Belge, Trump’ın seçim kampanyasındaki “Önce Amerika” söylemini referans almaktadır. Bu anlamda ABD sınırlarının korunması, Amerikalıların güvenliğinin tesis edilmesi ve ülkenin ekonomik refahının artırılması gibi noktalara vurgu yapılmaktadır. Bu genel çerçevenin yanı sıra belgede, nükleer silah geliştiren ülkelerin oluşturduğu tehditler ve Ortadoğu’daki terör örgütlerinin meydana getirdiği tehlikelere yer verilmiştir.
Belge özellikle terörle mücadele konusunda ekonomik yaptırımların artırılması ve ABD müttefiklerinin teröre karşı daha çok girişimde bulunması gibi politikalar öngörmüştür. Bu çerçevede “ekonomik baskı” söylemi göze çarpmış ve teröre karşı aktif bir askeri müdahale yerine ekonomik baskı araçları tercih edilmiştir. Ayrıca belgede ABD’nin ülkeler arası “güç dengesini” gözeterek müttefiklerini koruyacağı da söylemiştir. NATO gibi uluslararası örgütler yerine bölgesel işbirliklerinin tercih edileceği ifade edilmiştir. Böylelikle güç dengesi üzerinden pozisyonunu korumaya çalışan Trump, uluslararası sistemi manipüle ederek alan kazanmayı tasarlamıştır.
Belgenin stratejik bütünlüğü var mı?
Belgeye bakıldığında dikkat çeken ilk husus, küresel hassasiyetlere sahip bir ulusal güvenlik stratejisinden hareket etmediğidir. Özellikle belgenin girişinden itibaren iç güvenlik öncelikleri üzerinde durulmuş ve güvenlik paradigması, dünya siyasetindeki gelişmelerden adeta uzaklaştırılmıştır. Belge ilk bölümden itibaren çok şaşırtıcı bir şekilde Amerikan sınırlarını korumak ve savunmak gibi ifadelerle başlamıştır. Dünya siyasetinin evrildiği düzen veya ve bu düzenin içinde karşılaşılabilecek tehditler dahi ele alınmadan belgenin hemen Meksika sınırına inşa edilmesi planlanan güvenlik duvarı ve vize gibi Trump’ın sıkça kullandığı meseleler üzerinden şekillenmiş olması dikkat çekicidir. Böylelikle Trump doktrini kendini oldukça dar bir alana hapsetmektedir. Dolayısıyla “Trump’ın ulusal güvenlik stratejisi küresel bir aktörün küresel öncelikleriyle uyuşuyor mu?” sorusu hemen akla gelmektedir. Beyaz Saray yönetiminin bu denli içe kapanık bir güvenlik anlayışına sahip olması aynı zamanda küresel hegemonik gücünün krize girdiğine dair tartışmaları da artıracaktır. Dahası böylesi bir başlangıç, belgenin stratejik hesaplamalara ya da ulusal çıkar önceliklerine göre değil de Trump’ın iç kamuoyuna seslenen popülist tweet içeriklerine uygun şekillendiği fikrini akla getirmektedir.
Trump’ın iç politikada yaşadığı krizler ve yönetimi tam anlamıyla tesis edememesi, strateji geliştirmesi önündeki en büyük engellerden biriydi. Bu engel, son yayınlanan Ulusal Güvenlik Strateji belgesine de yansımış gibi görünmektedir. Kudüs meselesini iç siyaset malzemesi olarak kullanmaktan imtina etmeyen Trump, benzer bir tavrı strateji belgesinde de gösterdi denebilir. Bu çerçevede ABD Başkanı’nın 2020 seçimlerine kadar iç politika konularına odaklanacağını tahmin etmek mümkündür. Zira söz konusu belgenin öngörüleri doğrultusunda ABD’nin küresel bir aktör gibi hareket etmesi oldukça zor görünmektedir.
Bu zorlukların başında uluslararası arenada değişen güvenlik paradigması bulunmaktadır. Özellikle NATO’nun işlevselliğini yitirdiği tartışmaları, Avrupa’nın kendi güvenliğini sağlamak için bir ordu kurma gayretinde olması ve Türkiye-İran-Rusya ilişkilerine benzer yeni al-ver ittifaklarının dünyada kuruluyor oluşu farklı dinamikler meydana getirmiştir. Bu gelişmeler karşısında Trump’ın Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi yeterli bir cevap verememiştir.
