Rusya ile Batılı ülkeler arasında Ukrayna üzerinden yaşanan krizin en çok zorladığı ülkelerin başında Almanya geliyor. Önemli ekonomik ortaklıklar içerisinde olduğu Rusya'nın saldırgan tutumu karşısında ne yapacağını şaşıran Berlin'in, tereddütlü tavrı gerek içeride gerekse dışarıda ciddi eleştirilere konu oluyor.
Özellikle tehdit altındaki Ukrayna'nın silah taleplerine Almanya'nın olumsuz cevap vermesi, Berlin'in Ukrayna politikasının ağır şekilde eleştirilmesine neden oluyor. Ukrayna'daki Batı yanlılarını, Rusya'nın etkisinin kırılması konusunda harekete geçiren Almanya ve AB'nin, Kırım'ın işgali karşısında yeterli tepki vermediği, Donbass bölgesinin adım adım Moskova'nın kontrolüne girmesine sessiz kaldığı ve şimdi de Rusya'nın Ukrayna'yı işgal tehdidi karşısında etkisiz politikasını sürdürdüğü yorumları yapılıyor.[1]
"Almanya'nın, Rusya'nın çıkarlarını Batı'nın çıkarlarının üzerinde tutan bir yaklaşım benimsediği" ve "İkinci Dünya Savaşı'ndan beri demokratik dünya düzeni için en büyük güvenlik tehdidi olan Rusya ve Çin karşısında Almanya'nın artık güvenilir bir partner olmadığı" yönündeki ithamlara Batı medyasında sıkça rastlanıyor.[2]
Wall Street Journal'da "Is Germany a Reliable American Ally? Nein" (Almanya güvenilir bir Amerikan müttefiki mi? Hayır) başlığıyla çıkan bir yazıdaki "Almanya için ucuz gaz, Çin'e otomobil ihracatı ve Bay Putin'i sakinleştirmek, demokratik müttefikleriyle dayanışmadan daha önemli görünüyor" şeklindeki suçlamalar, Amerikan muhafazakarlarının, Berlin'in politikasına nasıl baktıklarını açıkça gösteriyor. Aynı yazıda yer alan bir karikatürde, Almanya'nın sembolü olan kartal figürünün Rusya'yı simgeleyen kılıçlı bir ayının elindeki kalkanın üzerine resmedilmesi, herhalde NATO ittifakı içinde Ukrayna konusunda oluşan çatlağın açık bir işareti olarak görülebilir.[3]
Berlin, Rusya tehdidi karşısında bu şekilde suçlamalara maruz kalırken, Almanya Deniz Kuvvetleri Komutanı Kay-Achim Schönbach'ın Hindistan'da bir düşünce kuruluşunda yaptığı bir konuşmada "Kırım'ın Ukrayna'ya asla geri dönmeyeceği" ve "Putin'e istediği saygının gösterilmesi" yönündeki ifadeleri, Almanya'nın, Ukrayna politikası konusundaki kuşkuları daha da artırdı.[4] Her ne kadar Almanya, Schönbach'ın istifasıyla bu kuşkuları ortadan kaldırmaya çalışsa da Berlin'in Ukrayna politikasının, diğer Batılı ülkelerin çoğundan ayrıştığı ve Rusya karşısında Ukrayna'nın desteklenmesi konusunda farklı bir yol izlemeye çalıştığı görülmektedir.
Kuzey Akım 2'nin geleceği belirsiz
Almanya'nın, Rusya ve Batılı müttefikleriyle ilişkilerinde en üst sıralarda yer alan Kuzey Akım 2 doğal gaz boru hattı konusunda da izlediği ikircikli politika ile kafaları karıştırdığı görülüyor. Federal Şansölye Olaf Scholz, önce bu meselenin tamamen özel sektörü ilgilendiren bir konu olduğunu ileri sürüp Rusya'ya karşı muhtemel yaptırımlar çerçevesinde gündeme gelmeyeceğini açıkladı. Ancak gelen baskılar karşısında bu tavrından vazgeçti ve 18 Ocak'ta NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile Berlin'de yaptığı görüşme sonrasında Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı durumunda, Merkel ile Biden arasında varılan anlaşmaya atıf yapmak suretiyle, bu projenin sona ermesinin de yaptırımlar kapsamında söz konusu olabileceğini ima etti. Ancak aynı açıklamasında Scholz, federal hükümetin, Almanya'nın Ukrayna'ya silah göndermesinin söz konusu olmayacağı yönündeki tavrının devam ettiğini de tekrarladı.[5]Biden'ın, Ukrayna Devlet Başkanı Volodemir Zelenski ile 27 Ocak'ta gerçekleştirdiği görüşmenin ardından Beyaz Saray'dan yapılan açıklamada, çok açık bir şekilde "Eğer Rusya Ukrayna'ya saldırırsa bu, Kuzey Akım 2'nin sonu demek olur" ifadelerinin kullanılması, Federal Şansölye ve Almanya üzerindeki ABD kaynaklı baskının her geçen gün arttığını gösteriyor.[6]
Almanya neden baskı yerine yatıştırma siyasetini önceliyor
Almanya'nın Ukrayna krizinde ve Rusya ile ilişkilerde neden Batılı ortaklarına güven vermeyen bir politika izlediği ve yatıştırma siyasetini öne çıkardığı bugünlerde en çok sorulan soruların başında geliyor. Bunun birçok nedeni olduğu söylenebilir. Her şeyden önce, Trump dönemi tecrübesinden sonra ABD'ye güvenmeyen ve Rusya'yı her zaman kendisi ve Avrupa için ciddi bir güvenlik riski olarak gören Almanya'nın, bir denge politikası izlediğini vurgulamak gerekir. Yani Rusya ile yaşanan krizlerde açık şekilde ABD'nin yanında saf tutmak yerine denge politikası izleyip Rusya ile ilişkilerin belirli bir düzeyde kalmasını sağlamaya ve bu şekilde doğabilecek tehditleri engellemeye çalışan bir Almanya var.İkinci olarak, Rusya ile ilişkilerin çatışmadan uzak şekilde sürdürülmesi Alman ekonomisi için de çok büyük önem arz ediyor. İki ülke arasında 2020 yılında 45 milyar avro civarındaki ticaret, özellikle Rusya'nın Almanya'nın en önemli doğal gaz tedarikçisi olması ve Alman şirketlerinin Rusya'daki yatırımları, Berlin'in, Moskova'ya yönelik politikasının şekillenmesinde etkili faktörlerin başında geliyor. Ukrayna krizi öncesinde 2012 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacminin 80 milyar avroya ulaştığı dikkate alındığında, bir ticaret devleti olan Almanya'nın Rusya ile sorunların çözümünde neden yaptırım ve baskı politikasından çok diplomasiyi öne çıkarmaya çalıştığı anlaşılır. Rusya ile ilişkilerin gerginleşmesi ve çatışmaya dönüşmesi, Alman şirketlerinin önemli bir pazarı kaybetmesinin yanında Almanya'nın ciddi bir enerji kriziyle karşı karşıya kalmasına neden olabilecektir.
