Tezkere kararının ardından Kuzey Irak’a başlayan hava operasyonlarını beklendiği üzere bir kara harekâtı takip etti. Türkiye daha önce onlarca kez yaptığı sınır ötesi operasyonu bir kez daha yapıyor.
Şubat ayının son günlerine denk gelen kara harekâtını geçmiş operasyonlardan ayıran birkaç özelliği bulunmakta. Öncelikle, Türk Silahlı Kuvvetleri PKK ile olan mücadelesinde fasit hale gelmiş olan askeri takvimini değiştirmiş oldu. Yani kış şartlarında bu denli büyük bir operasyonu yaparak, baharla başlayıp kışla biten askeri hareketliliği bütün seneye yayabileceğini göstermiş oldu. İkincisi Irak işgali sonrası TSK, ilk kez Irak topraklarında, yeni güçler dengesinin ortasında bir operasyon yapmaktadır. Üçüncüsü, seçim sonrası ortaya çıkan, Doğu-Güneydoğu bölgemizde sadece iki partiye yer açan sosyo-politik atmosfer içerisinde, Öcalan’ın yakalanmasından bu yana bütün sosyolojik katmanları harekete geçirecek etkide bir operasyon yapılmaktadır. Son olarak, ilk kez bir sınır ötesi operasyonumuz bu denli medya kirliliği içerisinde, adeta kendi kendine “embedded journalism” nöbetleri tutan medyatik gerçeklikle beraber yürüyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri, PKK ile 25 yıla yakın bir zamandan beri mücadele ediyor. Bu uzun sayılabilecek tarihi dikkate alanlar, yaşanan her yeni hareketlenmenin bir “deja vu” hali olup olmadığını sorgularlar. Hele son günlerde içine girdiğimiz duygusal atmosferde, böylesi bir soğukkanlı sorgulamaya her dönemden daha fazla ihtiyacımız bulunmaktadır. Aksi takdirde, harekâtın niye yapıldığını unutup, TSK’nın kış şartlarındaki operasyon gücüne, koordinasyon becerilerine takılıp kalırız. Yaşanan operasyon bir tatbikat değildir. Askerler şehit olmaktadır. Eğer şu an gerçekleşen harekâtın bir deja vu olmadığını kendimize anlatamıyorsak, büyük bir sorun var demektedir. Eğer hala askeri operasyonların PKK’yı bitireceğine inanmıyorsak, büyük bir sorun var demektir. Daha da önemlisi, harekâtın PKK’yı yok etmekten ziyade -kameralarının suçluyu yakalamaktan ziyade suçluyu başka bir bölgeye göndermesi gibi- kayıplarla mekân değiştirmeye (displacement) zorladığını düşünüyorsak; yeni çatışma mekânı ve araçlarına ne kadar hazırlıklıyız? En az dört ayrı PKK’dan bahsedilen bir zaman diliminde, hangi PKK’yla, hangi araçlarla mücadele edeceğiz? Bütün bu suallerin kolay cevapları yok. Ama daha sorunlu olanı, bu suallerin, aklın yerini duyguların aldığı bir dönemde, neredeyse kimse tarafında sorul(a)maması.
Türkiye, Irak işgali belasını başından savmayı başarmış bir ülkedir. Irak işgaline ortak olması için içerden ve dışardan gelen onca baskıya rağmen, Amerika’nın peşine takılmamıştır. Bu bile başlı başına bir değer olarak kabul edilmelidir. Lakin işgal sonrası Türkiye’nin Irak siyaseti, bizleri Amerikan işgaline ortak olmayı ret eden ülkenin Türkiye olup olmadığını sorgular hale getirmişti. Önce Türkmen kartı üzerinden, Irak’ın siyaseten en az fonksiyona sahip etnik unsuruna odaklanılmış, ardından Irak’ın bütünlüğü söylemi içerisinde Kuzey Irak’la ilişkilerimiz yönetilemez hale gelmişti. Adeta yer yer Kuzey Irak’ın Türkiye’nin tüm Ortadoğu açılımlarını esir almasına kadar varan bu süreç, seçim döneminde iç siyaset malzemesi de olunca, iş içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Aramızda sosyolojik (ve belki siyasi de) bir sınır bulunmayan Kuzey Irak’a kimsenin el uzatmaması için herkesten fazla kucaklamamız gerekirken, ipleri koparma noktasına kadar götürmüş olduk. Kuzey Irak’la siyaseten kavga ederken, Kuzey Irak’ta operasyon yapma garabeti bize özgü olsa gerek.
