İsrail, bir süredir ‘dostlarını’ diplomatik yollardan zor durumda bırakmayı adet edindi. Türkiye’nin İsrail Büyükelçisi’nin zatında Türkiye’yi küçük düşürme niyetiyle ortaya konulan mizansene benzer bir hakarete yakın zamanda ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden da maruz kaldı. Biden’in Arap-İsrail görüşmelerine yeni bir sayfa açmak için yaptığı İsrail seyahati sırasında İsrail, Doğu Kudüs’te 1600 yeni konuta izin verdiğini açıkladı. “Yerleşimlerin dondurulması” meselesinin ABD yönetiminin Arap-İsrail barış sürecindeki en büyük önceliği olduğu dikkate alındığında, bu açıklamanın Biden’in şahsında ABD yönetimindeki barış yanlılarına özellikle Obama’ya, karşı yapılan büyük bir diplomatik gaf olduğunu söylemek mümkün. Bu gaf, İsrail’in Washington Büyükelçisi Michael Oren’in sözleriyle iki ülke arasında “son 35 senenin en büyük krizinin” patlak vermesine neden oldu. Biden, Netanyahu ile yiyeceği akşam yemeğine geç katıldı, basın toplantısında yerleşim kararını Ortadoğu barışına engel olarak gördüğünü söyledi, ABD Dışişleri Bakanlığı kınama mesajı yayınladı, Hillary Clinton Netanyahu ile sert bir telefon görüşmesi yaptı, Obama’nın Başmüşaviri David Axelrod yeni yerleşimleri ABD’ye yapılan bir hakaret olarak gördüğünü açıkladı, Clinton’in AIPAC toplantısındaki konuşmasında İsrail’in yerleşimler politikasını eleştiren kısımlar yer aldı...
ABD yönetimi çok rahatsız İsrail yönetimi ise yerleşimlerin inşası kararından haberdar olmadığını, kararın kötü bir zamanlamayla alındığı iddia etti, Netanyahu Biden’a üzgün olduğunu iletti. Fakat İsrail, inşaat kararından geri dönmeyeceğini ve Doğu Kudüs’teki Yahudi varlığını tartışmaya açmayacağını açıklayarak bir nevi ABD’nin eleştirilerine göğüs gerdi. Bütün bu gelişmeler yaşanırken İsrail, Alman Başbakanı Merkel ile Netanyahu arasında gerçekleşen ve Merkel’in yerleşimler konusunda İsrail’i sert bir biçimde eleştirdiği özel telefon görüşmesini basına sızdırarak diplomatik gaflarına bir yenisini ekledi.
Her ne kadar iki ülkeden de “dostlar arasında küçük anlaşmazlıklar olur” mesajı geldiyse de bu kriz, “küçük bir anlaşmazlık” değil. Hatta iki ülke arasındaki gerginlik yeni başlamış da değil. Obama ile Netanyahu’nun kimyalarının pek uyuşmadığı herkes tarafından biliniyor.
Bu uyuşmazlık Bill Clinton döneminde de gözlenmişti. Obama, İsrail’den sadece yerleşimlerin durdurulmasını istiyordu. Netanyahu’nun, bu isteği Doğu Kudüs’u hariç tutarak ve yarım ağızla kabul etmesi, ikilinin arasının ısınmamasına sebep oldu.
Obama döneminde ABD-İsrail ilişkilerine dair belki de en önemli olay geçen Ocak ayında gerçekleşti. Öneminin aksine birçoklarının gözünden kaçan bu gelişme Biden seyahatiyle patlak veren krizin de temellerini atmış oldu. ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General David Patraeus, Pentagon’da verdiği brifingde özetle İsrail’in barış süreci konusunda ayak diremesinin ve ABD’nin İsrail’i koşulsuz desteklemesinin hem ABD’nin Ortadoğu’daki askeri varlığına hem de bölgesel çıkarlarına ters düştüğünü iddia etti. Bu doğrultuda yönetimden İsrail’e karşı ABD’nin bölgesel çıkarlarına uygun politika yürütmesini ve Batı Şeria ve Gazze’nin Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın yetki alanı altına verilmesini talep etti. İkinci talebi reddedildiyse de ilk talebi doğrultusunda ABD yönetimi çalışmalarını hızlandırdı ki sene başından beri İsrail’e resmi ziyarette bulunan ABD’li ekabir sayısının fazlalığı bunun bariz göstergesidir.
