- İsveç’te Kur’an-ı Kerim’e yönelik saldırıyı diğer nefret suçlarından ayıran husus nedir?
Öncelikle bu saldırı münferit alelade bir nefret suçu olarak görülmemelidir. Çünkü saldırı Danimarkalı ırkçı Sıkı Yön Partisi’nin (İsveç'te) lideri Rasmus Paludan tarafından gerçekleştirilmiştir. Aynı zamanda İsveç vatandaşı da olan Paludan ırkçılığı mahkeme tarafından tescillenmiş, 2020’de Danimarka’da hapis cezasına çarptırılmış ve avukatı olduğu barodan ihraç edilmiş bir kişidir. Paludan’ın provokasyonları istikrarlı bir şekilde hem İsveç’te hem de Danimarka’daki Müslümanları tehdit etmektedir. 2017’den beri İslam’a yönelik nefret suçları işleyen ve kamu düzeninin bozulmasına yol açan Paludan’ın bu geçmişine rağmen eylemleri İsveç polisi tarafından himaye ediliyor. Saldırıların kolektif/siyasi bir hareket tarafından gerçekleştirilmesi, uluslararası nitelik kazanması ve hükümet yetkilileri tarafından korunması durumun vahametini artırıyor.
- Kur’an-ı Kerim’e yönelik son saldırıya İsveç yetkilileri nasıl yaklaşıyor?
Geçen yıl Ramazan ayında Paludan’ın Kur’an-ı Kerim’i yakma eylemlerine hem ülke içindeki (nüfusun yaklaşık yüzde 8’ini oluşturan) Müslüman azınlığın hem de Müslüman devletlerin tepkilerine karşın İsveç polisi ve adalet bakanı ifade özgürlüğünü gerekçe göstererek izin vermiştir. Benzer bir durum son yaşanan eylemde de söz konusudur. Paludan Kur’an-ı Kerim’e yönelik saldırısını Türkiye’nin uyarısına rağmen polisten izin alarak Stockholm’deki Türk büyükelçiliğinin yakınında gerçekleştirmiştir. Eyleme ilişkin İsveç polisinin açıklamasında ise ifade ve gösteri özgürlüğüne vurgu yapılmıştır. Ancak İsveç ve benzer tutumdaki diğer Avrupalı yetkililerin gözden kaçırdığı önem bir husus ise göz yumulan ırkçı hareketlerin giderek kıtadaki ana akım siyaseti ele geçirdiği gerçeğidir.
- Kutsal değerlere yönelik nefret/hakaret içeren söz ve eylemler neden ifade özgürlüğü olarak değerlendirilemez?
Modern demokrasilerdeki pek çok hak ve özgürlük gibi ne ifade özgürlüğü ne de gösteri yürüyüşü düzenleme özgürlüğü sınırsızdır. Bu hürriyetler başkalarının haklarını veya kamu düzenini ihlal edecek biçimde kullanılamaz. Nitekim 1966’da kabul edilen Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’ne göre ifade özgürlüğü; başkalarının haklarına ve itibarına saygı ile milli güvenlik, kamu düzeni, sağlık ve ahlakı koruma amaçlarıyla sınırlandırılabilir (m. 19). Ayrıca sözleşmenin 20. maddesinde daha emredici bir düzenlemeye gidilerek “ayrımcılığa, kin ve nefrete veya şiddete tahrik eden herhangi bir ulusal, ırksal veya dinsel düşmanlığın savunulmasının” hukuk tarafından yasaklanması istenmiştir.
Benzer bir düzenleme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de mevcuttur. Bu sözleşme ifade özgürlüğünün; kamu güvenliği ve düzeninin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi ile başkalarının haklarının korunması amacıyla sınırlandırılabileceğini belirtmiştir (m. 10). Diğer taraftan BM Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme de ırkçı propaganda ve faaliyetleri yasaklamaktadır.
Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi (Venedik) Komisyonu da nefret suçunu/ayrımcılığı kışkırtan eylemlerin cezalandırılması gerektiğini vurgulamaktadır. Komisyon bu cezaların toplumun tüm kesimlerine demokrasinin; hoşgörü, insan haklarına saygı, çoğulculuk ve ayrım yapmama gibi temel değerlerini ihlal eden fiilleri onaylamadığına dair güçlü bir sinyal vereceğini belirtmektedir.
