2000’li yıllardan bu yana enerji sektörü Türkiye’nin en çok değişim ve dönüşüm yaşadığı sektörlerden biridir. 20 yıllık süre zarfında Türkiye, artan sanayileşmesi, gelişen ekonomisi ve büyüyen nüfusunun etkisiyle daha fazla enerji talep eder hale gelmiştir. Bu talebi karşılamak adına ise çok sayıda yatırım yapmış ve proje hayata geçirmiştir. Gelinen noktada 2002 yılında 100 terawatt-saat (TWh) olan elektrik talebinin, 2022 yılında 325 TWh’i aştığı, elektrik enerjisi kurulu gücünün 31.846 megawatt (MW)’dan 103.810 MW’a ulaştığı, toplam enerji talebinin ise 51,4 milyon ton eşdeğer petrolden (MTEP) 147 MTEP’e eriştiği görülmektedir. Cumhuriyetin yüzüncü yılına yaklaşılırken Türkiye tarihinde daha önce yapılamamış yatırımların yapılması ve gerçekleştirilememiş projelerin hayata geçiriliyor olması Türkiye’nin enerji alanında attığı adımların kararlılıkla sürdürüleceğine dair bir referans niteliğindedir. Bu projelerden biri olan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin enerji alanındaki en büyük yatırımı olan Akkuyu Nükleer Güç Santrali de 50 yıldan uzun bir zamandır nükleer enerjiyi, elektrik enerjisi kurulu gücüne eklemeyi hedefleyen Türkiye için yeni bir devrin başlangıcına işaret etmektedir.
Türkiye’nin Nükleer Enerji Tarihine Kısa Bir Bakış
Nükleer enerji Türkiye’nin yarım asrı aşkın bir süredir enerji tüketiminde yer vermeye çalıştığı bir enerji kaynağıdır. 1956 yılında Atom Enerjisi Komisyonu’nun kurulması ile kurumsal bir kimlik kazanan nükleer enerji konusundaki girişimler, 1957 yılında Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na kurucu üye olunmasıyla uluslararası ölçeğe taşınmıştır. Alandaki araştırma çalışmalarını yürütmek üzere ilk reaktör 1961 yılında hayata geçirilmiş, 1976 yılında ise elektrik enerjisi üretme amaçlı bir nükleer enerji santrali kurulması için Mersin’in Akkuyu sahası resmen tespit edilmiştir. Bu tarihten itibaren farklı ülkelerle görüşmeler yapılmış ve anlaşmalar imzalanmıştır. Ancak uzun yıllar devam eden siyasi istikrarsızlık ve beraberinde finansman sağlama konusunda karşılaşılan sorunlar nükleer güç santrali inşa edilmesini mümkün kılmamıştır.2010 yılında Türkiye Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu arasında imzalanan Akkuyu Sahasında Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletmesine Dair İşbirliği Anlaşması Türkiye’nin ilk nükleer enerji santralini hayata geçirecek nihai anlaşmadır. 1200 MW’lık 4 reaktörden oluşan toplam 4800 MW kurulu güce sahip olacak nükleer güç santralinin Türkiye’nin yıllık elektrik enerjisi talebinin yaklaşık yüzde 10’unu karşılaması planlanmaktadır. 27 Nisan tarihinde ilk nükleer yakıtın teslim alınmasıyla tesis resmen nükleer güç santrali statüsüne kavuşacaktır. Yakıtın tesliminin ardından gerekli testlerin ve düzenlemelerin yapılması ve ilk reaktörün faaliyete alınması planlanmaktadır. Geriye kalan üç reaktörün de 2026 yılına dek devreye alınması ve 2030 yılından önce santralin tam kapasite çalışır hale getirilmesi hedeflenmektedir. Dört reaktörün de faaliyete başlamasıyla santral, yılda 35 milyar kilowatt-saat (kWh) elektrik üretebilecektir.
Akkuyu NGS’nin Türkiye’ye Sağlayacağı Kazanımlar
Akkuyu NGS’nin faaliyete başlamasıyla Türkiye elektrik enerjisi kurulu gücünde çeşitliliği artırmanın yanı sıra 365 gün 24 saat istenilen miktarda kesintisiz elektrik üretebilir bir santrale sahip olacaktır.[1] Bu durum sürdürülebilir enerji arzı sağlanması noktasında Türkiye’yi daha da güçlendirecektir.Elektrik üretimi aşamasında kömür ve doğal gaz gibi fosil enerji kaynakları ile elektrik üreten santrallere kıyasla karbon salımına neden olmadan çalışması nükleer enerji santrallerinin sunduğu bir diğer önemli avantajdır. Küresel ısınma ve iklim değişikliği ile mücadele çabalarının hız kazandığı bir ortamda emisyonsuz elektrik üreten nükleer enerjinin, Paris Anlaşması’na taraf olarak iklim değişikliği konusunda tutumunu daha net ortaya koyan Türkiye için önemli katkısı olacaktır. Artan enerji talebini nükleer enerjiden yararlanarak karşılayan bir Türkiye’nin “2053’te net sıfır emisyon” hedefine ulaşması daha kolay olabilecektir. Karbonsuz elektrik üretmesinin yanı sıra gerekli koşulların sağlanması ve önlemlerin alınması durumunda son derece güvenli bir şekilde faaliyet gösterebilen nükleer santraller çevre ve insan sağlığı açısından daha kabul edilebilir görülmektedir.
