Amerika ile İran'ı karşı karşıya getirebilecek birçok başlık var. Ama bunların en kritikleri nükleer anlaşma ve Körfez gerginliği diyebiliriz. Suriye ve Yemen gibi başlıklar genelde bu ikisinin gölgesinde kalıyor. Ama bir bütün olarak baktığınızda Körfez gerginliğinin dahi nükleer meselesinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Körfez'deki gerilim İran'ın Amerikan baskısına karşı attığı bir adım. İran gerilimin konusunu değiştirme gayretinde. Kendine yönelik baskının artması halinde dünya petrol piyasalarını etkileyebilecek gücü olduğunu göstermeye çalışıyor. Amerika'nın Körfez bölgesine asker gönderme haberleri de caydırıcılık niyetiyle atılmış bir adım olarak değerlendirilebilir. Yani İran Amerika'ya ekonomik ambargoya karşı petrol akışı üzerinden Amerika'nın canını yakabileceğini söylerken, Amerika bunun askeri bedeli olacağı yönünde sinyal veriyor. Ama ikisi de çok gerçekçi sinyaller değil. Ne İran Körfez'deki akışı engelleyebilecek bir kapasiteye sahip ne de Amerika böylesi bir gelişme olduğunda askeri bir yönteme başvurabilecek durumda. Amerikan kamuoyu yıllarca askeri yöntemlerin gereksizliğine inandırılmışken, İran çılgınca bir adım atmadığı müddetçe Amerika ne kadar tehdit ederse etsin askeri yöntemlere dönüş yapmayacaktır. Bu nedenle Körfez üzerinden veya Yemen, Suriye gibi konular üzerinden bir çatışma beklemek doğru olmaz. Her ne kadar İsrail ve Amerikan bürokrasisi İran'ı vurmak istiyorsa da bu ikisi tek başına Amerikan siyasetinin akışını belirlemekte yetersiz kalacaktır. Trump yönetiminin adım atmasını engelleyebilir fakat onlar da Trump'a ve kamuoyuna rağmen böyle bir davranışın sergilenmesini sağlayamaz. Kısa ve orta vadede askeri bir gerilim beklemeye gerek yok. Bu nedenle asıl belirleyici olayın nükleer tartışma olduğunu söyleyebiliriz. Yine aynı nedenle bu başlıktan da askeri çatışma çıkmayacağını öngörebiliriz. Amerikan yönetimi ekonomik baskının şiddetini artırsa da kolay kolay sonuç alabilecek gibi görünmüyor. Hem rejim hem de İran ekonomisinin kendine has özellikleri nedeniyle bu tür baskılara direnme kabiliyetinin yüksek olduğunu biliyoruz. Obama döneminde nükleer anlaşmaya yanaştılar çünkü ekonomik baskının arkasında pozitif bir gündem taahhüdü de vardı. İran'ın özellikle ekonomik sisteme entegre edilmesi ihtimali İran'ı ikna etmede önemli bir rol oynadı. Ancak şimdi böylesi bir beklenti yok. Aksine Amerikan yönetimi İran'ı ezmek istiyor. İran da bunun farkında. Görünüşe göre İran bunu bir varoluş mücadelesine çevirme ve rejimi tahkim etmenin bir aracı haline getirme şansına bile sahip. İşte bu yüzden ekonomik baskının kronik fakat çözümsüz bir hal alma ihtimali çok yüksek. Bu da Türkiye'nin maalesef en rahatsız olacağı sonuçlardan biri. Hep söylemeye çalışıyorum. İran'a yönelik ekonomik baskı Türkiye'yi her türlü baskıdan daha fazla rahatsız eder. Ama bu mesele Türkiye'nin tek başına tersine çevirebileceği bir durum değil. Hatta Avrupalı ülkeler bile karşı tepkilerin çok işe yaramayacağını hisseder oldu. Dolayısıyla yakın dönemde İran'la Türkiye arasında ticari ilişkilerin gelişmesini beklemek yerine başka ortaklıklara hız vermek daha gerçekçi görünüyor.
[Sabah, 6 Haziran 2019].