Kuşkusuz ifade özgürlüğü liberal demokrasilerin vazgeçilmez bir koşuludur. Ancak bu özgürlüğün demokrasinin temel gayesi olan çoğulculuğu ve bu bağlamda bir arada yaşayabilirliği tehdit etmesi ise kabul edilemez. Zira uluslararası normların sınırlandırma sebeplerine yer vermesinin sebebi de budur. Kur’an ve Hz. Muhammed (asm) gibi İslam dininin değerlerine yönelik hakaret ve saldırıların asıl amacının Avrupa’daki Müslümanlar olduğu ve dolayısıyla çoğulcu toplumun hedef alındığı ise çok açıktır.
- İsveç’in tutumu uluslararası insan hakları hukukuna uygun mu?
İsveç bahsi geçen BM ve Avrupa Konseyi sözleşmelerine taraf olan bir ülkedir. Dolayısıyla ülkesindeki kamu düzenini bozduğu geçen yıl yaşanan olaylarla kanıtlanmış olan İsveç’in Paludan’ın aynı provokasyonuna yeniden izin vermesi ifade özgürlüğünün kötüye kullanılması olup başkalarının hak ve özgürlükleri ile kamu düzenini ihlal etmektedir. İsveç’in bu tutumu uluslararası hukuk nezdindeki taahhütlerine aykırılık teşkil etmektedir. Ayrımcılığı körükleyen, çok kültürlülüğe ve hoşgörüye yönelik olan bu saldırılar aynı zamanda İsveç demokrasisini de tehdit etmektedir.
Nitekim Avrupa Konseyi Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonunun 5 ve 15 No’lu tavsiye kararlarında Avrupa’da İslam’ı hedef alan ırkçı ve nefret suçu içeren saldırılardan duyulan endişeden hareketle İsveç’in de aralarında olduğu üye devletlere nefret söylemini önleme ve caydırmayı tavsiye etmiştir. Kur’an-ı Kerim’e yönelik hakaretlerin hem Müslümanlara yönelik ırkçı/ayrımcı saldırılara zemin hazırladığı hem de Müslümanları provoke etmeyi amaçladığı açıktır. Sonuç olarak kamu düzenine yönelik arz ettiği ağır ve yakın tehdide rağmen Paludan’ın eylemlerine izin verilmesi uluslararası insan hakları hukukuna aykırıdır.
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) 2018’de verdiği karar dini değerlere yönelik saldırılara ilişkin ne ifade ediyor?
AİHM 25 Ekim 2018’de E.S/Avusturya davasında verdiği kararda kutsal değerlere hakaret içeren sözlerin ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirilemeyeceğine, dini hoşgörüsüzlüğü kışkırtma ihtimali bulunduğuna ve İsveç’teki son saldırıda olduğu gibi dini değerlere yönelik taciz içeren eylemlerin devletler tarafından yasaklanmasının meşru ve demokratik bir toplum düzeni için gerekli olduğuna dikkat çekmiştir. Mahkeme, Avusturya yerel mahkemelerinin Hz. Peygamber’e (asm) yönelik ifadeleri “taciz” olarak nitelendirmesini, bu sözlerin Müslümanlar arasında haklı bir öfkeye neden olduğu ve ön yargıları körükleyip dini barışı tehlikeye attığı tespitlerini kabul etmiştir.
Netice itibarıyla AİHM’in bu kararı İsveç’in ifade özgürlüğü savunusunun hukuka uygun olarak nitelendirilemeyeceğini ortaya koymaktadır. İsveç’in ifade özgürlüğünün; hoşgörü kültürünü ve çoğulcu toplumu ortadan kaldıracak, kamu düzenini bozacak şekilde kötüye kullanılmasını engellemek için ulusal mevzuat ve uygulamalarını gözden geçirmesi gerekmektedir.
Öte yandan İsveç hükümetinin yaklaşımını kendi iç hukuklarıyla da bağdaştırmak mümkün değildir. Çünkü İsveç Anayasası devlet kurumlarını dini ayrımcılıkla mücadeleyle yükümlendirmiştir. İsveç Ceza Kanunu ise yaptığı bir açıklamayla toplumun bir kesimini dini inancından dolayı aşağılayan ve böylece o dini gruba karşı diğer insanları kışkırtan bir kişiye dört yıla kadar hapis cezası verilebileceğini öngörmektedir.
Resmi veriler sadece 2020’de İsveç’te toplam 3 bin 150 nefret suçunun işlendiğini göstermektedir. İslamofobi ve nefret suçlarının yükselişi karşısında İsveç kamu kurumlarının hem uluslararası hukuku hem de kendi iç hukuklarını uygulamakta gösterdiği zafiyet ise kaygı vericidir.