dramın sorumluluÄŸundan kimse kaçamayacaktır. Türkiye mülteciler konusunda, eksik de olsa elinden geleni yapmaya çalışmakta ve yüksek ekonomik ve sosyal maliyetine raÄŸmen, sınırlarını sığınmak için gelen insanlara hep açık tutmaktadır. Avrupa’nın da artık üzerine düÅŸeni yapma zamanı gelmedi mi? Türkiye’nin kendi sınırlı imkânlarıyla mülteciler için 5 milyar dolar harcadığı bir ortamda AB’nin 70-80 milyar dolar harcaması gerekmiyor mu? Türkiye’nin iki milyon mülteciyi kabul ettiÄŸi ÅŸartlarda AB’nin 20 milyon mülteci kabul etmesi gerekmiyor mu? AB’nin, kendi sınırlarına hep daha yüksek duvarlar örüp bir yandan da baÅŸka ülkelerin mülteciler için yaptıklarını eleÅŸtirmeyi bırakıp kendisinin de elinden gelen katkıyı vermesi için daha kaç çocuÄŸun cesedinin sahillere vurması gerekiyor? Ancak sahillere vuran çocuk cesetlerinden, mülteciler için bütün yaptıklarına raÄŸmen, devleti ve halkıyla Türkiye’nin de sorumlu olduÄŸunu unutmamamız gerekiyor. SavaÅŸlardan ve çatışmalardan kaçarak ülkemize sığınan bu çaresiz insanlara kucak açma konusunda üzerimize düÅŸeni gerçekten yaptık mı?

[6 Eylül 2015, Star Açık GörüÅŸ]