Demirel: “Kargadan, bülbül olmaz”. “Özal’ı, Çankaya’dan alırım aşağı. Bu, boynumun borcu olsun”. Erbakan: “Özal, milleti kurbanlık koyun gibi çengele astı” İnönü: “Özal, ülkeyi dinamitliyor”. “Her türlü yola başvururuz!” Deniz Baykal: “Özal sivil diktatör”. “İçimize sindiremeyiz”. “Özal’ı onursuzca indiririz” Hürriyet (31 Ekim): “Hacı Turgut Özal, bugün Cumhurbaşkanı seçiliyor”. “Çankaya tartışmalarına bilim adamları katıldı. Hukukçular tereddütlü”.Yukarıdaki sözler 1989’un son baharındaki Özal’ın cumhurbaşkanlığı tartışmalarından. Bugün de neredeyse bütün pozisyonlar aynı.
Hatta bazı liderler sadece pozisyonlarında değil, kullandıkları cümlelerde de bir değişim göstermiş değiller. Bu elbette bir istikrar göstergesi!Benzer bir heyecanı tekrar idrak edeceğiz. Şimdiden hayırlı olsun. Bu ay içinde Anayasa Mahkemesi’nin 38. kuruluş yıldönümünde "demokratik devlet düzeninde, ulusal iradeyi temsil eden parlamento dışında, sorumsuz bir cumhurbaşkanının yönetimi paylaşması ve tek başına önemli yetkiler kullanması kabul edilemez" diyen “tekil devlet yapımızın” yılmaz savunucusundan “boşalacağı” söylenen makamın taliplisi çok. En azından ortada dolaşan isimlerden bunu anlıyoruz. Bazıları isim enflasyonu için, “aslında bir talep filan yok, biri(leri) arz ediyor, talep o nedenle oluşuyor” da diyebilir. Mart ayı itibariyle AKP anketlerine göre en az 14 isim dolaşımda. Tartışmalar aslında yeterince ateşli de değil. Medya AKP’den bir cumhurbaşkanına razı yayınlar yapıyor. Toz veya hap şeklinde olmayan uyarıcılarımızın “Tehlikenin Farkında mısınız” çıkışları olmazsa seçimi sessiz sedasız atlatacağımızı bile söyleyebiliriz. Tehlike gerçekten büyük! 28 Şubat sürecinden “Erdoğan, Gül veya Arınç mı olsun?” tartışmasına erdiğimiz günlere geldik. Kanatlar arası çatışmalardan, kanat içi çekişmelere, denklemlere geldik. Oyunun içinde olmadıklarını görenler ne denli büyük bir tehlike ile karşı karşıya olduklarını düşündükleri dönemlere erdik. Bunlar hayra alamet mi bilemem. Ama bildiğimiz şudur ki, beyazlarımız durumdan fena halde rahatsız. Son 4 küsur seneye damgasını vuran AKP iktidarı ise başka tehlikelerle baş etmek zorunda. Partiyi sürükleyen lideri veya parti içinde sorunsuz bir ikili oluşmasını sağlayan ikinci lideri cumhurbaşkanlığına göndermek hayra alamet olur mu? Bu sualin cevabı verilmiş değil. İkinci bir sual ise üçüncü isimle alakalı. Erdoğan, Gül ve Arınç dışında bir ismin yeni bir “Sezer kazası” olup olmayacağı da ayrı bir tartışma konusu. AKP köşke kimi gönderirse göndersin, memleket hayrına atması gereken adım cumhurbaşkanlığının “sınırsız yetki, sıfır sorumluluk” düzenine çomak sokmak olmalıdır. Erdoğan’ın da sürekli şikâyet ettiği “bürokratik oligarşinin” oluşmasına en ciddi katkıyı bir yönüyle de bu görev tarifi yapmaktadır. Öyle ki 1982 darbe Anayasası’nın 104 ve 105. maddelerine göz atmak bürokratik oligarşinin nasıl oluştuğunu görmek için yeterlidir. Özetle 104 ve 105. madde cumhurbaşkanlığının yetkilerini ve sorumluluk halini şöyle tarif ediyor: “Kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri göndermek, Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar vermek, Genelkurmay Başkanını atamak, kanun hükmünde kararname çıkarmak, Kararnameleri imzalamak, Devlet Denetleme Kurulunun üyelerini ve Başkanını atamak, Devlet Denetleme Kuruluna inceleme, araştırma ve denetleme yaptırtmak, Yükseköğretim Kurulu üyelerini seçmek, Üniversite rektörlerini seçmek, Anayasa Mahkemesi üyelerini, Danıştay üyelerinin dörtte birini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Askerî Yargıtay üyelerini, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi üyelerini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini seçmek. (Sorumluluk ve sorumsuzluk hali) Cumhurbaşkanının, Anayasa ve diğer kanunlarda Başbakan ve ilgili bakanın imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün kararları, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır; bu kararlardan Başbakan ve ilgili bakan sorumludur. Cumhurbaşkanının resen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dâhil, yargı mercilerine başvurulamaz. Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır.” Yukarıdaki maddelerin bizlere söylediği parlamenter demokrasinin böylesi bir cumhurbaşkanlığı yapısıyla sağlıklı yürüyemeyeceğidir. Darbe anayasasının oluşturduğu cari cumhurbaşkanlığı tarifinin ağırlıklı tonu milletin meclisine duyulan güvensizliktir. Türkiye’nin geldiği şartlar açısından bu güvensizlikten kaynaklanan gerilimlerle zaman kaybetmesi acı bir durumdur. Ülkede millete güvenin sarsılmasını, millet ile devlet arasına oligarşinin rahatça yerleşmesini sağlayan bu yapının cesaretli bir iktidar tarafından düzeltilmesi gerekmektedir. Cumhurbaşkanları 7 yıllığına seçilmektedir. İş böyle olunca cumhurbaşkanı seçilen kişi partisinin iktidar süresini de aşan bir dönemde yetkilerini bırakmak istememektedir. AKP’nin imtihanı bu yarı-darbe ve millete güvensizlik halini sürekli besleyen sistemde yapısal değişim adımlarını atıp atmamamsında olacaktır. Gündelik siyasi beklentiler ve çıkarlar uzun soluklu adımların önüne geçerse daha önce yaşadığımız tecrübeyi tekrar etmekten öteye gidemeyeceğiz. O halde asıl imtihan AKP’den kimin cumhurbaşkanı olacağı değil, AKP’nin cumhurbaşkanlığını ve dolayısı ile parlamenter sistemi gerçekten millete yaslayan bir şekilde dönüştürme niyetine ve iradesine sahip olup olmamasıdır. AKP’nin kendi iç imtihanı ise Erdoğan veya Gül ikilisinden birisinin Cumhurbaşkanlığına çıkmasıyla da başlayacaktır. Öncelikle bu “ikiliden” hangisi Cumhurbaşkanı olursa olsun kesin olan bir netice var. AKP içerisinde başka hiçbir “ikili”, Erdoğan-Gül kadar uyumlu çalışamaz. Eğer Gül Cumhurbaşkanı olursa, Erdoğan sorunlu kabineden bu yeri kiminle doldurur sualinin cevabı şu an için bulunmamaktadır. Erdoğan köşke çıkarsa, Gül sadece ikilinin sürükleyici aktörünü kaybetmekle kalmayacak, parti içi dengeleri Erdoğan’ın ağırlığının ve birleştiriciliğin olmadığı bir denklem içerisinde yürütme zorluğuna düşecektir. Bu sıkıntıya cumhurbaşkanlığının hemen ardından gelecek olan seçimde “Erdoğansız AKP” darbesini de dâhil edince işler daha da sıkıntılı bir hal almaktadır. Bütün bu argümanların üzerine “o zaman üçüncü bir isim” demek elbette kolay. AKP iktidarı boyunca kabinesinde tam anlamıyla öne çıkmış üçüncü bir ismi hatırlamak pek mümkün değil. İsimler üzerinden konuşmak yerine adayın AKP’deki “ikili” ile uyumlu ve yukarıda mevzu bahis yaptığımız “sorumsuz yetkilerden” feragat etmeyi kabul etmesi çok daha önemli. O halde asıl mesele cumhurbaşkanı seçmek değil, cumhurbaşkanlığını dönüştürmek olmalı. Aksi takdirde samimi bir şekilde yeni bir cumhurbaşkanı seçtiğimiz yanılgısına düşebiliriz!Yeni Cumhurbaşkanı Seçmek Mümkün Mü?
Demirel: “Kargadan, bülbül olmaz”. “Özal’ı, Çankaya’dan alırım aşağı. Bu, boynumun borcu olsun”. Erbakan: “Özal, milleti kurbanlık koyun gibi çengele astı” İnönü: “Özal, ülkeyi dinamitliyor”. “Her türlü yola başvururuz!” Deniz Baykal: “Özal sivil diktatör”. “İçimize sindiremeyiz”. “Özal’ı onursuzca indiririz” Hürriyet (31 Ekim): “Hacı Turgut Özal, bugün Cumhurbaşkanı seçiliyor”. “Çankaya tartışmalarına bilim adamları katıldı. Hukukçular tereddütlü”.Yukarıdaki sözler 1989’un son baharındaki Özal’ın cumhurbaşkanlığı tartışmalarından. Bugün de neredeyse bütün pozisyonlar aynı.
Paylaş
Etiketler »
İlgili Yazılar