Son yazımızda Batılı “müttefiklerimizin” İdlib krizi konusunda Türkiye’yi desteklediklerini gösteren açıklamalarına değinmiş ve Ankara’nın bu açıklamalara güvenip güvenemeyeceği sorusunu sormuştuk.
Aslında ABD ve Avrupalı NATO müttefiklerimizin son 6-7 yıldır izledikleri Türkiye politikasına baktığımızda, bu ülkelerin ülkemize yönelik tehditler konusunda hiç de olması gereken dayanışmayı göstermediklerini görüyoruz. Hatta bazı durumlarda Türkiye’ye yönelik tehditler bizzat bu “müttefiklerinden” kaynaklandı.
PKK/YPG ve FETÖ’ye açık destek verdiler.
Türkiye’nin anayasal düzenine ve istikrarına kasteden darbe girişimleri konusunda gösterdikleri tavır ortada.
Ülkemizin ekonomik istikrarını doğrudan hedef aldılar.
Bütün bu bilgiler ışığında yukarıdaki soruya kestirme bir cevap verip “İdlib konusunda NATO müttefiklerimizin açıklamaları ne olursa olsun, elbette onlara güvenemeyiz” diyebiliriz.
“Müttefiklik” ve “dostluk” hukuku açısından böyle bir sonuca varmamızın önünde hiçbir engel yok.
Ama meseleye bir de uluslararası ilişkiler açısından asıl belirleyici kavram olan “çıkarlar” açısından bakıp, ona göre karar vermek daha doğru olur.
Yani “müttefiki” olduğu hâlde Türkiye’yi İdlib’de Rusya-İran-Esad bloku karşısında yalnız bırakan ABD ve diğer NATO üyeleri, kendi “çıkarları” gerektirdiği için şimdiye kadar izlediği politikayı terk edip farklı bir tutum içerisine girebilir mi?
Çıkarlar açısından bakıldığında NATO “müttefiklerimizin” İdlib Krizi konusunda üç hususu önemsemesi gerektiği söylenebilir.
- Meselenin mülteci boyutu
- NATO’nun geleceği açısından anlamı
- ABD’nin Suriye’deki varlığı açısından önemi
2015 yılında yaşanan mülteci dalgasının Avrupa’da mülteci ve yabancı karşıtlığından beslenen aşırı sağ siyaseti güçlendirerek başta Almanya, Fransa ve Avusturya olmak üzere neredeyse bütün AB ülkelerinde siyasi dengeleri nasıl sarstığı biliniyor. Hâlen bu sarsıntıdan kurtulamamış Avrupa ülkeleri, İdlib kriziyle birlikte gelecek yeni bir mülteci dalgasını engellemek istiyorlar.
Özellikle, Hristiyan Demokrat Parti (CDU) başkanlığını mülteci krizi yüzünden kaybeden Almanya Başbakanı Merkel’in mülteci sorununu çok önemsediği ve İdlib sorununun çözümü konusunda Türkiye ile iş birliğine en fazla istekli Avrupalı liderler arasında olduğunu görüyoruz. Buna karşılık cumhurbaşkanlığı koltuğunu biraz da Avrupa’da yaşanan mülteci krizi sonrası aşırı sağ endişesine borçlu olan Macron’un Türkiye’ye destek konusunda Merkel kadar istekli olmasa da, mülteci krizinin büyümesinin kendisini de koltuğundan edeceği endişesiyle, kendini krizin çözümü konusunda adım atmak zorunda hissettiği görülüyor.
Meseleye NATO’nun geleceği açısından baktığımızda, İdlib krizinin ABD’yi Avrupa ülkelerine göre daha fazla ilgilendirdiğini söylemek gerekir.
Washington’da, Moskova’nın Gürcistan ve Ukrayna’da örnekleri görülen saldırgan politikaları karşısında ABD’nin pasif tavrını eleştiren kesimlerin varlığı biliniyor. Bu iki ülkeden farklı olarak, bir NATO üyesi olan Türkiye karşısında Rusya’nın saldırganlığına karşı sessiz kalınmasının NATO ittifakının güvenirliği ve dünya politikasındaki ağırlığı açısından çok olumsuz sonuçları olacaktır.
İdlib’de Türkiye’nin Rusya karşısında yalnız bırakılmasından cesaret alan Moskova’nın daha agresif politikalara yönelme ihtimali ve bunun sonucunda Türkiye ile Rusya arasındaki krizin büyüyüp Suriye meselesinin dışına taşması NATO’yu zor duruma sokacaktır. Bu durumda ABD’deki güvenlik bürokrasisi, uzun zamandır çeşitli araçları devreye sokarak devirmek istedikleri AK Parti hükûmeti tarafından yönetilen Türkiye’ye Rusya karşısında yardım edip etmeme ikilemiyle karşı karşıya kalacaktır.
İdlib krizinin Amerikan çıkarları açısından diğer önemli boyutu ise, Washington’ın İdlib’i Suriye ve Doğu Akdeniz’de Rusya ile rekabette bir ön cephe olarak görüp görmediğiyle ilgilidir. Hâlen Suriye topraklarının dörtte birinden fazlasını kontrol eden ABD, Rusya’nın İdlib’de amacına ulaştıktan sonra kendi kontrolündeki bölgeye yönelme ihtimalini hesaba katıyordur.
Sonuç olarak, İdlib konusunda Batılı “müttefiklerimize” güvenemeyiz kuşkusuz, ama bu, onların İdlib’de çıkarları olmadığı anlamına gelmiyor.
“Müttefiklik” hukuku çerçevesinde olmasa bile, çıkarları doğrultusunda harekete geçip geçmeyeceklerini, geçerlerse neler yapacaklarını iyi hesap etmek ise Türkiye’nin İdlib politikası açısından önemli.
[Türkiye, 26 Şubat 2020].