- Tunus’ta ne yaşandı?
Arap Baharı’nın başarılı demokratikleşme örneği olarak değerlendirilen Tunus bugün büyük bir siyasi krizin eşiğinde görünüyor. Cumhurbaşkanı Kays Said “Ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü koşullar nedeniyle” Meclisin tüm yetkilerini dondurduğunu ve milletvekillerinin dokunulmazlığını askıya aldığını belirterek mevcut Başbakan Hişam Meşişi’yi görevden aldığını ve kendi atayacağı bir başbakanla yürütmeyi devralacağını bildirmiştir. Buna göre Anayasa’nın 80. maddesine dayanılarak ülkenin güven ve istikrarı ile devlet işleyişini garantiye almak üzere Başbakan Meşişi’nin görevden alındığı ve Meclisin yetkilerinin otuz gün boyunca dondurulduğu belirtilmiştir. Said aynı zamanda “Tunus’un içinde bulunduğu yağma, yangın ve durum karşısında ülkeyi kurtarmak için olağanüstü önlemler alması gerektiğini” belirterek isim vermediği bazı grupların belirli bölgelerde iç savaş çıkarmak için para topladığını öne sürmüştür. Said, birkaç ay önce almaları gereken bu kararları Meclis Başkanı ve Başbakan Meşişi ile yaptığı istişareler sonrasında aldığını ifade etmiştir. Said’in bu adımına tepki gösteren Meclis Başkanı Raşid Gannuşi ise “Cumhurbaşkanının yasal bir dayanağı olmayan kararları bir darbedir, Anayasa ile yorumlamak yanlıştır” demiştir. Gannuşi ayrıca “Halkı demokrasiyi yeniden tesis etmek için barışçıl mücadeleye çağırıyoruz” ifadelerini kullanmıştır. “Anayasal darbe” olarak nitelendirilen bu girişim Yasemin Devrimi kazanımlarının ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir.
- Tunus’ta siyasete yönelik darbe süreci nasıl şekillenmiştir?
Tunus’ta darbeye uzanan süreçte birçok faktörün etkili olduğu görülmektedir. Özellikle ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik kriz bu noktaya gelinmesinde önemli rol oynamaktadır. Mayıs 2020’de Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) destekli bir darbe girişimi Türkiye’nin sağladığı istihbarat sayesinde bertaraf edilmiştir. Nitekim geçen Mayıs’ta da benzer şekilde bir darbe planı hazırlığı yapıldığı ortaya çıkmıştır. Cumhurbaşkanı Kays Said’in danışmanlarının hazırladığı belirtilen darbe planında da Anayasa’nın 80. maddesine dayanarak cumhurbaşkanının olağanüstü hal durumunda tüm iktidarı ele alma hakkını kullanması planlanmıştır. Bu darbe planının 13 Mayıs’ta Said’in Özel Kalem Müdürü Nadya Akkaşa’ya “çok gizli” notuyla sunulduğu iddia edilmiştir. Said bu belgeyi yalanlamamış ve böyle bir belgeden kendisinin “sorumlu olmadığını” belirtmekle yetinmiştir.
Bunlara ek olarak geçtiğimiz Şubat’tan bu yana Tunus’ta Cumhurbaşkanı Said, Başbakan Meşişi ve Meclis Başkanı Gannuşi’nin yer aldığı devlet erkleri arasında bir çekişmenin yaşandığı biliniyor. Kabine değişikliğinin anayasal olmadığını savunan Cumhurbaşkanı Said ile Başbakan Meşişi arasında yaşanan anlaşmazlık kamuoyunda uzun tartışmalara neden olmuştur. Diğer taraftan Cumhurbaşkanı Said, Meclis tarafından onaylanan Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçilmesine ilişkin yasa değişikliğini Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle kabul etmemiştir. 2014 Anayasası’nda öngörülen Anayasa Mahkemesinin oluşturulmamış olması devlet erkleri arasındaki bu çekişmenin sona ermesinin önünde önemli bir engel oluşturmuştur.
- Meclisin askıya alınması ve başbakanın görevden alınması ile birlikte neler yaşanmıştır?
