Bir yılını doldurmak üzere olan ABD Başkanı Donald Trump, iç politika ağırlıklı gündemi ve Twitter eksenli dış politika performansını, sonunda daha kapsamlı bir belgeyle ulusal güvenlik stratejisi olarak ilan etti. Ulusal güvenlik strateji belgesini açıkladığı konuşmasında, kampanya üslubunu devam ettiren Trump’ın ekonomiye ağırlık verdiği ve Rusya ile Çin’in Amerikan merkezli küresel düzene meydan okuyan en önemli ülkeler olduğunun altını çizdiği görülüyor. Stratejiden daha çok “politika çerçevesi” görüntüsü arz eden belgede, bir yıldır söylediklerinden yeni ve farklı olan hiçbir şey yok. Belge, Trump’ın kampanya sürecinden itibaren muğlak şekilde ifade ettiği “Önce Amerika” politikasının, kâğıda dökülmüş halinden ibaret. ABD’nin yeniden saygınlığını kazanacağını ve uluslararası sistemde başı çekeceğini söyleyen belgeye göre, ABD “yalnız başına kalmış” bir ülke görüntüsü çiziyor. Zaten Kudüs kararının ardından, uluslararası toplumda sadece İsrail ile başbaşa kalan ve geleneksel müttefiklerine güvensizlik veren bir ülkenin, bu yalnızlığı ABD’nin liderliğini yeniden tesis etmek için nasıl kullanacağı ise önemli bir soru.
Asıl sorulması gereken soru ise şu: Hiçbir “normatif bağlılığa” sahip olmayan ve “Amerikan üstüncülüğü” retoriği yüzünden kendi kurduğu liberal dünya düzeninin ayrılmaz parçası olan kurumların kurallarını dahi tanımayan ABD, gerçekten zayıflıyor ve müttefiklerini terk mi ediyor?
Trump’ın güvenlik stratejisi bir doktrin olmaktan öte, ABD’nin liberal çok taraflılık ya da uluslararasıcılık olarak bilinen “Büyük Amerikan stratejisinin” terkini gündeme getiren bir politika öneriyor.
Belge, Amerikan yalnızlığına vurgu yapıyor ve önceki başkanların ulusal güvenlik belgelerinden farklı olarak küresel ısınmaya hiç vurgu yapmıyor; tersine büyümeye engel olan enerji ajandasını eleştiriyor. Küresel ekonomik büyüme için serbest ticareti ve pazarı teşvik etmiyor ve ABD’nin oluşturduğu kurumların avantajını kullanarak büyüyen ekonomilerin, Amerikan “ekonomik güvenliğini” tehdit ettiğini söylüyor. Ekonomi ile Amerikan ulusal güvenliği arasında teorik olarak kurduğu ilişki doğru, ancak Trump’ın bu dengeyi sağlamak için kurduğu siyasi denklem yanlış görünüyor. “Önce Amerika” stratejisinin belkemiğini oluşturan “ekonomik milliyetçilik”, ABD’nin kendi liberal ticaret ağının altını oyuyor. Bu durum, belki de ulusal güvenlik strateji belgesinde Trump’ın en önemli izi niteliğinde.
Bush ve Obama gibi demokrasiyi ve Amerikan değerlerini başka ülkelere yönelik politikalarda bir kaldıraç olarak kullanmak yerine, ABD’nin “ilham kaynağı” olduğunu, ancak bundan öteye geçerek demokrasiyi ihraç etmek gibi bir ajandasının olmadığını söylüyor, belge. Belgenin yazarlarından biri olan Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı McMaster, ABD’nin rejim değiştirerek ulus-devlet inşası politikasının artık geride kaldığını söylüyor. Trump doktrini, diğerlerinden farklı olarak, uluslararası düzeni kurumlar ya da normlar ekseninde tanımlamıyor. Bunun yerine bağımsız ve egemen devletler topluluğunun kendi değerleriyle, sistem içinde yaşamasından bahsediyor. Diğer bir ifadeyle, Trump’ın ulusal güvenlik stratejisine göre, uluslararası politikada bundan sonra herkes “kendi başının çaresine bakmak” zorunda.
