Son günlerde Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un hem dış politikada hem de iç politikada bir sıkışmışlık içinde olduğu görülüyor.
Macron, Londra'daki NATO zirvesinde kendi tezlerini istediği kadar savunamamışken 5 Aralık Perşembe günü bir milyona yakın Fransız protestocu da sokağa indi. Üstelik on binlerce çalışan ulaşım, kamu hizmeti, enerji, adalet, güvenlik ve özel sektörlerde genel ve süresiz grev yaparak ulusal ekonomiyi durdurma noktasına getirdiler.
Bu noktada Macron'un iç ve dış politikadaki manevra alanının daraldığını söyleyebiliriz. İlginç bir şekilde iki yıl önce Fransa Cumhurbaşkanı seçildiğinde kendisi Batı medyası tarafından popülizme karşı "liberal düzenin kurtarıcısı" olarak tanıtılmışken, bugünkü teşebbüsleri hem uluslararası çevrelerce kabul edilmiyor hem de Fransız halkı tarafından şiddetle reddediliyor. Peki, kendisini Avrupa'da ve dünyada sözü geçen bir lider olarak gören Macron nasıl bu duruma düştü?
İlk önce bu durum, Macron'un şahsiyeti ile alakalı olmamakla beraber Fransız devletinin genel pozisyonundan kaynaklandığını hatırlatmakta fayda var. Nitekim Fransa mevcut küresel siyasetteki şekillendirici gücünü kaybetmekte. Burada özellikle Fransa'nın kendi çıkarları ABD tarafından korunmazsa kendisinin bu çıkarları müdafaa edemeyeceği açıkça görülüyor. Zira son günlerde NATO ve Suriye özelinde yaşanan tartışmalar ile geçen sene İran'a yönelik yaptırımlar konusunda bu durum net bir şekilde karşımıza çıktı. Bu tür sıcak ve kritik konularda Fransa, ABD özelinde diğer aktörlere karşı kendi politikalarını kabul ettiremedi ve gözle görülür bir prestij kaybı yaşadı.
Bu tür krizler sebebiyle Fransa kendi tezatlarıyla da mücadele etmek zorunda kaldı. Çünkü bir yandan kaybedilmiş emperyalist gücünü tekrar elde etme peşinde koşup dünyaya önderlik ediyormuş gibi davranırken, diğer yandan hem masada hem de sahada ABD hükümetinin tasarladığı stratejiyi takip etmek mecburiyetinde kaldı. İlk durumda Fransa yeterli güç olmaksızın kendi hakimiyetine dayanarak ileriye gitmeye çalışırken ikinci durumda ise bağımsızlığından taviz vererek Amerika gibi bir süper güçten yararlanıyor. İki durumda da çeşitli sorunlar mevcut. Bu ikilemin çözülmesine yönelik olarak 2018 yılında Macron hükümetinin inisiyatifi ile her ne kadar Avrupa ortak ordusunun temelini atan "European Intervention Initiative" (PESCO) kurulduysa da kısa ve orta vadede Fransa, NATO dışında başka hiçbir savunma birliğine askeri destekle beraber liderlik talebinde bulunamayacaktır.
Macron'un çelişkileri
İç politikaya bakıldığında ise Macron, yıllar boyunca izlenen kemer sıkma politikası ve neoliberal programın oluşturduğu toplumsal tatminsizliği taşımak zorunda kaldı. Her ne kadar vergi politikaları "Fransız zenginlerinin ekmeğine yağ sürecek" şeklinde algılanmışsa da Fransız halkındaki mevcut adaletsizlik duygusunu tamamen Macron'un uyguladığı politikalara yüklemek doğru değildir. 1995, 2006, 2010 ve 2016'da toplumsal eylemler bize bu durumu hatırlatıyor. Ancak bugünkü protestoculara göre Macron'un suçu, sosyal devlet yapılarına zarar veren neoliberal politikaların devam ettirilmesidir. Bir taraftan hükümet ortalama vatandaşlardan sosyal yardımların kısıtlanmasıyla daha fazla taviz ve fedakarlık beklerken, diğer taraftan Fransa hissedarlara temettülerin ödenmesi konusunda Avrupa şampiyonu ülke olmuştur. Örneğin 2019 yılının ikinci çeyreğinde 46 milyar avro dağıtılmış ve böylelikle Fransa tek başına dünyada ödenen temettülerin yüzde 10'una sahip olmuştur. Bu durumun sonucu olarak Fransız toplumunda gün geçtikçe genel adaletsizlik duygusu ve iktidara karşı güvensizlik artıyor. Bu güvensizlik duygusu, son yirmi yılda gerçekleştirilen seçimlerdeki siyasal katılımın önemli oranda gerilemesi göz önünde bulundurulduğunda daha net anlaşılmaktadır.
Nihai olarak Macron, liderlik ve reform hayallerinin ötesinde gerçek sorunlarla yüzleşmek zorunda kaldı. Bundan ötürü Macron, hem dış politikada somut ikilemler arasında kaldı hem de iç politikada büyük hüsrana uğradı.
[Sabah, 7 Aralık 2019]