Bir sene önce Almanya Başbakanı Angela Merkel, 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşından kaçanların çoğunluğunu oluşturduğu on binlerce mültecinin Avrupa'nın kapılarına dayanması gerçeğiyle yüzleşmek durumunda kalmıştı. Daha önceleri başta Almanya olmak üzere Avrupa Birliği ülkelerinin büyük oranda duyarsız kaldığı bu 'modern kavimler göçü' 2015 yılından itibaren Avrupa'nın mülteci krizine dönüşmüş oldu. Kimilerince bir ön-alma siyaseti olarak görülen, kimilerince Almanya'nın demografik sorunlarına kısmen de olsa bir çare arayışı olarak nitelendirilen ve yine bazı gözlemciler tarafından da 2. Dünya Savaşı'nda Alman halkı ve elitlerinin işlediği insanlık suçlarının verdiği ahlaki ve vicdani baskıdan kurtulmanın bir aracı olarak değerlendirilen bu fırsatı kaçırmak istemeyen Başbakan Merkel, ''Wir schaffen das'' / ''Biz bunu başarırız'' cümlesiyle bir anda tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. Her ne kadar sloganlaştırılan söz konusu cümleyi ilk olarak Merkel'in hükümet ortağı ve Ekonomi Bakanı Sosyal Demokrat Parti'nin Genel Başkanı Sigmar Gabriel kullanmışsa da, başta Macaristan'dakiler olmak üzere, dünyanın bir çok bölgesindeki yüz binlerce mülteci üzerindeki cezbedici etkisi nedeniyle Merkel'le özdeşleştirilmiştir.
Avrupa'nın mülteci krizinde Merkel'in dışında bir başka önemli aktör de Macaristan Başbakanı Viktor Orban. Başta Almanya olmak üzere Fransa, İsveç ve Avusturya gibi AB ülkelerinin baskılarından kurtulmak için Orban'ın 5 Eylül 2015 gecesi verdiği talimatla binlerce mülteciyi otobüslere dolduran Macaristan, böylelikle önce Avusturya'ya ve daha sonra da Almanya'ya adeta şah-mat yapmış oldu.
Bir süredir AB'nin paryası muamelesi gören Orban'ın bu adımı karşısında hazırlıksız yakalanan Angela Merkel, aradan geçen bir senelik bir zaman zarfında izlemiş olduğu inişli-çıkışlı ve tutarsız mülteci politikası nedeniyle AB'yi neredeyse parçalanmanın eşiğine getirmiştir. Bunun dışında Merkel, aynı zamanda Alman toplumunun uzun zamandır görülmemiş bir oranda kutuplaşmasına da sebep oldu. Bu kutuplaşmanın da etkisiyle son bir senelik süreçte Almanya'da üç ayrı zaman ve beş farklı eyalette gerçekleştirilen bütün seçimlerde Merkel'in yönetimi altındaki Hristiyan Demokrat Birlik partisinin (CDU) büyük oranda güç kaybettiği görülmekte. Öyle ki siyaset analistlerce yapılan değerlendirmelerde gelecek sene yapılacak olan genel seçimlerde Merkel'in, partisinin yeniden başbakan adayı olması bile sorgulanır hale gelmiş durumda.
ALMANYA'DA AŞIRI SAĞIN YÜKSELİŞİ
Taraflı tarafsız bir çok gözlemcinin ortak kanısı, Merkel'in partisinin Almanya'nın yeni gerçeği olan aşırı sağcı güçler karşısında giderek zorlandığı gerçeğidir. Yine aynı şekilde, analistlerce önümüzdeki dönem federal parlamentoda Almanya tarihinde bir ilk olmak üzere altı partiden milletvekilinin yer alacağının neredeyse kesin olarak değerlendirilmesi bile güçler dengesinin ne denli değiştiğinin göstergesidir.Kimilerince popülist, kimilerince de aşırı sağcı ve hatta neo-nazi olarak nitelenen siyasal güçlerin gerek parlamenter sistem içindeki en büyük temsilcisi olan Almanya İçin Alternatif (AfD) Partisi, gerekse sahadaki yansıması olan PEGİDA, eğer partisinin başbakan adayı olmayı başarırsa Merkel'in gelecek yıl yapılacak genel seçimlerde bu hedefe ulaşmasını engelleyecek gibi görünmekte. Aşırı sağcı söylemini giderek Merkel'in partisinin tabanını da içine alacak şekilde merkeze taşıyarak söylemsel meşruiyet üreten AfD'nin, uluslararası konjonktürün de yardımıyla bir yandan Almanya iç politikasında söylem üstünlüğünü ele geçirmeye çalıştığı, diğer yandan da 2017 yılında yapılacak genel seçimlerde çift haneli rakamlarla federal meclise girmenin hesaplarını yaptığı görülmekte.
