NATO ülkelerinin liderleri kritik bir zamanda gerçekleşen olağanüstü bir toplantıya katılmak üzere Brüksel’de bulunuyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bu zirvenin ana konusu olacak ve üye ülkeler NATO’nun duruşuna ve savaşı durdurmak için atılması gereken adımlara karar verecektir. Nitekim bu savaşın Avrupa’nın güvenliğini daha önce hiç olmadığı kadar tehdit ettiği göz önünde bulundurulduğunda bu zirve büyük önem taşımaktadır. Ayrıca Türkiye, barış ve istikrarın sağlanması için iki taraf arasında ara buluculuk konusunda çok önemli adımlar atmasıyla en önemli aktörlerden biri olarak ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada alanında önde gelen uzmanlar NATO olağanüstü zirvesinden neler beklenebileceği konusunda fikir vermektedir.
Hazırlayan Gloria Shkurti Özdemir
Uzmanlar Matthew Bryza Çağrı Erhan Ece Baban Murat Yeşiltaş Nurşin A. Güney Murat Aslan Talha Köse
Matthew Bryza Eski ABD Büyükelçisi, Atlantic Konseyi’nde Kıdemli Araştırmacı
Perşembe günü Brüksel’de düzenlenen NATO Zirvesi, kuruluşun (bilhassa yakın) tarihinde yapılan benzer toplantıların en önemlisi olabilir. NATO daha önce Avrupa’nın ortasında bu kadar büyük bir kara savaşı yaşanırken toplanmamıştı. Elbette mevcut durum, hem Eski Yugoslavya’daki savaşlardan daha büyük hem de akıl almaz sonuçlara gebe. Dmitri Peskov’un, Christiane Amanpour’un CNN’deki programında Rusya’nın Ukrayna’yı işgali kapsamında nükleer silah kullanması ihtimalini reddetmemesi bilhassa önemlidir. Elbette sonradan söz konusu açıklamayı biraz yumuşatarak, böyle bir durumun ancak Rusya’nın varoluşsal bir tehditle karşı karşıya kalması hâlinde yaşanabileceğini söyledi. Ancak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in varoluşsal tehdit tanımının en hafif ifadeyle öznel olduğu ifade edilmelidir. Bu nedenle ABD Başkanı Joe Biden, NATO Zirvesi’ne giderken bir yandan Putin’i Ukrayna’ya yönelik ilave saldırılardan caydıracak ek tedbirlerin alınması noktasında transatlantik dayanışmayı muhafaza etmek, diğer yandan Rusya’nın sahada mağlup edilmekle birlikte çatışmayı kimyasal veya nükleer silah kullanma boyutuna taşımamasını sağlamak gibi büyük bir sınamayla karşı karşıyaydı.
Anlaşıldığı kadarıyla Polonya’nın, Rusya’nın sahada mağlup olmasını sağlamakla birlikte çatışmayı Putin’e kitle imha silahı kullanmayı düşündürecek seviyeye taşıma ihtimalini doğuran bir teklifi bulunuyordu. Buna göre ya NATO şemsiyesi altında ya da gönüllü olan üye devletlerden müteşekkil bir barış gücü oluşturulacaktı. Bu durumda ise NATO üyelerinin askerleri ve techizatları Ukrayna topraklarına konuşlandırılıp, muhtemelen Rus askerleriyle çatışmaya girecekti. Gerçekten de NATO’yu yönetenlerin Putin’i caydırmak ve mağlup etmek için sağlam durmak ve hatta kumar oynayıp, gerilimi tırmandıracak ve belirsiz bir süreci başlatmak arasında tercih yapmak zorunda olduğu; tarihin kırılma noktalarından biri geçiyoruz.
İlaveten ABD Başkanı Biden’ın Avrupa Birliği Konseyi zirvesine toplantısına ve G7 zirvesine katılacağı hatırlanmalı. Söz konusu toplantılar çerçevesinde asıl hedefi, transatlantik dünyanın birliğini muhafaza etmek olacak. Transatlantik toplumun bu birliği sürdürme noktasında sağlam durduğu ve Biden’ın bu birlikteliği sürdürme konusunda gerçekten başarılı olduğuna şüphe yok. Avrupa Birliği Konseyi’ndeki toplantıda ise iki ana mesele masaya yatırılacak. Bunların ilki, Avrupa Birliği’nin Rusya dışındaki kaynaklardan gelen doğal gazı satın alma konusunda birlikte hareket edip etmeyeceği olacak. Diğer konu ise Rus ekonomisine yönelik ilave yaptırımlara başvurularak, Putin’in elinde maddi kaynak bırakmamak suretiyle Ukrayna’daki savaşın sürdürülememesini sağlamaktır.
