İran ile ABD arasında geride bıraktığımız haftada yaşanan gerginlikleri sıralamak gerekirse uzun bir liste oluşturabiliriz. Trump yönetiminin Mayıs 2018'de nükleer anlaşmadan tek taraflı çekilmesi ve İran dosyasının yönetimin en şahin isimlerinden biri olan John Bolton'a verilmesinin ardından sular bir türlü durulmadı. Öyle ki Trump'ın Bolton öncesinde iki ulusal güvenlik danışmanını eskitmesinin asıl sebebi İran konusunda anlamlı ve kapsamlı bir strateji ve yol haritasının tam olarak ortaya koyulamamış olmasıydı. Trump sonunda aradığını buldu ve Bush döneminin de şahin isimlerinden biri olan ve İran'a karşı neo-muhafazakarların askeri müdahale tezini oluşturan en baş aktörlerden biri olan Bolton'a dosyayı teslim etti.
Trump'ın Ortadoğu siyasetini bel kemiğini oluşturan temel sütun ise İsrail. İran siyasetinin şekillenmesini sağlayan temel dinamik de bu anlamda İsrail olarak ön plana çıkıyor. Trump, İsrail'in önündeki iki engeli iktidarı döneminde "temizlemek" istiyor. Bunlardan biri Filistin meselesiyken diğeri de İran sorunu. Filistin dosyasını Kushner'e veren Trump İran dosyasını da Bolton'a devretti. Her iki meselede de durumu kontrolden çıkarma riski taşıyan temel nokta ise ideolojik bakışın baskın olması.
Bu stratejinin hedefine ulaşması için ABD yönetimi iki aracı kullanmayı tercih ediyor: Birincisi ağır yaptırımları devreye sokarak Tahran'ın diz çökmesini ve boyun eğmesini sağlamak. Son bir yıldır bu yaptırımlar İran'ın ekonomik gelirinin bel kemiğini oluşturan petrolü hedef aldı. Nitekim İran'ın petrol üretiminden elde ettiği gelir büyük oranda azaldı. Şimdi ise petrol gelirlerinin sıfıra inmesi için ABD daha kapsamlı bir ambargo rejimi oluşturmaya ve buna uymayan ülkeleri tehdit etmeye devam ediyor. En son Irak'a bir ziyaret gerçekleştiren Dışişleri Bakanı Pompeo Irak hükümetini açıkça tehdit etti ve Bağdat'ın İran'a karşı cıvatalarını yeniden sıkması gerektiğini açıkladı. Washington'ın tavrı ve yönteminden mutsuz olan Avrupa ise ABD'yi takip etmek zorunda kaldı ve İran'a yönelik ambargolara katıldı. Türkiye de benzer bir şekilde ambargo siyasetini tasvip etmese de İran'dan petrol alımını minimum seviyeye indirdi. Dolayısıyla ABD, İran'ı dizginlenme stratejisinin en önemli aracı haline gelen ambargo ile İran ekonomisini nefes almaz hale getirmiş oldu. Direniş ekonomisi uygulamalarına alışık olan Tahran yönetimi ise her şeye rağmen bu süreci ağır hasar alarak olsa da atlatabileceğini düşünüyor. Ne var ki işler hiç de Tahran'ın istediği gibi gitmeyebilir.
Şayet Bolton ikinci yöntem konusunda daha fazla taraftar toplarsa o zaman İran nükleer krizinin çok farklı bir yöne doğru kayma riski oldukça yüksek. Özellikle son haftalarda karşılıklı yapılan hamleler buna da dair önemli ipuçları sunmuş durumda. ABD'nin İran'ı dizginlemek ve sınırlamak için ambargonun yanı sıra askeri seçenekleri sürekli masa da tutuyor gözükmesi, geçen hafta Pentagonun İran'a yönelik askeri planı revize etmesi ve Körfez'de yaşanan Suud gemilerine yönelik sabotaj eylemleri siyasi gerilimin askeri gerilime dönüşmesine neden olabilir.
ABD için İran artık bir soruna dönüşmüş durumda ve bu sorunu öyle ya da böyle halletmeye çalışacak. Eğer ABD askeri seçeneği diğer hedefleri için sadece bir araç olarak yedekte tutuyorsa İran'ın yeniden nükleer müzakere masasına oturması mümkün görünüyor. Ancak askeri seçenek yedek bir unsur değil de stratejinin bir aracına dönüşürse Ortadoğu için kıyamet senaryosunu konuşmaya başlayabiliriz.
[Sabah, 18 Mayıs 2019].