İran pazarlık konusu Biden dahil İsrail’i ziyaret eden ABD’li asker ve diplomatlar, İsrail’in yumuşak karnı İran’ı kullanarak İsrail’i barış sürecinde somut adımlar atmaya razı etmeye çalıştı. Yapılan pazarlığa göre ABD, İsrail’e İran’ın “yakında tamamlanacağı varsayılan” nükleer silahını durdurma sözü verdi. Karşılığında başta yerleşimlerin durdurulması olmak üzere Filistin’le barışa yönelik bazı talepler de bulundu. ABD’nin talepleri İsrail açısından genel hatlarıyla kabul edilebilir nitelikteydi. Varoluşsal bir tehdit olarak gördüğü İran meselesinin çözümünü ABD’ye ihale etmek İsrail’in de işine gelirdi. Fakat Biden’in ziyareti sırasında onaylanan yeni yerleşimler, İsrail’in pazarlığın kendi tarafına düşen kısmını yerine getirmemesine ve pazarlığın bozulmasa da çatırdamasına sebep oldu.
Peki İsrail’in İran meselesinin çözümü vaadine rağmen pazarlığa riayet etmemesinin sebebi neydi? Bu noktada İran ve Kudüs gibi İsrail için iki hassas meselenin çatışmasına ve İsrail’in ikincisini seçmesine dikkat çekmemiz gerekiyor. Yani İsrail Kudüs’ten taviz vermeye yanaşmıyor. Bu durum, bazı İsrailli siyasetçilerin ve ABD’deki destekçilerinin “Kudüs bizim başkentimiz, hangi ülke başkentinde ev inşa ettiği için eleştiriliyor? Bizim için Tel Aviv’de inşaat yapmakla Kudüs’te inşaat yapmak arasında hiçbir fark yoktur. 1600 konuta verilen onayın zamanlaması yanlış, ama Doğu Kudüs’te inşaata devam edeceğiz” şeklindeki açıklamalarıyla da ortaya koyuldu.
Obama barış için start verecek Kudüs’ün Yahudilerce vaadedilen topraklar olarak anılması, Netanyahu gibi popülist bir siyasetçinin hem de sağcı bir koalisyonun başındayken Kudüs’ten taviz verir bir görüntü çizmesine engel teşkil ediyor. Bu durum İsrail hükümetini, iç siyaset uğruna Kudüs ve yerleşimler konusunda uluslararası topluma ve kanunlara karşı hareket etmeye ve dolayısıyla Ortadoğu barışını zedelemeye sürüklüyor. Bu durumda Obama yönetimi İsrail’i barışa ne kadar zorlayabilir? Her ne kadar İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Liberman “Kimse bizi barışa zorlayamaz” dese de Başbakan Netanyahu’nun iyi niyetinin sorgulandığı bir noktada Liberman’in fikirlerinin çok da önemsenmeyeceğini söylemek yanlış olmaz. Sağlık reformunu kongreden geçiren Obama, kendine güveninin arttığı şu günlerde, gerçekleşirse başkanlık döneminin başyapıtı olmaya aday Filistin-İsrail barışı konusunda ciddi adımlar atmak isteyecektir. Ne kadar başarılı olacağını kestirmek ise zor görünüyor.
İsrail hükümeti, “milliyetçi damarları” ve azımsanmayacak iç desteği arkasına alıp boyun eğmez tavrı ve “güvenlik” retoriğiyle Obama’ya kolay lokma olmadıklarını göstermeye çalışacaktır. Statüko değişecektir, ama değişim miktarını Obama-Netanyahu ikilisinden hangisinin daha çetin ceviz olduğu belirleyecektir. Obama’nın son zamanlarda izlediği en akılcı politikalardan birisi Ortadoğu barışı konusunda sorumluluğu dağıtma çabasıdır. Mesela Merkel-Netanyahu telefon görüşmesi, aslında Beyaz Saray’ın Merkel’den ricasıyla gerçekleşmiştir. Yine aynı kriz sırasında ABD yönetimi kontrollü açıklamalar yaparken, kendilerinin de bir parçası olduğu dörtlü (diğerleri AB, BM ve Rusya) İsrail’in genelde Filistin özelde yerleşim politikalarına karşı çok sert bir açıklama yayınladı. Sorumluluğun dağıtılması, ABD’nin ve diğer aktörlerin İsrail ve Filistin üzerindeki caydırıcı güçlerinin toplanmasına olanak sağladığı gibi Obama üzerindeki özellikle iç baskıyı da azaltacaktır.
İç baskıdan bahsetmişken... Büyük ihtişamla yapılan AIPAC konferansının ABD-İsrail krizine denk gelmesi şüphesiz krizin ABD’de özellikle kongre çevrelerinde İsrail lehine tekrar yorumlanmasına sebep olmuştur. Konferans, İsrailli liderlere kriz yaşadıkları ülkenin kalbinde kendilerini savunma hakkı ve ABD’li yetkililerle AIPAC’in güç gösterisi yaptığı bir ortamda görüşme olanağı vermesi sebebiyle İsrail için faydalı geçmiştir. Yine de şu günlerde sıkça söylendiği gibi: ABD’de hiçbir lobi, Pentagon kadar güçlü ve etkili değildir.