Kapladığı alan açısından incelendiğinde de ekonomik çeşitliliğe katkı sağlayabilecek faaliyetlerde kullanılabilecek alanların nükleer güç santralleri ile elektrik üretim amaçlı daha az kullanılması ekonomik güvenliğe de katkı sağlamaktadır. Örneğin, yılda 1000 MW elektrik üretebilecek bir nükleer reaktör için yaklaşık 2 kilometrekare gibi bir alana ihtiyaç varken aynı oranda elektriği üretecek bir güneş enerji santrali için yaklaşık 75 kat daha fazla alana ihtiyaç duyulmaktadır.
Nükleer güç üretiminde kullanılan uranyum, diğer enerji kaynaklarına kıyasla daha fazla enerji açığa çıkarması nedeniyle de oldukça önemlidir. Günümüzde ağırlıklı olarak kullanılan nükleer güç üretme teknolojilerinde[2] 1000 MW elektrik gücündeki bir reaktörde yaklaşık 90 ton uranyum kullanılmaktadır. Yalnızca 20 gramlık bir uranyum 400 kilogram kömüre, 350 metreküp doğal gaza, 450 litre petrole eş değer enerji üretebilmektedir. 90 tonluk yakıtın kullanım ömrünün yaklaşık 3-4 yıl olduğu düşünüldüğünde de nükleer enerji santrallerinin elektrik üretmede sağladığı avantaj gözler önüne serilmektedir.[3]
Son olarak nükleer enerji teknolojilerinin diğer enerji teknolojilerine kıyasla çok daha düşük maliyetle elektrik üretebildiğini, önümüzdeki yıllarda da bu durumun devam etmesinin beklendiğini belirtmek de gerekir.[4] Mevcutta kullanılan tüm diğer enerji teknolojileri ile kıyaslandığında en yüksek kapasitede çalışabiliyor olması nükleer enerjiyi Türkiye gibi gelişmekte olan ve enerji talebi artan ülkelerde dışa bağımlılığın azaltılarak talebin karşılanması noktasında daha önemli kılmaktadır.
Nükleer enerji; kesintisiz elektrik arzı sağlayabilmesi, hizmete hazır oluşu, çevre dostu özelliği ve daha düşük maliyetle elektrik üretmesiyle enerji güvenliğine her açıdan katkı sunmaktadır. Türkiye’nin büyümeye devam ederken dışa bağımlılığı azaltma ve enerji bağımsızlığını artırma stratejisi ile de doğrudan örtüşen nükleer enerji günümüzde daha da önem kazanmaktadır. Akkuyu NGS’nin Türkiye enerji sektörünün nükleer enerji serüvenini resmen başlatarak ikinci ve üçüncü nükleer santral projelerine ön ayak olması ve yakın gelecekte somut adımlar atılarak enerji arz güvenliğinin artırılması beklenmektedir.
Uranyumun yanında toryumun da geleceğin nükleer yakıtı olarak adlandırılması ve Türkiye’nin dünyanın sayılı toryum rezervlerinden birine sahip olması ise ülke sınırları içerisindeki uranyum ve toryum varlıklarının araştırılması noktasında cesaret vericidir. Bahsi geçen kaynakların rezervlerinin araştırılması ve ekonomiye kazandırılması hedeflenirken bu hedef henüz nükleer enerjiden yararlanma konusunda yolun başında olan Türkiye’nin nükleer yakıt konusunda da dışa bağımlılığının mümkün olduğunca engellenmesi için önem arz etmektedir.
[1] İngilizcede dispatchable olarak adlandırılan bu durum talebe göre üretimin durdurulup yeniden başlatılabilmesi veya üretimin artırılıp azaltılabilmesi anlamına gelmektedir.
[2] Bugün dünya genelinde faal olan nükleer reaktörlerin yaklaşık yüzde 85’i “hafif-sulu reaktörler (light water reactor, LWR)”dir.
[3] Nükleer Akademi, “Nükleer Yakıt”, http://nukleerakademi.org/nukleer-enerji/nukleer-yakit/, (Erişim Tarihi: 25 Nisan 2023); STM Think Tech, “Nükleer Enerji ve Türkiye – Sektör Değerlendirme Raporu”, 2017, https://thinktech.stm.com.tr/uploads/docs/1608832916_stm-sektor-raporu-nukleer-enerji-ve-turkiye.pdf, (Erişim Tarihi: 26 Nisan 2023).
[4] IEA, “Projected Costs of Generating Electricity 2020”, Aralık 2020, https://www.iea.org/reports/projected-costs-of-generating-electricity-2020, (Erişim Tarihi: 19 Nisan 2023)..