Başta Merkel olmak üzere Alman elitleri için en korkulu rüya, uzun vadede Alman halkının içinden bir iç savaş kıvılcımının çakılmasıdır. Kimilerince hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir ihtimal olarak görülen bu durum, aşırı sağcı ve neo-nazi çevrelerin yabancı ve mülteci yanlısı Almanlara yönelik saldırıları göz önünde bulundurulduğunda hiç de olasılık dışı değildir. Bu minvalde, 2015 yılında Köln Belediye Başkan adayı Henriette Reker'e aşırı sağcı bir saldırgan tarafından gerçekleştirilen bıçaklı saldırıyı hatırlatmak yerinde olacaktır.
ULUSLARARASI PLATFORMDA YALNIZLAŞAN MERKEL
Söz konusu zorluklara AB ile ABD arasındaki ticaret savaşları da eklenince ''Acaba AB projesinin sonuna mı gelindi?'' şeklindeki soruların ortalığı kaplamaya başladığı görülmekter. Hatırlanacağı gibi bir süre önce ünlü Alman araba markası VW'nin emisyon testlerinin yanlış olduğu gerekçesiyle ABD Çevre Koruma Müdürlüğü'nün (EPA) raporları ile Almanya'ya yapılan ilk saldırıya karşı Avrupa Komisyonu da ABD menşeli Apple şirketine 13 milyar avroluk rekor oranda bir vergi faturası çıkarmıştı. ABD'li yetkililer de AB'nin bu tutumunu haksız rekabet oluşturmakla nitelendirerek, bu sefer Alman Deutsche Bank'a konut kredilerinde manipülasyon yaptığı gerekçesiyle 14 milyar dolarlık bir ceza kesmişlerdi. Bilahare cezada indirim yapmayı kararlaştıran ABD Adalet Bakanlığı yetkilileri miktarı 8,6 milyar dolara düşürmeye razı oldularsa da, kağıt üzerinde müttefik olan iki dev gücün pratik anlamda birbirlerine zarar vermeye çalışmaları Merkel'in süreç içinde kaybedeceklerinin sadece başbakanlık koltuğundan ibaret olmayabileceğine işaret etmektedir.…VE MERKEL'IN CEVABI
İçinde bulunduğumuz yıl partisinin girdiği seçimlerde üst üste yenilgiler alan Başbakan Merkel, en son Berlin eyaletinde gerçekleştirilen eyalet seçimlerinde de büyük oy kaybına uğrayarak çokkültürlülüğün merkezinde koalisyon ortağı olma imkanını yitirdi. Birlik partilerinin (CDU ve CSU) kamuoyu yoklamalarında %32-%35 gibi tarihin en düşük seviyesine gelmeleri ile Hristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) lideri Horst Seehofer'nın Merkel'in dördüncü kez başbakan adaylığı için ülkeye alınacak yıllık mülteci sayısının iki yüz bin olarak belirlenmesi şartını öne sürmesi Merkel'i geri adım atmak zorunda bıraktı. Böylelikle Merkel, Avrupa'nın mülteci krizi başladığında sarfettiği ''Biz bunu başarırız'' ifadesinden geri adım atarak, bu ifadeyi bir daha kullanmayacağını söylemek zorunda kaldı. Seehofer'nın desteği olmadan gelecek seçimlerde başbakan adayı olamayacağının bilincinde olan Merkel, söylemlerini değiştirerek, AfD'ye kaptırılan oyları geri almak için adımlar atacağının da sinyallerini vermeye başladı. Yine de söz konusu adımların sonuçlarının kitle partilerine neye mal olduğunu bilmeyecek kadar basiretsizlik göstermeyeceği düşünülen Merkel'in, komşu Avusturya'da bu stratejiyi izleyen sağ ve sol merkez partilerinin düştükleri duruma dikkat etmesi, hem şahsının, hem partisinin, hem ülkesinin ve hem de bütün Avrupa kıtasının yararına olacaktır.[Yeni Şafak Düşünce Günlüğü, 18 Kasım 2016].