Belgenin merkezi problemlerinden biri de uluslararası gelişmelere dair dinamikleri yorumlayış biçimidir. Ortadoğu kısmına bakıldığında terör örgütleriyle mücadelede “cihatçı” örgütler ifadesinin kullanıldığı görülmektedir. Ancak bölgede İslam’ı kullanan terör örgütleri bulunmaktadır. Söz konusu örgütlerin İslam’ın cihat anlayışıyla ilişkisini kurmak ise mümkün değildir. Bu yönüyle belge, Ortadoğu’nun genel gerçeklerinden uzaktır. Keza belgede, Ortadoğu’daki istikrarsızlığın kaynağı olarak “cihatçı” örgütlerin varlığı gösterilmiştir. Ancak ABD’nin bölge politikası istikrarsızlığın temel nedenidir. Bu çerçevede Trump sadece cihat anlayışını kasıtlı olarak yanlış yorumlamamış, ABD’nin PKK/PYD’ye verdiği destekle Suriye’de yıkıcı sonuçlar meydana getirdiğini de bilerek görmezden gelmiştir.
Belge, ABD’nin Avrupa’daki müttefikleriyle Rusya’nın agresif politikalarına karşı duracağını da söylenmiştir. Fakat belgenin Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi öncelikli düşman olarak Rusya’yı göstermesi ve bunun üzerinden Avrupa ile yakınlaşacağını düşünmesi yine uluslararası gerçeklerden uzaktır. Nitekim Trump’ın son dönemde Transatlantik ilişkilerde yaşadığı gerginlikler ve özellikle Almanya ile yaşadığı sorunlar bu söylemin geçerliliğine şüphe düşürmektedir. Zira Trump, pek çok kez Avrupa’nın ekonomik gücüne karşı Almanya üzerinde baskı yapmaya çalışmış ve bölgedeki ülkelerle ters düşmüştür.
Belgede Rusya’nın hedefinin ABD ve müttefiklerini zayıflatmak olduğu vurgulanmıştır. Bu nedenle iki ülke arasında artan çatışma riskinin altı çizilmiştir. Bu durumun nedeni ise ABD’nin dış politikadaki siyasetsizliğinin bir sonucu olarak Rusya’nın kazandığı güçtür. Söz konusu durum kendisini Rusya’nın Ortadoğu’da artan gücü, özellikle Suriye’de hâkim aktör olması, iç savaşı sona erdirmede Türkiye ve İran ile işbirliğinde önemli rol oynaması gibi gelişmelerde göstermiştir. Bu süreçte ABD ise dışarıda kalmış hatta Suriye için gerçekleştirilen Cenevre görüşmeleri dahi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Rusya’nın yayılma gerekçelerini doğru yorumlamayan belge, buradan çıkışa dair önerilerde bulunamamaktadır. Örneğin Rusya’ya yeni alanlar açılmaması için neler yapılabileceğine dair öneriler içermemektedir. Zira o öneriler ortaya çıkarsa belgenin iç bütünlüğünde bir dizi karmaşa -Amerika’nın aynı anda hem “cihatçı” gruplarla hem İran’la hem de Rusya ve Çin’le nasıl mücadele edeceği gibi- doğabilir. Bu nedenle belge bunların üzerinden atlayarak Rusya’yı suçlamakla yetinmiştir ve buna karşı oldukça muğlak bir mücadele yöntemi dillendirilmiştir.
Güvenlik temelli yeni ilişkiler
Belge aynı şekilde Çin’e de eğilmektedir. Avrupa’nın Çin ekonomik baskısıyla karşı karşıya olduğu söylenmekte ve buna yönelik olarak ABD’yle ilişkilerin önemine dikkat çekilmektedir. Trump, bu vurgusuyla bir yandan Rusya kartıyla Avrupa’yı kendi tarafına çekmeye zorlamakta, öte yandan da Çin’in artan ekonomik gücüne karşı çarenin ABD’de olduğunu söylemektedir. Böylelikle Avrupalılar için ötekileştirilen Rusya ve Çin’e karşı yakın müttefik ABD alan kazanacaktır. Ancak Trump’ın bu planı, Avrupa’nın güç merkezleriyle yaşadığı problemler nedeniyle sorun arz etmektedir. Özellikle ABD ve Avrupa’nın “İki Batı” söylemiyle ayrıldığı son dönemde, ABD’nin Rusya ve Çin gibi öteki düşmanlar oluşturarak Avrupa’yla Soğuk Savaş döneminde olduğu düzeyde bir yakınlık sağlaması pek mümkün görünmemektedir.