Üçüncü olarak, Ukrayna krizinin büyümesi ve Rusya-Ukrayna savaşına dönüşmesi büyük bir mülteci dalgasının Almanya sınırına dayanması anlamına gelecektir. Daha önce 1990'larda yaşanan Yugoslavya İç Savaşı ve 2010'larda yaşanan Suriye İç Savaşı sonrasında Batı Avrupa'ya yönelen mülteci dalgalarının ana hedefinin Almanya olduğu ve bu krizlerin Alman iç siyasetini nasıl derinden sarstığı hatırlanırsa, Berlin'in bu tür yeni bir kitlesel mülteci hareketliliğine yol açacak gelişmeleri önlemek için diplomasiyi ön plana çıkarma konusundaki çabası daha iyi anlaşılır. Bu "yatıştırma politikasının", Putin'i sakinleştireceği mi yoksa daha da mı cesaretlendireceği sorusu ise ortada kalmaya devam ediyor.
Dördüncü olarak, Almanya'nın Rusya tehdidi altındaki Ukrayna'ya neden Kiev tarafından istenen silahları göndermek istemediği sorusu sorulduğunda, Almanya'nın "kriz bölgelerine silah ihracatı yapmasının hukuksal olarak mümkün olmadığı" argümanı ile karşılaşılır. Ancak Almanya Anayasası'nda bu konuda bir düzenleme söz konusu değilken Savaş Silahları Kontrol Kanunu (Kriegswaffenkontrollgesetz) "saldırı savaşında kullanılma tehlikesi söz konusu olan durumlarda silah ihracatının yasaklanabileceğini" düzenlemektedir. Dolayısıyla Almanya'nın, Ukrayna'ya "savunma silahları" satışı konusunda anayasal ya da yasal bir engel söz konusu değildir.
Bazılarının ileri sürdüğü gibi, mevcut koalisyon hükümetini oluşturan SPD, Yeşiller ve FDP arasındaki Koalisyon Anlaşması'nda da bu yönde bir yasak söz konusu değildir. Almanya'nın kriz bölgelerine silah gönderemeyeceğini ileri sürenler, bu iddialarını 1971 yılında yayımlanan bir hükümet açıklamasına (Politischen Grundsätze der Bundesregierung für den Export von Kriegswaffen und sonstigen Rüstungsgütern) ve AB Konseyi'nin aldığı bazı kararlara dayandırıyorlar. Ancak Almaya federal hükümetleri daha önce başta Afganistan ve Irak olmak üzere birçok kriz bölgesine silah göndermek suretiyle söz konusu düzenlemelerin siyasi olarak kendilerini bağlamadığını gösterdiler.[7] Bu açıdan bakıldığında Ukrayna konusunda da aynı şekilde davranmalarının önünde bir engel olmadığı ve meselenin daha çok siyasi bir tercihle ilgili olduğu söylenebilir.
Gelişmelerin Almanya'nın nüfuzuna etkisi
Almanya'nın diğer Batılı müttefiklerinden gelen baskılar karşısında geri adım atıp Rusya'ya karşı daha sert bir politikaya yönelip yönelmeyeceği bilinmez ama Berlin'in Ukrayna konusunda bugüne kadar izlediği politikanın daha şimdiden gerek AB gerekse NATO içerisinde derin bir çatlağa ve ciddi bir rahatsızlığa yol açtığını vurgulamak gerekir. Kendilerini Ukrayna gibi Rusya tehdidi altında hisseden AB ve NATO üyesi Doğu Avrupa ülkelerinin, Berlin'e çok öfkeli olduklarını ve Almanya'nın bu ülkeler üzerindeki nüfuzunun ciddi darbe aldığını söylemek mümkündür. Krizin bu aşamadan sonra hangi yöne evrileceğinden bağımsız olarak Almanya'nın Batı ittifakı içerisindeki konumunun bu süreçten büyük yara aldığı görülüyor. Berlin'in ilerleyen dönemlerde ekonomik araçlarla bu zararı tamir etme konusunda ne kadar başarılı olacağını ise zaman gösterecektir.[AA, 1 Şubat 2022].