SETA > Yorum |

AB ile Ä°pler Koparsa

Tren kazası, raydan çıkma, duraklama, dondurma, vs. derken Türkiye’nin AB üyeliÄŸi belirsiz bir istikamette ilerliyor. Kıbrıs meselesinden dolayı müzakere sürecinin yavaÅŸlatılması, bundan sonraki dönemle ilgili önemli ipuçları veriyor. Bu belirsizlik ve gerginlik ortamında AK Parti hükümeti AB üyeliÄŸi konusunda eski heyecan ve kararlılığını muhafaza edebilecek mi? Bugün Kıbrıs diyen AB, yarın baÅŸka konularda ayak diretecek ve müzakere sürecini fiilen sona erdirecek mi?Limanların açılması ve dolayısıyla Kıbrıs meselesinden dolayı müzakerelerin askıya alınması iki ihtimali gündeme getiriyor: Ya AB, çok ilkeli ve tutarlı bir politika izliyor ve temel prensiplerden taviz verilmeyeceÄŸini söylüyor ya da AB’nin, Türkiye’nin üyeliÄŸi konusunda hala büyük ÅŸüpheleri var.

Tren kazası, raydan çıkma, duraklama, dondurma, vs. derken Türkiye’nin AB üyeliÄŸi belirsiz bir istikamette ilerliyor. Kıbrıs meselesinden dolayı müzakere sürecinin yavaÅŸlatılması, bundan sonraki dönemle ilgili önemli ipuçları veriyor. Bu belirsizlik ve gerginlik ortamında AK Parti hükümeti AB üyeliÄŸi konusunda eski heyecan ve kararlılığını muhafaza edebilecek mi? Bugün Kıbrıs diyen AB, yarın baÅŸka konularda ayak diretecek ve müzakere sürecini fiilen sona erdirecek mi?Limanların açılması ve dolayısıyla Kıbrıs meselesinden dolayı müzakerelerin askıya alınması iki ihtimali gündeme getiriyor: Ya AB, çok ilkeli ve tutarlı bir politika izliyor ve temel prensiplerden taviz verilmeyeceÄŸini söylüyor ya da AB’nin, Türkiye’nin üyeliÄŸi konusunda hala büyük ÅŸüpheleri var.

 

 Her iki ihtimali de doÄŸrulayan göstergeler var. Ä°spanya, Portekiz ve Ä°ngiltere gibi ülkelerin AB üyeliÄŸi yıllar sürdü. Tam üye olduktan sonra da büyük sorunlar yaÅŸadılar. Aynı ÅŸey Türkiye için de geçerli olacak.Fakat AB’nin Kıbrıs konusunda ilkeli bir siyaset izlediÄŸini söylemek mümkün mü? Pek çok Avrupalı siyasetçi, toprak ve federasyon sorunları çözülmeden Kıbrıs Rum kesiminin AB’ye alınmasını büyük bir hata olarak görüyor, ama bunu açıkça söyleyemiyor. AB kurallarına göre toprak sorunu olan aday bir ülke, o sorun çözülmeden AB’ye kabul edilmemeli. Neden? Çünkü bu, o sorunu AB’nin bir meselesi yapmak olur. Kıbrıs Rum kesimi, hami ülkesi Yunanistan’ın desteÄŸi ve baskısıyla AB’ye alındığında Kıbrıs sorunu, AB’nin bir sorunu haline geldi. Yunanistan yeni 10 ülkenin üyeliÄŸine Kıbrıs Rum kesiminin alınması ÅŸartıyla destek vereceÄŸini söyledi ve istediÄŸini elde etti. Fakat AB politikacıları Kıbrıs sorununa adil bir çözüm bulmak yerine, Kıbrıs Rum kesiminin “tam üye” olduÄŸu fikr-i sabitine takıldılar ve topu Türk tarafına attılar.

Kıbrıs meselesinin siyasi bir sorun olarak Türkiye’nin müzakere sürecini tıkayacağı biliniyordu. Buna raÄŸmen AB, Türk ve Rum kesimlerine eÅŸit baskı yapmak yahut iki tarafa eÅŸit mesafede durmak yerine, Rum kesiminin argümanlarıyla Türk tarafına yüklenmeyi tercih ediyor. Türk tarafı burada da önemli bir adım attı ve Kuzey Kıbrıs üzerindeki izolasyonların kaldırılması halinde Türk hava ve deniz limanlarını Rum kesimine açacağını söyledi. Avrupalılar bunu da yeterli görmüyor. Üstelik açık ve gizli verdikleri bütün sözleri ihlal ederek ÅŸimdi bize ÅŸunu diyorlar: Kıbrıs konusunda bizim vaadimiz siyasi idi, sizin imzaladığınız Ankara AntlaÅŸması ise hukuki bir metin. Dolayısıyla AB vaadini yerine getirmeyebilir çünkü hukuki bir temeli yok; ama Türkiye imzaladığı antlaÅŸmayı uygulamak zorunda. Buna ilkeli siyaset denebilir mi?