Belgede sıklıkla “radikal İslamcılar” ifadesi kullanılmaktadır. Cihat anlayışına yüklenen olumsuz anlamın bir başka versiyonu olan “radikal İslamcılar” tanımlamasıyla ABD, terörü Müslümanlara yüklemeye gayret göstermiştir. Keza belgede, Avrupa’daki terörün referansı olarak “radikal İslamcılar” ifadesinin kullanılması bu durumu ortaya koymaktadır. Trump’ın İslam üzerinden terörle mücadele etmeye çalışması, Amerikan tarafında sıkça tekrarlanan bir körlüktür. Zira terörle mücadelede İslam’ı hedef göstermenin başarılı bir yöntem olmadığı defalarca kanıtlanmıştır. Ama belge aynı yoldan yürümeye devam etmektedir.
Belgede uluslararası kurumlar neredeyse bulunmamaktadır. Sadece NATO vurgusu göze çarpmaktadır. Ayrıca Birleşmiş Milletler’in barış getirmedeki rolü gibi klasik ABD söylemleri de kullanılmamıştır. Bu anlamda Trump’ın uluslararası gelişmeler karşısında BM kararlarına bağlı kalmayacağını iddia etmek mümkündür. Ayrıca ABD’nin içe kapalı güvenlik paradigması inşa edeceğini gösteren bu durum, dünya genelinde gerilimi yükseltecektir. Keza NATO’nun işlerliğini yitirmesi durumunda uluslararası aktörlerin güvenlik temelli yeni ilişkiler kurması olasıdır.
Belgede nükleer silahların engellenmesi gerektiği söylenmiş ve Kuzey Kore’nin nükleer denemeleri nedeniyle tehlike arz ettiğinden bahsedilmiştir. Trump’ın uzun süredir Kuzey Kore’yi tehdit etmesine rağmen bir gelişme yaşanmaması, söz konusu durumda değişiklik olmayacağını göstermektedir. Belge bu yönüyle stratejik silah kapasitesine dikkat çekerken ABD’nin nasıl karşı koyacağına net bir çerçeve sunmamıştır. Dahası Rusya ve Çin’in gelişmiş silah teknolojilerini vurgulayan belge, aynı şekilde bu ülkelere karşı da hava savunma sistemleri gibi havada kalan güvenlik önlemlerinden bahsetmiştir. Kısaca, ABD’nin geçmişte nükleer silah konusundaki agresif askeri politikaları bu belgede yerini sınır içi güvenlik önlemlerine bırakmıştır.
Amerikan hegemonyası nereye?
Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’ndeki içe kapanık durum, ABD’nin hali hazırda yaşadığı uluslararası krizlerin bir tezahürüdür. Bu bağlamda Obama yönetimiyle başlayan ve “yeniden mevzilenme” stratejisiyle iç politik problemlere odaklanan ABD, Trump yönetimiyle bu durumun devam ettiğini göstermiştir. Öyle ki, Trump, Obama bürokratlarının politikalarını sürdürmüş, dış politikada Pentagon’un esiri olmuş ve irrasyonel bir çizgide yönetim sergilemiştir. Bunun yansıması Ortadoğu’da olmuş ve bölgedeki dengeler Soğuk Savaş’tan sonra ilk defa bu denli değişmiştir.
Özellikle Ortadoğu’da, Türkiye’nin liderliği Rusya’nın artan gücü ve İran’ın nüfuzunun genişlemesi gibi parametreler ABD’nin yaşadığı krizin sonucunda meydana gelmiştir. Obama döneminde ilk nüveleri oluşan bu kriz Trump döneminde zirve yapmıştır. Bu çerçevede Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, ABD’nin yaşadığı bu krizin en net göstergesidir. ABD’yi kendi kıtasında güvenlik sınırlarıyla çevreleyen belge, stratejik öngörülerden uzaktır. Bu nedenle uluslararası boyutta krizlerin süreceğini, kaotik bir döneme girildiğini ve geçici ittifaklar sisteminin doğduğunu ileri sürmek mümkündür.
[Star Açık Görüş, 23 Aralık 2017].