SETA > Odak |
Odak Avrupa Parlamentosu nun 2019-2020 Türkiye Ülke Raporu

Odak: Avrupa Parlamentosu’nun 2019-2020 Türkiye Ülke Raporu

Kaleme alınan rapor ve buna bağlı karar tasarısı baştan sona Türkiye karşıtlığı üzerine hazırlanmıştır. Zira tartışmalı raporda ön plana çıkarılan hususlar ve yapılan eleştiriler bunu destekler niteliktedir.

Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri kritik bir dönemeçten geçerken Avrupa Parlamentosu (AP) 19 Mayıs’ta “2019-2020 Türkiye Ülke Raporu”nu 480 oyla kabul etti. En sonda söylenmesi gerekeni en başta söylemek gerekirse Sosyal Demokratlar Grubu üyesi İspanyol parlamenter Nacho Sanchez Amor tarafından kaleme alınan rapor ve buna bağlı karar tasarısı baştan sona Türkiye karşıtlığı üzerine hazırlanmıştır. Zira tartışmalı raporda ön plana çıkarılan hususlar ve yapılan eleştiriler bunu destekler niteliktedir.

Raporun Tartışmalı İçeriği

Raporda ön plana çıkan hususlarda ilki son yıllarda artık klişe haline gelen ve Türkiye iç siyaseti ile ilgili içeriği zayıf iddialardır. AP’nin daha önce Türkiye ile ilgili hazırladığı raporlarda da sık sık benzer ifadelere yer verilmesine rağmen bu alanda sunulan seçmece örnekler tatmin edici olmaktan uzaktır. Türkiye’de son yıllarda demokrasiyi güçlendirme adına attığı adımları ve konuyla ilgili fasılların açılmasını engelleyen çeşitli ülkelerin siyasi tutumlarını göz ardı ederek durumu sadece görülmek istenen yerden değerlendiren AP’nin bu yaklaşımı sadece Ankara-Brüksel ilişkilerinde devam eden kısır döngüyü güçlendirmektedir.

Raporda ön plana çıkan bir başka husus Türkiye’nin proaktif dış politikasına yönelik getirilen temelsiz ve gerçeklikten uzak değerlendirmelerdir. Örneğin raporda Ankara’nın Suriye politikası kıyasıya eleştirilirken Türkiye’nin sınırlarında PKK ve DEAŞ terör örgütleriyle mücadelesi göz ardı edilmiş ve bazı AB üyesi ülkelerin PKK’ya yıllardır verdikleri destek görmezden gelinmiştir. Libya politikasına dair hakkaniyetten uzak ifadelerde bulunulurken Türkiye’nin bu ülkeye görevdeki meşru hükümetin davetiyle gittiğine ve İtalya gibi ülkelerin oldukça mustarip olduğu Libya kaynaklı göç sorununun çözümündeki çabalarına atıfta bulunulmamıştır. Aynı şekilde Dağlık Karabağ çatışmasında Türkiye’nin oynadığı rolün üzüntü verici olduğu ve “Ankara’nın tarafları şiddeti sona erdirmeye davet etmek yerine bir tarafın askeri adımlarını koşulsuz şekilde desteklediği” belirtilirken Ermenistan’ın bölgede yürüttüğü katliamlara, AB’nin kurucu ülkelerinden Fransa’nın Erivan yönetimine kayıtsız şartsız desteğine ya da Minsk Grubunun yıllarca sorunu çözümsüz hale getiren tutumuna hiçbir şekilde değinilmemiştir. Haliyle dış politika konularına dair getirilen bu tür temelsiz eleştiriler tarafsız ve hakkaniyetli değerlendirmeler olmadıkları gibi açıkça Türkiye’yi uluslararası toplum nezdinde karalama çabalarının ürünüdür.

Bunların yanı sıra bilindiği üzere Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) Doğu Akdeniz’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) ve Türkiye’yi hiçe sayarak tek taraflı doğal gaz parselleri ilan etmesinden beri bölgedeki gerilim hiç düşmemiştir. Bu konuyla ilgili AB’nin yasama organlarından AP geçen iki yılda Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerinden ötürü Türkiye’yi baskılayabilmek için sık sık kınama kararları almıştır. Benzer yaklaşımın 2019-2020 Türkiye Ülke Raporu’nda da sergilendiği ve Rum parlamenterlerin başını çektiği bir grubun girişimleri neticesinde Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerine yönelik eleştirilerde bulunulduğu görülmektedir. Ancak burada iki hususun göz ardı edildiğini belirtmek gerekir: Kıbrıs Adası’ndaki siyasi çatışmanın mevcudiyeti ve Türkiye’nin KKTC ile birlikte bölgedeki faaliyetlerinin uluslararası hukuka uygunluğudur.