Bu açıdan bakıldığında birçok Avrupa ülkesi Putin’in canını daha fazla acıtmak konusunda (söz konusu tedbirlerin kendi ekonomilerini de sıkıntıya sokacak olması dolayısıyla) direnç gösterecektir. Buna rağmen Biden’ın söz konusu devletlerin mevcut çatışmaya farklı bir perspektiften yaklaşmasını sağlayabileceğini umuyorum. Putin’in yazdığı hikâye Ukrayna’da bitmeyecek. Bunu ABD’ye birkaç ay önce sunduğu taleplerle zaten ortaya koymuştu. Putin, Ukrayna’nın dışında, NATO’nun 1997’deki büyük genişlemeden önceki sınırlarına dönmesini istiyor. Dolayısıyla hırsları Ukrayna’yla sınırlı kalmayıp, Rusya’nın Soğuk Savaş’tan sonra kabul ettiği güvenlik çerçevesinin/yapısının topyekûn yeniden düzenlenmesini kapsıyor. Yani Ukrayna’dan sonra NATO’ya ve NATO’nun alanına yönelik hamle yapmayı; belki de güç kullanarak NATO’yu değişime zorlamayı arzu ediyor.
Transatlantik toplum olarak Rusya’nın 2008 yılında Gürcistan’ı işgal etmesinden gerekli dersleri çıkarmadık. Esasen faturayı, Putin’i provoke ettiği gerekçesiyle, Gürcistan’ın genç ve enerjik (ve kimilerine göre fevri) cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili’ye çıkardık. Açıkçası ben, o dönemde Amerika-Gürcistan ilişkilerini yöneten başlıca yetkililerden biri olarak, bunun doğru olmadığını biliyordum. Putin yıllarca süren provokasyonlarda bulunmuş; nihayet Rusya’nın kışkırtmasıyla bir sıcak savaş başlamıştı. Ancak o dönemde uluslararası toplum Rusya’yı suçlamak yerine faturayı Saakaşvili’ye çıkardı. Cumhurbaşkanı Saakaşvili, Rus işgalinin devam ettiği Ağustos 2008’de şöyle demişti: “Bugün Gürcistan işgal ediliyor olabilir; ancak sırada Kırım var.” Gerçekten de Putin, Şubat-Mart 2014’te yeni bir işgale kalkışarak bu kez Ukrayna’yı hedef aldı. Kırım’ı istila, işgal ve ilhak eden Rusya, Donbas bölgesini de istila ve işgal ettikten sonra silahlandırdı. Söz konusu hamlelere cevaben bazı yaptırımlar uygulandı; ancak bu tedbirler pek sert değildi. Nitekim hâlâ bazı Avrupa Birliği üyeleri, Rusya’ya yönelik bu yaptırımların sonlandırılmasını arzu ediyor. Bu nedenle Rusya, bu ikinci işgal nedeniyle herhangi bir bedel ödememiştir.
Dolayısıyla Putin, Ukrayna’yı bir kez daha işgal etmesinin ciddi bir maliyeti olmayacağını düşünüyordu. Ancak bugün ağır bir bedel ödemektedir. Zira bugün Putin’e ağır bir bedel ödetilmez ve kendisi durdurulmazsa Polonya ve Baltık ülkelerine yönelecek; sonuçta NATO, Rusya ile bir dünya savaşına girecektir.
Bu nedenle AB liderleri ilave yaptırımları değerlendirip, daha sert yaptırımların kendi ekonomilerine zarar verebileceğinden endişe ederken bence şunu da hesaba katmalılar: Putin’in Ukrayna’ya yönelik delice savaşını durdurmaya yönelik tedbir ve yaptırımlar bizlerin canını acıtacak kadar sert değilse, buradan yapabileceğimiz daha çok şey olduğu anlamını çıkarmalıyız. Ukrayna’daki savaşı hepimiz içine çekilmeden önce sonlandırmak ve Putin’i durdurmak için atabileceğimiz daha kapsamlı adımlar var.
Çağrı Erhan Altınbaş Üniversitesi
NATO, tarihinin en önemli zirvelerinden birini gerçekleştiriyor. Bu bağlamda Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı üç temel endişeyi canlandırdı: i) Rusya ne kadar ileri gidebilir? ii) NATO genişlemesinin sonuna gelindi mi? iii)Yeni bir soğuk savaş mı başladı?
