Gücün asıl belirleyici olduğu uluslararası sistemde Türkiye, bağımsız hareket edebilmek için gücünü artırmaya çalışırken, bir taraftan da bağımsızlığına yönelik girişimler karşısında küresel aktörler karşısında denge politikası izlemeye çalıştı.
Bağımsızlığına yönelik eylemler ABD’den geldiğinde AB ve Rusya ile ilişkilerini geliştirerek Washington’u dengelemeye çalıştı, Rusya’dan geldiğinde ise Batılı ülkelerle iş birliğini artırarak Moskova’yı dengelemeye çalıştı.
Her üç gücün de Türkiye’yi kendi nüfuz alanına dâhil etmeye çalışmasına karşı Ankara direniyor. Zira köklü bir tarihi ve imparatorluk geçmişi olan bir ülkenin başkalarının nüfuzu altında yaşaması mümkün değildir. Türkiye bir yandan kendi ekonomik ve askerî kapasitesini hızla artırıp kolay müdahale ve manipüle edilebilen bir ülke olmaktan çıkmaya çalışırken, bir yandan da izlediği denge politikasıyla kendisi üzerinde hegemonya kurmak isteyen güçlere karşı direniyor.
Bu politika çerçevesinde Türkiye, en son Washington’ın kendisini hem içeriden hem de dışarıdan, özellikle de FETÖ ve PKK/YPG terör örgütlerini kullanarak kuşatma girişimi karşısında, ABD’yi dengelemek için Rusya ile ilişkilerini geliştirme yoluna gitmişti. Rusya ile geliştirilen bu iş birliği bir zorunluluktan kaynaklanıyordu, iki ülkenin “dost” olduğu anlamına gelmiyordu.
Uluslararası ilişkilerin güç üzerinden şekillenen doğası, Türkiye-Rusya ilişkileri tarihi ve Rusya’nın Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’e yönelik politikası iki ülke arasında bir “dostluk” ilişkisinin mümkün olmayacağını zaten açıkça ortaya koyuyor. Ama Suriye’de ABD destekli bir PKK/YPG koridoru tarafından kuşatılmakta olan Türkiye’nin, ileride kendi toprak bütünlüğü için büyük tehdit oluşturacak bu koridoru parçalamak için Moskova ile uzlaşmaktan başka seçeneği yoktu.
Suriye konusunda ABD’nin uzlaşmaz tavrı Ankara’yı Moskova ve Tahran ile Astana ve Soçi süreçlerini yürütmeye mecbur kıldı. Bu süreçlerin başarısını ise, Rusya’nın Türkiye konusunda ABD tarafından yapılan hataları yapıp yapmayacağı belirleyecekti.
Washington gibi, Moskova’nın da iki seçeneği vardı: Türkiye’nin kendisini dengeleyecek gücü ve ittifak ilişkileri olmadığını düşünüp askerî güce dayalı bir Suriye politikası izlemek ya da Türkiye’nin mülteciler ve terör örgütleri konusundaki hassasiyetini dikkate alıp diplomasiye dayalı bir politika izlemek.
Peki hangi seçeneği tercih etti Moskova?
Doğu Guta, Hama, Dera’dan sonra İdlib’de izlediği politika da açık bir şekilde gösteriyor ki, Rusya “diplomasi görünümlü askerî güç seçeneğini” tercih etti.
Bir yandan Türkiye ile masada “çatışmasızlık bölgeleri” ve “ateşkesler” kararlaştırılırken, bir yandan da bu ateşkesler ihlal edilip ilan edilen çatışmasızlık bölgeleri hava bombardımanlarıyla yerle bir edilip ele geçirildi.
Benzer politikayı Amerikalılar da izlemişti. Onlar da Menbiç ve Fırat’ın doğusu konularında bir yandan diplomasi masasında Türkiye’ye sözler verirken diğer taraftan PKK/YPG’ye yardım etmeyi sürdürmüşlerdi. Ancak Amerikan Başkanı Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki diyalog, Washington’daki güvenlik bürokrasisinin PKK/YPG’ye Suriye’nin kuzeydoğusunda verdiği desteği kısmen azaltmasını sağlamıştı.
Ama Türkiye ile ilişkiler açısından Rusya ve ABD arasında önemli bir fark var.
ABD ile ciddi krizler yaşadık. Çuval hadisesine, ABD destekli FETÖ ve YPG’nin askerlerimizi ve sivil insanlarımızı şehit etmesine de şahit olduk. Ancak Amerikan askerleriyle Türk askerleri birbirlerinin ölümüne yol açacak doğrudan silahlı çatışmaya girmekten hep kaçındılar. Türkiye ile Rusya arasında ise bu hassas çizginin aşıldığına dair bir görüntü var.
Eğer 33 askerimizin şehit edildiği alçak hava saldırısının Rus uçakları tarafından gerçekleştirildi ise bu, Türkiye-Rusya ilişkilerinde geri dönülmez bir çizginin aşıldığı anlamına gelir.
Bu durumda Türkiye’nin birlik olup gücüne güç katarak evlatlarının intikamını alacak adımları atması yapılacak en doğru iştir. Bunun en doğru zamanına ve yöntemine ise kuşkusuz ülkemizi ve ordumuzu yönetenler karar verecektir.
Yok eğer saldırı Suriye uçağı tarafından gerçekleştirilmişse, buna karşı misilleme zaten gereğince yapılıyor.
Türkiye’nin bağımsızlığa giden yolu çok zorlu ve şehitler o yolun muhafızları.
Allah şehitlerimize rahmet etsin, ailelerine sabır versin, ülkemizin başı sağ olsun.
[Türkiye, 29 Şubat 2020].