AP’nin Türkiye raporunda Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerle ilgili getirilen tek taraflı eleştirilere paralel olarak geçen yıl KKTC hükümetinin kendi iradesiyle bir kısmını yeniden açtığı kapalı Maraş kararının müzakereleri zedelediği iddia edilmiştir. Böylece 2004’te Türkiye ve KKTC’nin destek verdiği fakat Rumların referandumda reddettiği Annan Planı dahil olmak üzere Türk tarafının Kıbrıs meselesini çözüme kavuşturmak için bugüne kadar ortaya koyduğu yapıcı irade göz ardı edilmiştir. Tamamen Rumları tatmin etme gayesiyle yazılan bu ifadelerle hem Kıbrıs Türk halkının hakları göz arzı edilmiş hem de AP’nin Kıbrıs meselesiyle ilgili tarafsız kalamayacağı ortaya konmuştur.

ABD’de Joe Biden hükümetinin 1915 olaylarını sözde soykırım olarak kabul etmesi kararından cesaret alan AP, Türkiye raporuna son anda bir ekleme yaparak Ankara’ya sözde soykırımı tanıması için çağrı yapmıştır. Tarihi gerçeklere hizmet etmekten ziyade popülist gündemin parçası olma adına yapılan bu çağrının arka planında aşırı sağcı gündeme teslim olan üye ülkeler ve AP nezdinde faaliyetlerine devam eden Ermeni lobisinin rolü yadsınamayacak kadar belirgindir. Ayrıca hasmane bir tutum sergilenerek raporun asıl gayesini ortaya koyar şekilde Türkiye ile katılım müzakerelerinin askıya alınması için tavsiyede bulunulmuştur. Aslında rapora dair nihai görüşmeler devam ederken AP’deki siyasi gruplar adına konuşan parlamenterlerin söylemlerine bakıldığında her birinin Türkiye’nin AB’de yerinin olmadığına dair ifadelerde bulunduğu görülmektedir. Ancak AB’nin yürütme organları üzerinde hiçbir bağlayıcılığı bulunmayan bu tür kararların sadece Türkiye karşıtı oluşumların amaçlarına hizmet ettiği ve onları sevindirdiği belirtilmelidir.

Raporun Aşırı Sağcı Ruhu

AP’de 2019 seçimlerinden sonra tek çatı altında toplanan ve sesleri çok daha gür çıkmaya başlayan aşırı sağ grupların ve parlamenterlerin rapor üzerindeki etkisi gözle görülür derecede belirgindir. Ankara ile müzakerelere son verilmesini talep eden, Türkiye’ye yapılan katılım öncesi mali yardımların durdurulmasını isteyen ve Türk dış politikasını eleştirerek her alanda Türkiye karşıtlığının bayraktarlığını yapan bu partilerin rapora yönelik parlamento tartışmalarında da ön plana çıktıkları görülmektedir. Zira aşırı sağcı parlamenterler raporun tartışıldığı oturumda AB’yi Türkiye karşısında zayıf kalmakla suçlamış, Türkiye’nin kimliğinin Avrupalı olmadığının iddia etmiş, mali yardımlara son verilmesi çağrısı yapmış ve Ankara’nın proaktif dış politikasını Osmanlı dönemine atıfla yayılmacı olarak yaftalamaya çalışmışlardır.

Aşırı sağcı AP üyelerinin (önceki paragrafta değinilen) suçlama, itham ve eleştirileri Türkiye ile AB arasında yeni bir sayfa açma iradesine katkı sağlamadığı gibi mevcut olumsuz atmosferi tahkim etme riskini beraberinde getirmiştir. Bunun yanında Türkiye’yi her fırsatta “soykırım” gibi mesnetsiz ithamlarla baskı altına almaya çalışan aşırı sağcı siyasetçilerin bu sefer sözde Ermeni soykırımının kabul edilmesi için açıkça çağrı yapmaları ilişkilerde pozitif gündem iradesinin geleceği açısından endişe vericidir. Raporun ayrıca zamanlaması açısından da başvurduğu dil ve eleştirilerin rasyonel olmadığını ifade etmekte yarar vardır. Özellikle Ankara-Brüksel arasında pozitif gündeme dayalı yeni sayfa açma çabalarının sürdüğü, son yıllarda sıcak gerilime sebep olan Türkiye ve Yunanistan arasındaki istikşafi görüşmelerin devam ettiği bir süreçte raporun aşırı sağcı parlamenterlerin pozisyonlarını tahkim eden ağır dili, ortaya konulmaya çalışılan bu iradeye zarar vermektedir.

