Nükleer müzakerelerden çekilmesinin ardından Trump yönetimi İran'dan yana oldukça kritik on iki maddelik bir talep listesi yayınladı. Bu taleplerden anlaşılan o ki, Trump yalnızca İran'ın nükleer programını değil, aynı zamanda Ortadoğu'da sahip olduğu etkiyi de sorun ediyor: Listenin ilk üç maddesi İran'ın nükleer programı ile ilgili ve anlaşmaya uyulmadığı gerekçesi ile kaleme alınmış. Bir diğer madde ise İran'ın konvansiyonel silah kapasitesini de sorunsallaştırıyor. Dikkat çeken bir diğer husus ise İran'ın alıkoyduğu ABD ve müttefiki ülkelerin vatandaşlarının serbest bırakılması. Geri kalan maddeler ise İran'ın Ortadoğu'daki etkinliği ile ilgili. Bunların bir kısmı Obama döneminde de dile getirilmişti ancak bu sefer Trump yönetimi bu talepleri masaya yeniden oturmanın ön koşulu bağlamında dile getirdiği için farklı yansımaları olacaktır.
Bu bağlamda ABD'nin İran'dan talep ettiği şey elini bölgeden çekmesi. Birlikte çalıştığı vekiller ile destek verdiği örgütlerden desteğini çekmesinin başka bir anlamı yok. Çünkü İran bölge ile farklı düzeylerde ilişki kurabilmiş değil. Türkiye ve kısmen Körfez ile sahip olduğu ticari ilişkiler dışında bölgedeki siyaseti, etkinlik kurma hedefi ile şekillendiğini söylemek abartı olmayacaktır. Lübnan'da Hizbullah, Yemen'de Ensarullah, Irak'ta Haşdi Şa'bi'nin önemli bir kısmı bu ülkelerde paralel ordu konumunda. Bunların dışında onlarca Şii örgüt ve İran'a bağlı silahlı kuvvetler de Suriye ve Irak'ta çatışmalara giriyor. Kısacası İran devlet dışı silahlı örgütler üzerinden bölgede ciddi bir etkinlik alanına kavuşmuş durumda. Yeri gelmişken tekrar etmekte fayda var: İran'ın bölgedeki bu etkinliği ve hareket kabiliyeti doğrudan ABD'nin politikalarının bir sonucu. Bunu anlamak için 2003 Irak işgali sonrası ve Arap isyanlarından sonra olan bitene bakmak yeterli.
Trump yönetimi bu şartlara uymadığı takdirde çok ciddi siyasal, ekonomik ve hatta askeri yaptırımları devreye sokacağına dair tehditvari açıklamalar yapıyor. Eğer bu kararlılığını sürdürür ve zikrettiği yaptırımları hayata geçirirse İran'ın abluka altına alınması anlamına gelecek. Çünkü ABD'nin kendi izin verdiği firmalar ve ürünler dışında ticaret yapması engellenmiş olacak. İran limanlarını dahi kullanamayacak, dolar üzerinden ticaret yapamayacak. Bu yaptırımları ihlal eden diğer ülkeler de cezalandırılacak. Hatta John Bolton'a bakılırsa İran'daki Molla rejiminin devrilmesi de masada.
Şimdi ortada olan soru İran'ın bu taleplere nasıl karşılık vereceği ve Trump yönetiminin nasıl davranacağı sorusudur.
ABD'nin talep ve yaptırım listesine bakıldığında İran'ın bunları karşılamayacağı ortada. Muhtemelen ABD el yükselterek pazarlığı çok yukarıdan açmaya çalışıyor. Buna karşın İran da bazı tavizler vererek ABD'yi teskin etmeye çalışacak.
Nükleer konusunda yeni bir güvence vermesi şaşırtıcı olmayacaktır. Çünkü nükleer silah edinimi, hem ABD hem de bölgedeki müttefikleri (İsrail ve Suud) için kırmızı çizgi niteliğini taşıyor.
ABD için öncelikli olan ülkeler Irak ve Suriye. Suriye özellikle İsrail'in güvenliği açısından önemli ve muhtemelen İran'ın ilk taviz vereceği yer Suriye olacak. Hizbullah ya da bir başka milis gücün İsrail'i tehdit etmeyeceği garantisi hatta bazı bölgelerden çekilmesi akla ilk gelen pazarlık konuları. Yemen ise Suudi Arabistan için önemli ve muhtemelen ABD'nin bu ülkeyi listeye eklemesi, Suudi Arabistan'ın silah ve finans ilişkisinde pazarlık konusu olarak ABD'ye kabul ettirdiği bir madde.
Mevcut gergin ortam ve doğrudan müdahale ortamına rağmen her iki ülkenin yeniden uzlaşması da uzak bir ihtimal değil. Irak, Suriye ve Yemen'de zaman zaman doğrudan müdahalelere şahit olabiliriz. Ancak bu ülkelerdeki vekalet savaşları zaten şu anda da devam ediyor.
Kısacası, İran'ın terbiye edildiği, İsrail'in kendini güvende hissettiği ve Suudi Arabistan'ın teskin edildiği optimum bir nokta arayışı bir süre devam edecek ve bu zemin yakalandığında ise fiili gerginlik ile zımni uzlaşmanın birlikte var olduğu bir süreç yeniden başlayacak.
[Fikriyat, 31 Mayıs 2018].