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Soğuk Savaş başlarken kurulan NATO, Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra kendisini güncellemişti. 1999’daki Stratejik Konsept belgesinden başlayarak her iki yılda bir NATO hem işini hem de coğrafi alanını yeniden tanımlamıştı. Kurucu Antlaşması’nda yer almayan konuları da gündemine alan İttifak, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. maddesinden güç alan kolektif savunma işlevini sürdürmekle birlikte bunun yanına güvenlik konularını da katmıştı. İttifak 21. yüzyılın ilk yirmi yılı boyunca bir yandan güvenlik mimarisini yeni görev alanlarına göre transforme etmiş diğer yandan da genişlemesini sürdürmüştü.
2008’de Rusya’nın Gürcistan saldırısı NATO’nun açık kapı politikasına sert bir sınama oluşturdu. Ardından yine Rusya’nın Ukrayna üzerinde artan baskıları ve Kırım’ı ilhakı genişlemenin eski Sovyet coğrafyasına doğru yapılamayacağını ortaya koydu.
Birçok başka gerekçenin Brüksel’e kalın bir kırmızı çizgi çekti. Böylelikle Ukrayna’nın üyelik ihtimali ortadan kalkmış oldu. Ancak Rusya’nın kullandığı bu yöntem tüm NATO üyelerini derinden endişelendirmiş durumda.
NATO zirvesinde bu endişelerin giderilerek dünyaya İttifak üyelerinin eskisinden çok daha fazla kenetlenmiş oldukları mesajının verilmesi büyük önem taşıyor. Fakat bunun yapılabilmesi için NATO üyelerinin gerçekten kenetlenmeleri lazım. Maalesef mevcut durum çok iç açıcı değil. NATO’nun en önemli müttefiklerinden biri olan ve aynı zamanda Rusya-Ukrayna anlaşmazlığının çözülebilmesi için en etkin diplomasiyi yürüten Türkiye’ye bir süredir bazı NATO üyeleri tarafından açık veya gizli silah ambargosu uygulanıyor. ABD, Türkiye’yi ortağı olduğu F-35 programından çıkartırken Almanya ve diğer bazı ülkeler ise askeri malzeme satışını durdurmuştur; buna son verilmesi lazım.
NATO üç sütun üzerine kurulmuştur: dayanışma, caydırıcılık ve uzlaşma. Dışarıya karşı caydırıcı olabilmenin birinci kuralı üyelerin kararlarını uzlaşmayla almaları ve her şartta dayanışma içinde olmalarıdır. Washington Antlaşması’nın 3. maddesi de bunu gerektirir. Müttefiklerin birbirlerine yaptırım uyguladıkları bir İttifak ise dışarıya karşı güvenilir bir imaj veremez.
Olağanüstü zirvede Rusya’ya uygulanmakta olan yaptırımlar gözden geçirilirken aynı zamanda da İttifakın en fazla dayanışmaya ihtiyaç duyduğu bu kriz günlerinde tam bir dayanışma içinde olunduğu mesajının da dünyaya verileceğini düşünüyorum.
Ece Baban Fenerbahçe Üniversitesi
Kuzey Atlantik ittifakı olan NATO’nun varlığı son zamanlarda İttifak içinde çıkan çatlak sesler ve Macron’un “beyin ölümü” yakıştırması ile bir sorgulanma süreci içerisindeyken Rusya’nın Ukrayna’ya düzenlediği askeri harekatın savaşa dönüşmesi ile bambaşka bir boyut aldı. Siyasi ve askeri anlamda NATO topraklarının güvenliğinin sağlanmasında ortak bir politika ve bu politikaları hayata geçirebilecek ortak yol haritaları oluşturmanın Avrupa’nın güvenlik mimarisi açısından önemi özellikle Rusya Federasyonu’nun Ukrayna topraklarını istilası ile yeniden anlaşıldı.