Irak işgali sonrası bölgemizde “hegemonyadan yeni güçler dengesine” geçiş yaşanırken, biz Kuzey Irak’la Washington üzerinden konuşmaya devam edemeyiz. Operasyon eğer çok büyük provokasyonlarla karşılaşmazsa, atmamız gerek ilk adım Kuzey Irak’la doğrudan muhatap olmaktır. Bu sadece Kuzey Irak’la konuşma meselesi de değildir. Irak işgali sonrası bölgesel denkleme girmiş olan İran, Şii siyaseti ve Amerika dinamikleri ortasında PKK çok fonksiyonelli bir örgüt haline gelmiştir. PKK Ortadoğu denkleminde farklı güçlerin bölgesel siyasete müdahil olmasının tabii araçlarından birisidir. Daha öz bir ifade ile PKK çoğu kez cambazdır. Dolayısıyla mezkûr harekâtın, Amerika’dan bu denli sağlam bir ruhsat alması hem Türkiye’nin bir “başarısı” hem de “maliyetleri neler olacak” şeklinde değerlendirilebilir. Bizce maliyet üzerinden düşünmek daha gerçekçi durmaktadır. PKK’nın Kuzey Irak’tan tasfiye edilmesine yeşil ışık yakılması, akla çok temel bir soruyu getirmektedir? PKK’nın nereye gitmesi istenmektedir? Bu soruya verdiğimiz cevaba göre Amerikan ruhsatının mahiyetini anlayabiliriz. Bu suale verilecek yalın bir cevap elbette yok. Lakin akla gelen ilk iki adres, İran ve Türkiye’dir. Başka bir deyişle, silahını bırakanlar Türkiye’ye, bırakmayanlar İran’a.
Türkiye 22 Temmuz seçimleri sonrası Doğu ve Güneydoğu’da sadece iki parti ile temsil edildi. AK Parti ve DTP’nin seçimlerden zaferle çıkması bölgede yapısal bir kırılmayı da ortaya çıkardı. Son seçimde bölgeden DTP’ye oy veren kitlenin de ciddi bir kısmı tabii AK Parti seçmenidir. Aynı şekilde AK Partiye oy veren kitlenin ciddi bir kısmı da belli siyasal bağlamlar altında tabii DTP seçmenidir.Ak Parti, bu ayrıştırmayı yapamadığı her siyasal dönemeçte, DTP gibi silahlı bir örgütün aciz sivil aktörlerinden öte bir yapı olmayan bir partinin tuzak söylemleri karşısında sıkıntıya düşmeye devam edecektir. AK Parti Kürtler karşısında, hükümet olmasına rağmen, ‘hakem ve adil’ rolünü koruyabildiği sürece DTP içerisindeki tabii seçmenini yanına çekebilir. Aynı şekilde içindeki tabii DTP seçmeninin kopmasını önleyebilir. Sınır ötesi harekatla birlikte yeni bir siyasi bağlam ortaya çıkacaktır. Çünkü DTP, Ak Partinin, halk nezdindeki hakem rolünü sorgulanır hale getirmek için elinden geleni yapacaktır. Bölgede yaşanan mitinglerde öfkenin özellikle Ak Partiye yöneltilmeye çalışılması, Aysel Tuğluk’un açıkça AKP’ye karşı “Kemalist-Kürtçü ittifakı” için yazılar yazıp, dil dökmesi PKK’nın yeni stratejisinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Hatta denilebilir ki DTP’liler askeri harekata dair gösterdikleri tepki, timsah gözyaşlarından öte değildir. Yaşanan gelişmeler, yerel seçim yılında, DTP’yi bir kez daha anlamsız bir parti ve hareket olmaktan kurtaracak kadar çok malzeme vermiş durumdadır. DTP’in ‘27 Nisan’ı da bu operasyon olacaktır.
Kara harekâtı, Türkiye’nin başörtüsü tartışmalarına kilitlendiği bir zaman diliminde başladı. Kredisini başörtüsü tartışmalarında neredeyse sıfırlamış olan merkez medya, sorumsuz yayıncılığına operasyon sırasında da devam etmektedir. TSK’nın ciddiyetini kaybetmeksizin kamuoyuna yaptığı duyurularıyla medyanın kullandığı dili karşılaştırmak basınımızın halini anlamak için yeterlidir. Kuzey Irak’la son dört yıldır yaşadığımız gerginliğin de başlıca tetikçisi olan merkez medyamız, bu sefer sınırlarını iyice zorlamaktadır. Çünkü TSK manipülasyona yer bırakmayacak ölçüde sade bilgileri düzeli bir şekilde kamuoyuyla paylaşmaktadır. Bu durum en fazla merkez medyayı zora sokmaktadır. Tankları göremeyen medya, paletlerin izlerini muhabirlerine inceletmektedir. Kameraların zumladığı izler arasında genelde PKK da aranmamaktadır. Aksine medyanın kullandığı dil ve taktik, tek bir derin arzuyu ortaya çıkarmaktadır: Nasıl olurda, TSK Kuzey Irak yerel güçleriyle karşı karşıya ge(tiri)lebilir? TSK’nın ısrarla “yerel güçlerle karşı karşıya gelmeyeceğiz” açıklamalarına rağmen, merkez medya adeta bir çatışma için bütün kamuoyunu hazırlamaya çalışmaktadır. Oysa anlamamız gerek çok mühim bir nokta var. Irak’a yaptığımız sınır ötesi operasyon, sınırlarımız içerisinde de siyasi ve sosyolojik operasyon demektedir. Sınırın ötesinde devam eden harekâtın sınır gerisinde yönetilemez duruma gelmesi, en başta yapılan harekâtı boşa çıkaracaktır. Daha sonra ise sosyolojik fay hatlarımızın daha kırılgan hale gelmesini sağlayacaktır. Türkiye, benzer harekâtları onlarca kez sınırlarının ötesinde yapmayı başardı. Ama maalesef sınırları içerisinde aynı başarıyı sergileyemedi. Aynı sosyolojik bölge içerisinde, sınır ötesi harekâtın sadece sınır ötesi bir harekât olamayacağını anladığımız zaman çözüme bir adım daha yaklaşacağız.
Anlayış - Mart 2008