ABD Başkanı Trump, İran'a yönelik yaptırımları artırmış, İran'ı cezalandırma stratejisini sert biçimde uygulamaya koymuştur. Ne var ki bu yeni ortam herkesten önce İran rejimine yaramıştır. Rejim kendisini tahkim etmiş, gücüne güç katmıştır. Ilımlı unsurlar tasfiye edilmiş, radikal aktörler yönetimde tam anlamıyla söz sahibi olmuştur. Bu durum İran'ın nükleer kapasitesini artırmaya dönük çalışmalarına hız vermesine yol açmış, diğer yandan yayılmacı politikalarını sürdürmesi için içeride bir meşruiyet zemini oluşturmuştur. ABD'nin İran üzerindeki baskılama politikasına İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır hararetli bir şekilde destek vermektedir. Özellikle S. Arabistan ve BAE, ABD'nin İran'ı baskılama stratejisini uygulamaya devam etmesi için gerekli maddi kaynağı temin etmekten kaçınmamaktadır. Trump öte yandan ara seçimler arifesinde İsrail'e yönelik koşulsuz desteğini sürdürmekte, bu da İsrail'in giderek daha da agresifleşmesini beraberinde getirmektedir. İsrail sadece Filistin bölgesindeki işgalci politikalarına hız vermemekte, aynı zamanda Suriye'ye yönelik baskılarını artırmaktadır. İsrail Suriye'yi İran'la savaşın ve onu püskürtmenin başlangıç noktası olarak görmektedir. İran da Suriye'deki krizin derinleşmesine dönük adımlar atmakta, Suriye sahasındaki ABD ve Fransız varlığını hedef alan saldırılar gerçekleştirmektedir. ABD'nin İran'a savaş açması an meselesidir! İran sadece Suriye'de değil, Yemen'de de daha güçlü bir varlık göstermekte, Yemen üzerinden S. Arabistan'ı hedef almaktadır. İran bölgede giderek yayılmakta, kontrolsüz biçimde büyümektedir. İsrail ve Arap ülkeleri bir yandan da bu balonu daha önce patlatmak için rekabet halindedir. Ne var ki bu süreçte İran halkı yoksullaşmakta, İran'ın karşı karşıya kaldığı ambargolar, yaptırımlar İran halkını vurmaktadır. Diğer yandan İran Irak'taki nüfuzunu da devreye sokmakta, Irak'ta yeni iç karışıklıkların gün yüzüne çıkmasına neden olmaktadır. Irak'ta devasa bir terör furyası baş göstermekte, Irak kaynaklı yeni terör örgütleri sadece Ortadoğu'yu değil, Batı dünyasını da hedef almaktadır. Öte yandan Rusya, askeri kapasitesi ile ekonomik açmazları arasındaki çelişkiyi günden güne daha fazla hissetmektedir. Rusya ne Ortadoğu, ne Akdeniz ne de Karadeniz'deki kazanımlarından vazgeçmek istemektedir. Bu durum Rusya'nın Çin'le arasındaki rekabete son verip belli ekonomik kazanımlar elde etmek adına siyasi bir işbirliği içine girmesine yol açmıştır. Böylelikle Çin, Rusya üzerinden Ortadoğu, Akdeniz ve Karadeniz'de siyasi iddialarda bulunmaya başlamıştır. Diğer taraftan Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail arasında imzalanan Doğuakdeniz doğalgaz anlaşması İsrail ve Yunanistan'ı birbirine yakınlaştırmaktadır. AB bu süreçte giderek etkisizleşmekte, buna mukabil Almanya enerjisini AB'ye liderlik etmeye değil, kendi güvenlik ihtiyaçlarını karşılamaya yöneltmektedir. Almanya'nın savunma sanayisine ve askeri kapasitesine yaptığı yatırımlar artmış, Almanya büyük bir orduyla bir kez daha Avrupa sahnesine çıkmıştır. Bu durum ABD'yi rahatsız etse de elinden bir şey gelmemektedir. Zira ABD için en temel mesele Çin'le girdiği ekonomik rekabete, askeri ve siyasi rekabetin eklenmiş olmasıdır. Küresel ve bölgesel siyaset giderek ısınmaktadır. Mücadele sertleştikçe sertleşmektedir. Bütün bunlar olurken Türkiye ne yapmaktadır? Türkiye kendi derdine düşmüştür. Siyasal istikrar bozulmuş, ülke ağır bir liderlik krizine düşmüştür. Terör örgütleri yeniden ülkeye sızmaya başlamış, toplumsal barış ve huzur bozulmuş, ekonomi zayıflamıştır. Ülke gündemi Amerika'dan gelecek yardım paketine kilitlenmiştir. Ne kötü bir kâbus değil mi? Hem de çok kötü. Unutmayın, birileri bukâbusun gerçek olmasını istiyor. Buna fırsat vermeyelim...
[Sabah, 12 Mayıs 2018].