Ergenekon davasından tahliyelerle ortaya çıkan manzara, Türkiye’nin normalleşme sancılarına dair yeterince malzeme sunuyor. Bugünlerde dışarı çıkanlar, dün içeri girdiklerinde olduğu gibi manzaranın en sıradan aktörlerini oluşturuyorlar. Askeri vesayet rejiminin bidayetini de nihayetini de Ergenekon davası zanneden ‘istihbarat müptelası’ neo-vesayet odağı açısından bu durum elbette böyle değil. Böyle olduğu için uzunca süredir hapsoldukları adliye ve polis koridorlarından ülkeye nizam verebileceklerini düşünecek kadar kontrolü kaybetmişlerdi. Türkiye’yi değiştirmek yerine Ergenekon unsurlarıyla yer değiştirmekten daha ileri bir ufku olmayan bu aklın, düzen kurmaya aklı ermese de bulunduğu kurumlar vesilesiyle güçlü bir provokasyon çarpanına kavuştuğu artık malumu ilamdan ibaret.
Bu akıl, Kürt meselesini bol PKK’lı öldürüp bol KCK’lı tutuklayarak, Alevi meselesini Cem evi açarak, siyaseti mahkemelerle dizayn ederek, sosyolojiyi istihbaratla idare ederek, bölgesel jeopolitiği Şia fetişiyle, vesayet rejimi bataklığını da hapishaneler marifetiyle hal yoluna koyabileceğini düşünmektedir. Ergenekon’un en trajik şekilde ete kemiğe büründüğü Erke Dönergeci’nin, bürokratik bir tenasühle Gülen Grubu’nun vücudunda ‘istihbarat dönergecine’ erdiği bir durumla karşı karşıyayız. Ergenekoncu aktörlerin basiret, zeka, ahlak ve usullerini taklit etmekten öte bir ufku olmayan neo-vesayet aklın sebep olduğu manzaralar sadece deja vu yaşamamıza sebep oluyor. 2000’li yıllarda, varoluşsal tehditler yaşayan hükümetin meşguliyetini ve tecrübesizliğini fırsat bilerek, maskeli bir şekilde güç zehirlenmesi yaşayanlar, işi 13. Ağır Ceza Mahkemesi eliyle ‘KCK travmasını’ andıran ‘özerklik ilanına’ kadar götürdüler.
Karşımızda ‘koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi’ denmesi durumu var. Osmanlı travması ve enkazı üzerine kurulan Kemalist gecekondudan ‘bir devlet’ çıkmadığı için asra yaklaşan bir zamandır ‘paralel devlet’ yamalarıyla idare edi(li)yoruz. İlk kez kurumsallaşarak sahici bir devletin vücuda gelme durumu karşısında ‘paralel devlet’ yapılarıyla mücadele imkanı ortaya çıktı. Geçmişte ortaya çıkan devlet içi örgütlenmeleri bugün tecrübe ettiğimiz ‘paralel yapıdan’ ayıran en temel ve belki de tek unsur Kemalizmi bir ideoloji olarak da sahiplenmeleridir. Lakin bu durum bütün devlet içi yapıların tamamının Kemalizm elinde büyüdüğü ve büyütüldüğü hakikatini ortadan kaldırmamaktadır.
Tam da bundan dolayı Gülen Grubu’nun Ergenekon’la mücadelesini hemen herkes şaşkınlıkla izlemişti. Ne siyasi geçmişi ne de entelektüel birikimi, grubun, Ergenekon sürecinde oynadığı rolle telif edilemiyordu. Bunun temel sebebi ise oynadığı rolün kaynağında başı sonu belli bir felsefi duruştan ve mücadele tarihinden ziyade örgütlenme gücünün bulunmasıydı. Lakin benzer bir örgütlenme gücünün AK Parti öncesi dönemde de ciddi şekilde bulunduğunu söylemek mümkündür. Dolayısı ile salt örgütlenme gücü de durumu açıklamamaktadır. Mesele, bir siyasi iradenin, ilk kez vesayet rejimine karşı 2007’de pozisyon almasıyla açılan alanda, herkesten daha fazla örgütlü olan ‘paralel yapının’ harekete geçmesinden ibarettir. AK Parti vesayet rejimi ile mücadele ederken, ‘paralel yapı’ rakibiyle mücadele etmeye başlamıştır. Bu bir süre sonra Gülen Grubu’nun kendi özel gündeminin de zuhur etmesine yol açmıştır.
Türkiye normalleşme sancılarını yönetmeye, devlet de konsolide olmaya devam ettiği sürece ‘paralel yapıların’ varoluşsal travmalar yaşaması mukadderdir. Ne dün sınırsız enerji kaynağı sağlayan ‘Erke dönergeci’ sunumunu izleyen zeka ve ahlak düzeyinin bugün tahliyeleri sonrası dillendirdikleri mesiyanik söylemin, ne de polis-yargı aklının ürettiği sınırsız siyasi operasyon malzemesi sunan ‘istihbarat dönergeci’ müptelalarının seslendirdiği mesiyanik dilin yeni Türkiye’de karşılık bulması mümkün değildir.
[Star, 13 Mart 2014]