Avrupa’nın Derin Åžüpheleri yahut Turkofobia

Fakat bizce ikinci ihtimal üzerinde daha fazla durmak gerekiyor. Yani AB’nin Türkiye’nin üyeliÄŸi konusunda hala derin ÅŸüphelerinin olduÄŸu gerçeÄŸi. Avrupa kamuoyunun Türkiye hakkındaki kanaatinin korku, ÅŸüphe ve ret duygularıyla dolu olduÄŸunu biliyoruz. AB’nin yaptırdığı Eurobarometer Eylül 2006 araÅŸtırmasına göre AB üyesi ülke vatandaÅŸlarının çoÄŸu, bütün ÅŸartları yerine getirse bile Türkiye’nin üyeliÄŸine olumlu bakmıyor. ÇoÄŸunluk, Türkiye’nin tam üyeliÄŸinin AB’nin deÄŸil, Türkiye’nin faydasına olacağına inanıyor. Onlara göre Türkiye AB’ye yük olacak. Belki de bir tehdit oluÅŸturacak.

Kıbrıs konusunda yaÅŸanan tıkanma, bu hissiyat ile önemli bir paralellik arzediyor. Peki bu muhalefetin arkasında ne yatıyor? Ä°slamofobia’dan sonra ÅŸimdi de “Turko-fobia” histerisine yakalanmış görünen Avrupa kamuoyu hangi endiÅŸe ve korkulardan besleniyor? Soruna bu açıdan baktığımızda AB üyeliÄŸi, meselenin sadece bir cephesini oluÅŸturuyor. Bugün Türkiye’nin AB üyeliÄŸine karşı çıkanlar, yarın bir gün Türkiye tam üye olduÄŸunda göç, entegrasyon, Avrupa Ä°slam’ı, güvenlik, Ä°slamofobia, ayrımcılık konularında fikrini deÄŸiÅŸtirecek mi?

Åžu noktanın altını çizmek gerekiyor: bugün dünya toplumlarının hemen hepsi bir güvensizlik duygusu içinde yaşıyor. Ulusal ve küresel geliÅŸmeler, Amerika’dan Kore’ye, Ä°ran’dan Fransa’ya herkesi tedirgin ediyor. Merkezini kaybetmiÅŸ bir dünya, hepimizde bir yalnızlık ve yabancılaÅŸma duygusu yaratıyor. Artık kontrol edemediÄŸimiz, akışına kapıldığımız bir dünyada yaÅŸamanın siyasi ve psikolojik maliyeti giderek artıyor. Dünya borsalarındaki bir oynama, Irak’taki ölümler yahut Çin ekonomisindeki büyüme artık hepimizin hayatını derinden ve doÄŸrudan etkiliyor.

Dünya Sistemi ve YabancılaÅŸma

Bütün bunlar bizi tam da Marks’ın yabancılaÅŸma dediÄŸi duruma mahkum ediyor. Marks’a göre yabancılaÅŸma, insanların kendi elleriyle ürettiÄŸi ÅŸeyleri artık kontrol edemez hale gelmesidir. Yani insanların ürettiÄŸi Frankenstein’ların, robotların, makinaların dünyamıza hakim olması hali. Matrix gibi bilim-kurgu filmleri, bu ‘post-modern durum’un popüler kültürdeki önemli yansımaları. Merkezini kaybetmiÅŸ, ÅŸirazesi dağılmış bir dünya, Foucault’nun tabiriyle hepimiz için bir “panopticon”a (büyük hapishane) dönüÅŸüyor. GeliÅŸen, büyüyen ama her hamlesinde kontrolü biraz daha kaybeden bir dünya.