Cumhurbaşkanlığından yapılan açıklamada yeni başbakan ve hükümet üyelerinin belirlenmesine kadar idari ve mali işlerin, başbakanlık ve söz konusu bakanlıklardaki genel sekreterler, idari ve mali işlerle yetkili kişiler tarafından idare edilmesine karar verildiği duyurulmuştur. Said’in açıklamalarının ardından Tunus’ta hükümet ve muhalefet partilerine yönelik protestolar gerçekleştirilirken çıkan olaylarda başta Nahda Hareketi olmak üzere parti merkezlerine saldırılar düzenlenmesi ise olayların daha geniş çaplı bir iç karışıklığa dönüşmesini beraberinde getirebilir. Darbenin ardından askerler Tunus Meclis Başkanı ve Nahda Hareketi lideri Raşid Gannuşi ile beraberindeki milletvekillerinin Meclise girmelerini engellemiştir. Bu gelişmeler darbenin odak noktasında Gannuşi ve Nahda’nın siyasetten dışlanması amacının bulunduğu fikrini güçlendiriyor. Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’in aldığı kararları destekleyen göstericilerin Nahda Hareketi’nin genel merkezine baskın düzenlemeye çalışması dikkat çeken gelişmeler arasında yer alıyor. Geniş güvenlik önlemleri alan polis, Nahda Hareketi’nin genel merkezi önünde nöbet tutmaya devam ediyor.
- Ulusal ve uluslararası aktörlerin tepkileri nelerdir?
Meşru siyasete yönelik darbe karşısında ulusal düzeyde en net tepkiyi veren aktörün Raşid Gannuşi ve Nahda Hareketi olduğu görülmektedir. Gannuşi halkın demokrasinin yeniden tesis edilebilmesi için barışçıl bir mücadele yürütmesini istemiştir. Benzer şekilde Eski Cumhurbaşkanı Munsif Merzuki de darbeyi kınamış ve “Biz de Türkiye gibi bu darbeyi başarısızlığa uğratabiliriz” ifadelerini kullanmıştır. Tunus Parlamento Ofisi ise darbeyi sert bir şekilde kınamıştır. Tunus siyaseti açısından çok önemli bir aktör olarak değerlendirilebilecek Tunus Genel İşçi Sendikası (UGTT), Cumhurbaşkanı Said’in aldığı kararların kalıcı hale dönüşmemesi çağrısında bulunmuştur. Diğer taraftan Özgür Anayasa Partisi’nin lideri –BAE ve Mısır tarafından desteklendiği bilinen– Abir Musa ise darbeyi destekleyen Tunuslu siyasetçiler arasında yer almaktadır. Öte yandan Arap Birliği genel sekreteri Ahmed Ebu Gayt ise “Tunus’un yaşadığı çalkantılı süreçten hızlıca çıkması temennisi”nin ötesine geçememiş görünüyor. Almanya, Tunus’ta anayasal düzene hızla dönüş çağrısı yaparken darbe karşısında net bir tavır sergileyen Türkiye ve Libya’yı ayrıca zikretmek gerekir.
Siyasete yönelik darbenin uluslararası boyutu dikkate alındığında Libya’da yaşanan krizin rolü öne çıkıyor. Buna ek olarak Fransa ve BAE’nin darbenin destekçisi olarak belirdiği de açıkça görülüyor. Cumhurbaşkanı Said her ne kadar Libya konusunda tarafsız bir tutum sergilediğini belirtse de darbeci Hafter’i destekleyen Fransa’dan bağımsız bir adım ortaya koyamamıştır. Ayrıca Said’in Gannuşi’nin Libya’da Ulusal Mutabakat Hükümetini (UMH) desteklemesinden ve Türkiye ile kurduğu yakın ilişkiden rahatsız olduğu bilinmektedir. Gannuşi’nin Katar ve Türkiye yanlısı tutumunu eleştiren Said, Tunus’ta “tek bir devlet, tek bir dış politika, tek bir devlet başkanı” olduğunu vurgulamıştır.
Esasen Tunus’ta görevden alınan hükümet, Fransa’nın uçak ve gemi satma teklifini reddetmiştir. Ayrıca BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’in danışmanlarından olan Dhahi Khalfan’ın darbeden üç gün önce attığı şu tweet dikkat çekicidir: “İyi haber, yeni bir darbe geliyor.” Libya’da darbeci Hafter’in yenilgiye uğratılmasının ardından BAE ve Suudi Arabistan’ın desteklediği medya organlarının Tunus’ta darbeye giden süreçte Gannuşi’yi ve seçilmiş hükümeti hedef aldığı biliniyor. Gannuşi’nin geçtiğimiz yıl Mayıs’ta UMH Başbakanı Fayiz Serrac’ı arayarak Vatiyye Hava Üssü’nün Hafter’in denetiminden çıkmasını tebrik etmesi BAE ve Suudi Arabistan’ın Tunus’ta bir iç karışıklık ortamı oluşturmak için düğmeye basmasında itici bir güç olmuştur. Yaklaşık bir yıl önce Parlamentoda başlayan sivil itaatsizlik eylemine BAE ve Suudi Arabistan medyası destek vermiştir. Hükümeti ve Gannuşi’yi yolsuzlukla suçlayan dış destekli bu medya grupları pandemi ile birlikte artan ekonomik sorunların hükümetin yolsuzluğundan kaynakladığı algısını Tunus toplumunda yaymayı hedeflemiştir. Böylece Libya’da umduğunu bulamayan BAE ve Suudi Arabistan yönetimleri medya yoluyla Tunus’ta darbe için gerekli olan iç karışıklık ortamını oluşturmayı başarmıştır.