NATO’nun herhangi bir ülkenin güdümünde olmadan ortak tehdit karşısında hareket etme kabiliyetini genişletmek, Doğu Avrupa’da savunma güçlerini arttırmak ve çok kutuplu dünyanın enerji hegemonyasını elinde tutan Rusya’nın nükleer güç kullanma tehdidi ile mücadele etmek zirvede konuşulacak konuların başında geliyor. Özellikle Karadeniz’den başlayarak Orta ve Doğu Avrupa’nın güvenliği açısından Türkiye’nin İttifak içerisindeki hem askeri hem de diplomasi açısından varlığının önemi de bu süreçte yeniden anlaşıldı. Rusya Federasyonu ile Ukrayna arasındaki iletişimi kolaylaştırma ve çatışma alanını kontrol altında tutmaya çalışma konusundaki stratejik iletişim çalışmaları, Avrupa’da çıkan sorunları çözme konusunda ara bulucu ve toparlayıcı bir role sahip olan Merkel politikalarının boşluğunun bu yönüyle Türkiye tarafından izlenilen politikalar sayesinde doldurulacağının da bir işareti oldu. Türkiye özellikle Almanya, Polonya, Yunanistan, Hollanda ve İsrail gibi ülkelerle geliştirdiği diplomasi trafiği ile NATO 2030 vizyonu içerisinde yer alan radikalleşme, iklim değişiklikleri, düzensiz göç hareketleri gibi küresel tehditlere karşı alınabilecek önlemlerde güçlü bir çözüm ortağı olduğunu ve bunu sadece askeri gücüyle değil çok yönlü olarak geliştirdiği iletişim çabaları ile başaracağını da gösterdi.
NATO içerisinde Genel Sekreter Jens Stoltenberg’in görev süresinin uzatılmasının önemi konuşulurken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın NATO toplantısına katılımı İttifak içindeki ilişkilerin geliştirilmesi, dünyayı tehdit eden bir sorunun çözümünde diplomasi masasını şekillendirme gücüne sahip bir ülke olarak Türkiye’nin aldığı sorumluluğun İttifak ülkeleri tarafından fark edilmesi, güvenlik konusunda NATO ile Türkiye arasında yapısallaşan farklı bakış açısının giderilmesi, yaptırımların yeniden gözden geçirilmesi, Türkiye’nin Suriye’de güvenlik endişeleri ve dezenformasyon ile mücadelesi konusunda gereken desteği alması açısından da büyük önem taşımaktadır.
Talha Köse SETA
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali NATO’nun genişlemesi bahane edilerek gerçekleştiği için bu krizin İttifak açısından ayrı bir önemi bulunmakta. Özellikle NATO üyesi olan Doğu Avrupa ülkeleri ve Baltık devletleri mevcut savaş nedeni ile teyakkuza geçmiş durumdalar ve Rusya saldırılarına maruz kalmamak için müttefiklerinin desteğini artırması beklentisi içerisindeler. Bugün yapılacak zirve daha çok Ukrayna’ya komşu olan NATO üyesi ülkelerin güvenlik kaygılarının giderilmesine yönelik somut kararlar alınmasını öncelemektedir. Bu ülkelere silah ve hızlı harekat birliklerinin kaydırılması söz konusu olacak. Bu adımlar Rusya’yı da rahatsız edeceği için Moskova bu ülkelere baskılarını artıracaktır. Böylesi bir ortamda dayanışmayı artırmak ve caydırıcılık potansiyelini güçlendirmek yeni krizlerin önüne geçmek için önemli; olağanüstü NATO zirvesi bunu hedeflemekte.
NATO uzun yıllardır özellikle Batı Avrupa ülkelerinin desteğini yeterince alamamaktaydı. “Beyin ölümü”, “stratejik otonomi” gibi tartışmalar İttifaka olan güveni sarsmaktaydı. NATO üyesi ülkeler askeri konularda yatırım ve hazırlıklarını artırmaktan kaçınmaktaydı. Bunun temel nedeni ise NATO’nun fazla ABD merkezli bir karar alma ve uygulama yapısının oluşuydu. Ukrayna krizi, NATO’nun ve ABD’nin Avrupa güvenliği açısından ne denli vazgeçilmez olduğunun altını bir kez daha çizdi ve Avrupa’daki tartışmaları bir ölçüde dindirdi. Bundan sonraki süreçte İttifakın etkinliğini artırabilmesi için Avrupa’nın daha fazla sorumluluk aldığı bir çerçevenin ortaya çıkması gerekmekte. Avrupa ise stratejik kararlarda daha fazla etkin olma beklentisi içerisinde. NATO içerisinde yer alan bütün bu tartışmalar bir süre daha devam edeceğe benziyor. Yaşanmakta olan kriz NATO ülkelerini birbirine kenetledi ama bu ülkelerin kalıcı bir dayanışma ve iş birliği için yeni bir stratejik tanımlama ve karar alma yaklaşımına ihtiyaçları var. Mevcut momentum bu kararların alınması için iyi bir zemin oluşturuyor ancak Ukrayna krizi ile görünür hale gelen tartışmalar kısa vadede dinmeyecek. NATO mevcut momentumu kullanıp kendini yeniden konumlandırırsa krizin kazananı olur. Bunu biraz da Avrupalıların ellerini ne kadar taşın alına koymak isteyecekleri belirleyecek.