İşbirliği yerine rekabet
Ulusal güvenlik stratejisinin en dikkat çeken yanlarından biri, uluslararası siyaseti, diğer başkanların strateji belgelerinin aksine, işbirliği yerine rekabet ekseninde okumaya tabi tutması. Hangi büyük stratejiyi benimserlerse benimsesinler (yalnızlık, liberal uluslararasıcılık ve hakimiyet) diğer başkanlar, uluslararası sistemde devletler arası ilişkileri genellikle işbirliği üzerinden tanımlamışlardı. Trump konuşmasında, 30 yıldır ara verilen süper güç rekabetinin artık sona erdiğini söylerken tam da sistemin rekabetçi doğasına atıf yaptı. Ancak Trump’ın ulusal güvenlik stratejisinin rekabet anlayışı, liberal bir rekabet olmaktan öte, Soğuk Savaş benzeri güç mücadelesi ekseninde formüle ediliyor. Belgeye göre, ABD nükleer gücünü, barışın, istikrarın ve güvenliğin sağlanması ve en nihayetinde de ABD’yi tehdit edenleri caydırmak için bir araç olarak sürekli yedekte tutacak. Bu bakımdan ulusal güvenlik belgesi, Soğuk Savaş belgesini hatırlatır nitelikte.
Trump’ın ulusal güvenlik stratejisi, küresel güç dağılımının Amerikan çıkarlarını zedeleyecek şekilde değiştiğini, Amerikan üstünlüğünü ifade eden tek-kutuplu yapının geçerli olmadığını söylüyor. Belgeye göre amaç, güç dengesini ABD lehine yeniden düzenlemek. Diğer bir ifadeyle, ABD aleyhine gelişen güç dengesi trendini geri çevirmek ve yükselen güçlerin meydan okuma potansiyelini asgariye indirmek. Bu amaç, ulusal güvenlik stratejisinin belkemiğini oluşturuyor. Bu anlamda, büyük güç rekabeti ve ekonomik yarış, ulusal güvenlik stratejisinin odaklandığı konuların başında geliyor.
Rekabetçi bir dünyada “ilkeli realizm”
Trump, ulusal güvenlik stratejisini “ilkeli realizm” olarak tanımlıyor. Belgede Rusya ve Çin, iş birliği yerine rekabeti derinleştirerek küresel statükoyu değiştirmeye çalışan “revizyonist güçler” olarak tanımlanıyor. İlkeli realizm, rakiplerle ilişki kurarak onların uluslararası kurumlara entegre edilmesi ve böylece çalışılabilecek “uysal” partnerler haline dönüştürülmesi şeklindeki liberal argümana karşı çıkıyor ve bu yaklaşımın geçtiğimiz iki on yılın en büyük hatası olduğunu ileri sürüyor. Belgeye göre Rusya ve Çin, Amerikan gücüne, etkisine ve çıkarlarına meydan okuyorlar ve Amerikan güvenliğini ve refahını tehdit ediyorlar. Şu cümleler çarpıcı: “Rusya ve Çin, ticareti daha az serbest ve adaletsiz bir şekilde, askeri güçlerini arttırmak, bilgiyi kontrol ederek kendi toplumlarını baskı altına almak ve etkilerini genişletmek için kullanıyorlar”. Rusya’nın, Trump'ın ulusal güvenlik strateji belgesini “emperyal” olmakla eleştirmesi, önümüzdeki günlerde farklı bir tartışmayı da gündeme getirecektir.
Belge İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan liberal dünya düzenine ve bu düzeni önemli ölçüde sürdüren Soğuk Savaş sonrası istikrar ve kolektif güvenlik mekanizmalarına üç meydan okuma olduğunu ortaya koyuyor.
