Yetmişinci yılına adım atan NATO Soğuk Savaş sonrasında dönüşen güvenlik ortamı ve tehdit algılarındaki hızlı değişim nedeniyle stratejik misyonunu tanımlama konusunda önemli meydan okumalarla karşı karşıyadır. 11 Eylül saldırılarına kadar “belirsizlik” veya “terörizm” gibi geleneksel ve konvansiyonel olmayan tehditlere yönelik kendi meşruiyetini sağlamaya çalışan NATO söz konusu belirsizliklere rağmen üye sayısını yirmi dokuza yükseltmeyi başararak genişleme yönünde stratejik adımlar atabilmiştir. Genişleme yeni sorun sahalarını gündeme taşırken güvenlik ortamında yaşanan çarpıcı gelişmeler NATO’yu geleneksel olarak sadece üye ülkelerin savunmasını önceleyen bir örgüt olarak değil uluslararası güvenliğin en önemli güvenlik öznelerinden birine dönüştürmüştür. Üye ülkelerin katkı ve “oydaşma”sına bağımlı NATO icra edilen operasyonlarda kolektif güvenlik anlayışının sınırlarını yeni güvenlik ortamında test etmek zorunda kalmıştır. NATO bugün uluslararası güvenlik sorununun bütünüyle ilgilenen bir örgüt haline gelmiştir.
NATO’nun dönüşümünü gerektiren yeni sınırlar ve ortam –küresel konjonktürün gölgesi altında– çıkar çatışması ve maksimizasyonu gayretindeki üye ülkeleri bir yandan Brüksel’de kolektif güvenlik istikametinde yan yana getirmiş diğer taraftan da Libya ve Suriye gibi kriz bölgelerinde farklı çıkar ve beklentiler ekseninde yüzleştirmektedir. Londra’da 3-4 Aralık 2019’da gerçekleştirilecek NATO zirvesi üye ülkelerin müttefiklik ile bireysellik bağlamında alacakları pozisyona etki edebilecektir. Bu çerçevede NATO’nun başat üye ülkelerini küresel beklentiler, bölgesel amaçlar ve ülke bazında çıkarlar bağlamında ele almak, ittifakta herhangi bir çatlak olup olmadığını incelemek ve yeni tehdit/riskler ışığında yeniden yapılandırma ihtiyacını tartışmak gerekmektedir...