- Tunus’taki süreç bölgesel açıdan ne anlam ifade etmektedir?
Tunus Arap Baharı’nın ardından “tek Arap demokrasisi” olarak anılmaktadır. Haziran 2020’de Cumhurbaşkanı Kays Said’in Fransa’ya gerçekleştirdiği ziyarette Macron Türkiye’yi hedef alan açıklamalarda bulunmuştur. Türkiye’nin Libya’da “tehlikeli bir oyun” oynadığını belirten Macron, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bölgeden çekilmesi çağrısında bulunmuştur. Macron’un Türkiye’nin Libya’daki varlığı konusundaki tepkisine sessiz kalan Said aynı zamanda Libya meşru hükümetinin yanında yer almaktan da kaçınmıştır. Nitekim Hafter’in Libya’da gerilemesi ile birlikte Akdeniz’deki güç dengesinde Türkiye’nin daha etkili bir aktör haline geldiği görülebilir. Bu durumdan rahatsız olan başta Fransa ve BAE’nin Libya’daki darbeci milislerin başarısızlığı karşısında nispeten demokratik bir dönüşüm geçirdiği kabul edilen Tunus’u benzer bir siyasi kriz ortamına sürükleyerek bölgesel denklemde kendilerine alan açmayı hedeflediği açıktır. Böylelikle hem Libya hem de Katar’a yakın bir duruş sergileyen Gannuşi’nin Tunus siyasetinden dışlanarak “eski rejim yanlısı” siyasetçilerin dış politikada daha aktif bir rol oynaması söz konusu olacaktır. Bu durum ise Türkiye, Katar ve Libya meşru hükümetinin yalnızlaşması, BAE ve Fransa lehine Akdeniz ve Körfez’deki dengelerin değişmesi anlamına gelecektir.
Önümüzdeki süreçte üç senaryodan bahsedilebilir. Birinci senaryo karşılıklı gösterilerin çatışmaya dönüşmesi neticesinde gerçek bir askeri darbenin yaşanmasıdır. Böyle bir durum ise Bin Ali dönemine geri dönüş anlamına gelecektir. Bu senaryoda “eski rejim yanlısı” isimlerin kilit görevlere getirilmesi, meşru siyasetçilerin yargılanması ve bütünüyle siyasetin dışında bırakılması gibi ihtimaller söz konusu olacaktır. Özellikle Gannuşi, Nahda Partisi üyeleri ve ailelerine yönelik darbeyi savunan kesimin Bin Ali döneminde 1990’larda uygulanan baskı, işkence ve diğer sindirme yöntemlerinin yeniden devreye sokulması gündeme gelecektir. İkinci senaryoda çatışmaların derinleşerek bir iç savaşa dönüşmesi söz konusu olabilir. Bu ihtimal özellikle Tunus’ta Yasemin Devrimi’nin ardından etkili olan Ensar eş-Şeria gibi radikal selefi grupların “darbe yanlıları”na karşı şiddete dayalı bir mücadele başlatması durumunda gerçekleşebilir. Her ne kadar böyle bir ihtimal zayıf görünse de bu senaryoda Tunus’taki olayların Cezayir’de 1990’larda yaşanan iç savaşa benzer bir kitlesel şiddete dönüşmesi söz konusu olabilir. Üçüncü senaryoda ise çözüm için yeniden bir uzlaşmanın ortaya çıkarak yeniden seçimlere gidilmesi mümkün olabilir. Nitekim 2013’te sol ve seküler kimliği ile bilinen Belayid ve Brahmi gibi siyasetçilere düzenlenen suikastların ardından yaşanan siyasi krizden çıkılmasında Ulusal Diyalog Dörtlüsü olarak bilinen sivil toplum kuruluşlarının girişimi önemli bir başarı sağlamıştır. Benzer bir diyalog ortamının oluşması için sendikalar, seküler ve İslamcı farklı siyasi grupların harekete geçmesi durumunda bu krizden çıkılması söz konusu olabilir.