İlki, Rusya ve Çin gibi düzeni hem ekonomik hem de askeri olarak tehdit eden ülkelerin, Amerikan üstünlüğüne de açıkça meydan okuması. Göreve gelmeden önce Rusya ile çalışılabilir olduğunu düşünen Trump, belli ki Beyaz Saray ve Pentagon güvenlik elitlerinin Rusya hassasiyeti nedeniyle, Moskova’yı tehdit listesinin başına yerleştirmiş. Çin ise hem büyüyen ekonomisi hem de askeri gücü nedeniyle zaten Trump’ın ajandasında yer alıyordu. Öte yandan Çin, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan uluslararası düzeni kendi ekonomik çıkarları ve küresel hırsları için tehdit etmekle yetinmiyor, düzeni adeta “yeniden yazmaya” kalkıyor. Belge, Çin’in bu yükselişini tersine çevirmek, Pekin’in devlet-kapitalizmi pratiklerini ve Güney Çin denizindeki yayılmacılığını engellemek için çalışılacağını söylüyor.
İkinci grup meydan okuma ise Kuzey Kore ve İran gibi nükleer silah peşinde koşan, terörizmi destekleyen ve yıkıcı faaliyetlerde bulunan “haydut” rejimler. Bu bakımdan ele alındığında, Trump’ın Bush doktrini söylemine paralel bir anlayış takip ettiği anlaşılıyor. Ancak Bush doktrininde olduğu gibi, bunu hangi yöntem ve araçlarla yapacağına dair bir işaret sunmuyor.
Üçüncü meydan okuma ise, Soğuk Savaş sonrası neredeyse bütün ulusal güvenlik strateji belgelerinde yer alan uluslararası terörizm ve terör örgütleri. Özellikle Ortadoğu ile ilgili kısımlarda, bölgesel güvenlik ve istikrarın oluşturulmasındaki en temel neden sorunun terör olduğu ifade ediliyor.
Ortadoğu
Belgenin Ortadoğu kısmında, Trump’ın bir yıldır sürdürdüğü dış politika pratikleri ve söylemlerinin yer aldığını söylemek mümkün. Ortadoğu’nun istikrarı ve güvenliği için terörizmle birlikte hedef tahtasına yerleştirilen İran’ın sınırlandırılması gerektiği sıklıkla tekrar ediliyor. Diğer güvenlik belgelerinden farklı olarak belge, demokrasi ihracı ve rejim değişikliği yoluyla ulus-devlet inşası anlayışı yerine Amerikan liberal değerlerinin Ortadoğu’daki “reformcu” devletler için ancak ilham kaynağı olabileceğini ifade ediyor. Bu ifade Trump’ın son on aydır damadı Kushner aracılığıyla özellikle Körfez bölgesinde hayata geçirmeye çalıştığı stratejinin kağıda dökülmüş hali olarak okunabilir.
İstikrarı ve müttefikleri korumak için gerektiği kadar Amerikan gücünün sahada tutulacağını söyleyen belge, yine de Amerikan gücünün “geriden idare” edilerek kullanılacağını söylüyor. Bu anlayışın ABD’nin geleneksel müttefiklerini ne kadar yakınında tutacağı ise cevabını arayan başka bir soru.
Önümüzdeki dönemde Trump'ın söz konusu belgeyi ne düzeyde hayata geçirebileceği, ABD'ye saygınlığını ne ölçüde kazandırabileceği ve bunun somut stratejilerinin neler olacağı gibi konulara dair belgede net bir yol haritası görmek mümkün değil. İçeride elini güçlendirdiği oranda ve geleneksel dış politika ve güvenlik bürokrasisini dönüştürdüğü ölçüde, Trump ulusal güvenlik belgesindeki politikaları hayata geçirebilecektir.
[AA, 20 Aralık 2017]