ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın Çin gezisinin hemen sonrasında Çin lideri Xi Jinping’e diktatör yakıştırması yapan Biden bu makalenin yazıldığı saatlerde Hindistan lideri Modi’yi en üst düzeyde ağırlamaya hazırlanıyordu. Biden, Kaşıkçı meselesiyle ilgili Muhammed bin Selman’la ilgili ‘parya’ gibi ağır laflar etmiş ancak zirve yapan petrol fiyatları Suudi Arabistan ziyaretini zorunlu kılmıştı. Demokrasi ve insan hakları konusunda yüksek retorik kullanan Biden’ın buna rağmen jeopolitik dengelerin gerektirdiği adımları atması birçok Amerikan başkanının pratiğiyle uyumlu aslında. Demokrasi Zirvesi’ne dahil edilen ülkeler listesi de Amerikan çıkarlarının ve stratejik tercihlerin öncelikli olduğuna başka bir örnek. Biden ‘demokrasilere karşı otokrasilerin mücadelesini’ en önemli mesele olarak gördüğüne ilişkin sözlerini boşa çıkaran tutarsızlıklar, Amerika’nın bu konudaki güvenilirliğine zarar vermekle kalmayıp Çin gibi birçok ülkeyle ilişkilerini pragmatik bir çerçevede götürmesini de zorlaştırıyor.
Hindistan demokrasinin birçok sorununa rağmen en üst düzeyde ağırlanacak Modi’nin ziyareti sırasında ticaret, teknoloji ve savunma alanlarında işbirliği anlaşmaları açıklanması bekleniyor. Hem Çin’le mücadele hem de Ukrayna meselelerinde kritik önem atfettiği Hindistan’ın lideri Modi’nin özellikle Müslüman azınlığa karşı artan şiddet olayları dolayısıyla demokratik sicili hiç de parlak sayılmaz. Hatta Bush yönetimi Gujarat eyaletindeki Müslümanlara karşı şiddet olaylarını engellemediği gerekçesiyle 2005’te Modi’ye vize vermeyi reddetmişti. Ancak o günden bugüne çok şey değişti ve Modi ABD’nin Hint-Pasifik stratejisinin kilit oyuncularından olan ve dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip bir ülkenin lideri olarak geliyor Washington’a. Obama döneminden beri Asya-Pasifik stratejisi geliştirmeye ve Çin’le mücadeleye odaklanmaya çalışan Washington, Hindistan’a büyük önem atfediyor ancak Modi de çok kutuplu dünyanın gerektirdiği denge politikasından vazgeçmeye niyetli görünmüyor.
ABD’nin Çin’in ekonomik ve askeri gücünü sınırlandırmayı amaçlayan Hint-Pasifik güvenlik stratejisinin temelini oluşturan ‘Dörtlü’ (Quad) ABD, Avustralya, Japonya ve Hindistan’dan oluşuyor. Bu ülkeler arasında Hindistan ABD’yle güvenlik ilişkilerini geliştirmekle birlikte diğer opsiyonlarını da açık tutmak isteyen bir güç olarak karşımıza çıkıyor. En büyük savunma ürünü tedarikçisi Rusya olan ve bu ülkeden petrol alımlarını artıran Hindistan, Ukrayna konusunda tarafsız kalmakta ısrar ediyor. Rusya’dan S-400 satın aldığı için CAATSA riskiyle karşı karşıya olan Hindistan’a bu yaptırımların uygulanması beklenmiyor. Bunun ana sebebi de Washington’un Yeni Delhi’yi Moskova’yla savunma ilişkilerini derinleştirmekten alıkoymak için havuç stratejisini tercih etmesi. Biden yönetimi Hindistan’ın Rusya’yla ilişkilerinden rahatsız olsa da Çin’le mücadele konusunda bu ülkeye ihtiyacı olduğunu düşünüyor. Kongre’ye ikinci kez hitap edecek olan Modi’nin onuruna verilecek devlet yemeğini Biden daha önce sadece Fransa ve Güney Kore liderlerine vermişti. Bu da yönetimin hem Rusya hem de Çin’e karşı mücadelesinde Hindistan’a ne kadar önem verdiğini gösteriyor.
Biden yönetimi geçen sene pandemi ve Ukrayna savaşının yarattığı tedarik zinciri sorunlarını çözmek ve enflasyonla mücadele için 12 Hint-Pasifik ülkesiyle ‘Hint-Pasifik Ekonomik Çerçeve Anlaşması’ imzalamıştı. Biden, Trump’ın TPP Anlaşması’ndan çekilmesiyle ABD’nin güvenilirliğinden şüpheye düşen bu ülkelere Çin’e mahkûm olmadıkları mesajını vermek de istemişti. Dünya ekonomisinin %40’ını temsil eden Japonya, Hindistan ve Güney Kore gibi Çin dışındaki bölge ülkeleriyle ticari ilişkileri derinleştirmeyi hedefleyen anlaşma, Pekin tarafından Çin karşıtı bir inisiyatif olarak algılanmıştı. Tayvan’ın dahil edilmediği anlaşmayla bölge ülkelerinin kendi aralarında ekonomik işbirliği üzerinden yeni standartlar oluşturulmaları da hedefleniyordu. Böylece bölgesel uluslararası ticaret kurallarının Çin tarafından yazılmasına da engel olunması amaçlanıyordu. ABD, bu tür inisiyatifler üzerinden Çin’in bölgedeki ekonomik nüfuzunu ve standart belirleyici gücünü sınırlandırmanın ötesinde hem Amerikan hem de Hint-Pasifik ekonomilerinin Çin’e dayalı tedarik zincirine bağımlılıklarını da azaltmaya çalışıyor.
Bu resme bakıldığında ABD’nin Çin ve Rusya’yla küresel düzlemdeki askeri ve ekonomik mücadelesinde Hindistan’a neden kritik bir rol atfettiği daha iyi anlaşılıyor. Washington Hindistan’ı anti-Rus veya anti-Çin bir noktaya çekemeyeceğinin farkında. Brezilya, Güney Afrika, Türkiye, Hindistan ve hatta Almanya ve Fransa gibi güçler yeni bir küresel kutuplaşma taraftarı olmadıklarını açıkça belirtiyorlar. ABD, Rusya ve Çin’le ilişkilerini çok katmanlı ve çeşitlilik üzerine inşa etmenin gereğine inanan ‘Küresel Güney’ ülkelerini Çin veya Rusya’ya karşı net tavır almak için ikna etmek hiç de kolay değil Washington için. Hindistan gibi ülkeler Amerikan liderliğindeki Batı’nın gösterdiği ilginin yarattığı fırsatları değerlendirmek istiyorlar. Bu bağlamda ABD’nin öngördüğü güvenlik ve ekonomik ittifaklar içinde de yer alıyorlar. Ancak ABD’yle iş birliğine açık bu tür bir istekliliğin Rusya veya Çin’le ilişkilerin feda edilmesi anlamına geldiği noktada Modi gibi milliyetçi liderler kendi ulusal çıkarlarını önceleyerek frene basacaktır.
Bu durumda Washington’un bu tür sınırlı işbirliklerine razı olmaya alışması gerekecek.
[Yeni Şafak, 23 Haziran 2023].