Kuzeyin yayılımcı politikaları karşısında güney zaten uzun bir süredir bu hissiyat altında yaşıyor. Ekonomik bağımlılık, siyasi çöküÅŸ, kültürel aşınma ve kimlik erimesi karşısında kendini çaresiz gören insanlar, giderek anlamsız, nihilist bir kadere razı oluyorlar. Olaylar karşısında çaresizlik içinde olan kitleler, çözümü ya ÅŸiddet eylemlerinde ya da kendi özne oluÅŸlarını ortadan kaldıran komplo teorilerinde arıyorlar. Amerikan karşıtlığının bu kadar yüksek bir düzeye ulaÅŸması, bir tesadüf deÄŸil. Dünyadaki bütün kötülüklerin tek süper güç olan Amerika’dan kaynaklandığını düÅŸünmenin saÄŸladığı (sahte) güven duygusu yabana atılır türden deÄŸil. Komplo teorileriyle bezenmiÅŸ anti-Amerikanizm ve anti-Avrupacılık aynı zamanda aciz ve atıl kitlelerin yaÅŸadıkları yabancılaÅŸmayı izah etmek için kullandıkları güçlü bir kavramsal araç. (Ve bizim ulusalcılarımız için bulunmaz bir nimet!).

Bu yabancılaÅŸma durumu, egemenlik kavramının da anlamını deÄŸiÅŸtiriyor. Bugün küçük büyük, doÄŸulu batılı bütün ülkeler, ulusal egemenliklerini baÅŸka ülkelerle, bölgesel forumlarla, uluslararası kuruluÅŸlarla, küresel sermaye ile, evrensel bildirge ve antlaÅŸmayla bir ÅŸekilde paylaÅŸmak zorundalar. Ulusal egemenliÄŸi “hesap sorulamazlık” olarak tanımladığımızda sadece baÅŸkalarını karşımıza almakla kalmaz, aynı zamanda kendi çıkarlarımızı da tehlikeye sokmuÅŸ oluruz. Hiç bir bölgesel ortaklığı olmayan, hiç bir uluslararası antlaÅŸmaya imza atmamış, hiç bir uluslararası örgüte mensup olmayan bir ülke düÅŸünebilir misiniz?

Ulusalcılık Çözüm DeÄŸil

Ulusal egemenliklerinin eridiÄŸini düÅŸünen “Euro-skeptikler”, AB’ye ÅŸüpheyle bakıyorlar. Ve paradoksal bir ÅŸekilde, Türkiye’deki AB muhalifleriyle aynı önermeden hareket ediyorlar: “Biz ulusal egemenliÄŸimizi Brüksel’le paylaÅŸmak istemiyoruz”. Avrupa kamuoyundaki Türkiye karşıtı hissiyat, aslında Avrupa içindeki bu daralmanın bir uzantısı. Brüksel’den hazzetmeyenler, Türkiye’nin üyeliÄŸini kendi ulusal bütünlüklerine vurulmuÅŸ bir darbe olarak algılıyorlar. Türkiye’nin tam üyelikten vazgeçmesi, AB kamuoyunu muhtemelen rahatlatacaktır. Avrupalı politika yapıcıları bu rahatlığı garanti altına almak için belki bir gün kesin karar verecek ve Türkiye’nin üyeliÄŸini reddedecekler.

Avrupa bu kararı verdiÄŸinde iç bütünlüÄŸünü saÄŸlamış, ulusal bağımsızlığını garanti altına almış, rekabet gücünü arttırmış, Türkiye ve Ä°slam dünyası ile iliÅŸkilerini saÄŸlam bir zemine oturtmuÅŸ mu olacak? Siyasi vizyonu bir sonraki seçimlerin ötesine gidebilen herkes, bu sorunun cevabının ne olduÄŸunu biliyor. Türkiye ile iplerini kopartan bir Avrupa, iç kamuoyuna ulusalcı mesajlar verebilir. Bu, kısa vadeli siyasi hesaplar açısından faydalı bile olabilir. Nitekim bunun son örneÄŸini Fransız parlamentosunda oylanan sözde Ermeni soykırım yasasında gördük. Bu yasa önümüzdeki yıl Sarkozy’ye cumhurbaÅŸkanlığını getirebilir. Ama bu Fransız banliyölerini rahatlatır mi?

2007 Türkiye için seçim yılı olacak. Mayıs’taki CumhurbaÅŸkanlığı seçimi ve Ekim sonundaki genel seçimler, Türkiye’nin önümüzdeki 10 yılını belirleyecek. Türkiye’de seçimler, normal demokrasilerin tersine, ideolojik meydan muharebeleri olduÄŸundan, AB meselesi gündemden düÅŸmeyecek ve muhtemelen seçim kampanyalarının bir parçası olacak. Böyle bir süreçte AB, AK Parti hükümetinden yeni bir heyecan dalgası bekleyebilir mi? Türkiye’nin AB üyeliÄŸinin Kıbrıs gibi bir sorun yüzünden sekteye uÄŸraması karşısında Türk kamuoyu bu sürece destek verebilir mi? Bu soruları ÅŸimdi bizden çok AB’nin cevaplaması gerekiyor.