Aşırı sağcı AP üyelerinin suçlama, itham ve eleştirileri Türkiye ile AB arasında yeni bir sayfa açma iradesine katkı sağlamadığı gibi mevcut olumsuz atmosferi tahkim etme riskini beraberinde getirmiştir.
Öte yandan söz konusu rapor AP’nin Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor’a yönelik olumlu beklentileri de zayıflatmıştır. Zira terör örgütü PKK’ya yakın kesimlerin görüşlerini raporlarına taşımaktan çekinmeyen ve Türkiye karşıtı gruplarla oldukça yakın temasta bulunan eski raportör Kati Piri’ye nazaran Amor’dan daha dengeli bir değerlendirme ortaya koyması beklenmiştir. Dolayısıyla AP’de aşırı sağ partilerin çok daha güçlü hale geldiği, Türkiye ile müzakerelerin askıya alınmasını dile getiren parlamenterlerin sayısının arttığı ve genişleme iradesinin kenara bırakıldığı bir atmosferde Türkiye’ye yönelik bu raporun dilinde herhangi bir değişim yaşanmamıştır.

Türkiye-AB İlişkilerinin Geleceği

Bu tür olumsuz değerlendirmelere ve tavsiyelere karşın raporda uzun zamandır gündemde olan Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin revizyonuna ve vize serbestisine destek verilmesi ise pozitif gündem açısından olumludur. Türkiye’nin sığınmacılara başarılı şekilde ev sahipliği yapması da takdir edilen konular arasında yer almıştır. Raporun bütünü itibarıyla oldukça kısıtlı olan az sayıdaki olumlu tespitle aslında dengeli ve tarafsız bir değerlendirmede bulunulduğuna dair mesaj verilmeye çalışılmıştır. Ancak (yukarıda da ifade edildiği üzere) raporun kahir ekseriyetinin yapıcı bir dilden uzak olması ve Ankara-Brüksel ilişkilerini ilerletmekten ziyade Türkiye karşıtı kesimlerin tutumlarını tahkim etmesi verilmek istenen pozitif mesajlara zarar vermiştir.

AP’nin hazırladığı raporun ve tavsiye ettiği kararların ikili ilişkileri ilerletmekten ziyade açıkça geriletme ve son dönemde ortaya konan pozitif gündem iradesine zarar verme amacıyla hazırlandığı tespitinde bulunmak yanlış olmayacaktır.
Buraya kadar anlatılardan hareketle AP’nin hazırladığı raporun ve tavsiye ettiği kararların ikili ilişkileri ilerletmekten ziyade açıkça geriletme ve son dönemde ortaya konan pozitif gündem iradesine zarar verme amacıyla hazırlandığı tespitinde bulunmak yanlış olmayacaktır. Bundan ötürü bugüne kadar diğer aday ülkeler gibi adil bir müzakere sürecine tabi tutulmayan Türkiye’ye karşı iyi niyetle yaklaşmaması ve Türkiye’deki gelişmeleri sadece eleştirmekle yetinmeye devam etmesi durumunda, AP’nin Türk kamuoyunda ciddiye alınmamaya devam edeceği belirtilmelidir. Bunun yanı sıra AP gibi AB’nin demokrasi açığını gidermesi beklenen bir kurumun AB vatandaşları nezdinde bile çok fazla dikkate alınmadığını belirtmekte fayda var. Zira 1999’dan beri gerçekleşen beş AP seçiminden dördüne katılım oranı yüzde 50’nin altında kalmıştır. Dolayısıyla AB vatandaşları nezdinde bile yeteri kadar kabul görmeyen bir organın böylesi etkisiz suni gündem çabalarını sürdürmesi ve pozitif gündem arayışlarını zehirleyen tutumu sadece kendi kurumsal itibarına zarar vermektedir..