Türkiye siyasi hayatının en kritik öneme sahip aktörü kuşkusuz AK Parti. İktidara gelişinden itibaren önce ekonomik krizden çıkış, sonra muktedir olmak ve daha sonra da Kemalist vesayet rejimini dönüştürmek için sürekli bir çaba içinde oldu. Bir anlamda Cumhuriyetin tüm birikimi ve sorunları ile yüzleşen parti oldu.
Kürt sorunu, bürokrasinin yeniden yapılanması, Alevi meselesi ve İslamcılığın entegrasyonu gibi bütün netameli sorunları yönetmek ya da çözmek zorunda kaldı. Üstelik bu sorunlarla Ortadoğu'nun 2010 Arap Baharı ile türbülansa girdiği dönemde yüzleşmek durumunda.
Suriye'de bitmeyen iç savaş ve Mısır'da Mursi'nin devrilmesi ile yeni bölgesel düzen arayışı da başka bir tarihe ertelenmiş oldu.
Gezi protestoları ve 17 Aralık operasyonu Ak Parti'nin muktedir olduğu dönemin muhasebesini gerektiren olaylardır. Erdoğan'ın güçlü ve kararlı liderliği ile bu krizleri aşabilen AK Parti kendisini bir siyasal harekete dönüştürme evresinden geçmektedir.
Görünen o ki, Türkiye siyasetinin gerginlik ve kutuplaşma olgusunu en iyi yöneten aktör olarak AK Parti liderini rahatlıkla cumhurbaşkanı seçtirecek. Hatta üç etaplı seçim sürecinin üçüncüsü olan 2015 genel seçimlerinden de başarılı çıkabilecek bir şansa ve imkâna sahip olacak. Böylece, muhalefetin Erdoğan karşıtlığına takılıp kalan siyasetsizliğinden istifade ederek önümüzdeki on yılı belirleyecek bir siyasi kariyere sahip olacak.
Bu başarı profiline rağmen AK Parti'nin önünde ciddi bir sınav duruyor. AK Parti 2015 sonrasında, Türkiye'nin son on iki yılda yaşadığı dönüşümü konsolide edecek yeni bir çizgi oluşturmak zorunda. Çözüm sürecinin ve HDP'nin "Türkiyelileşme" trendinin imkânlarına rağmen büyük sorumluluk yine AK Parti'ye düşmekte.
Niçin sorumluluk AK Parti'de? Zira AK Parti muhalefeti bir çıkmaz içinde. Muhalefet partilerinin Erdoğan karşıtlığı sermayesini kullanması bir tür bağımlılık üretmektedir. Bu sermaye, muhalefeti edilgen kılan ve sürekli reaksiyoner durumda tutan bir mahiyet kazandı. Negatif siyaset ya da siyasetsizlik yeniden ve yeniden üretilmekte. Bir tür afyon etkisi bu.
Muhalefet partilerinin bu bağımlılığı AK Parti'nin seçimlerdeki başarısının bir garantisi haline de geldi. Erdoğan'ın gerginliği yönetme siyaseti karşısında Kılıçdaroğlu ve Bahçeli'nin sert söylemleri AK Parti'nin kendi toplumsal tabanını tahkim etmesine katkı sağladı. Paralel yapının "özel hayata müdahale, dinleme ve casusluk" üzerinden ürettiği milli güvenlik tehdidi yine AK Parti'nin kendisini Türkiye'nin istikrarının ve büyümesinin anahtarı olarak sunmasına fırsat tanıdı. İhsanoğlu'nun seçim kampanyasında seslendirdiği "barış, huzur ve sevgi" ekme iddiası ise pasif bir söylem olarak kaldı. Bu pasif söylem Erdoğan'ın otoriterleştiği tezini kaçınılmaz olarak merkeze aldığı için istenen sonucu üretemedi.
İşte tam da bu sebeple Türkiye, 2015 genel seçimlerinden sonra yeni bir söyleme ve siyaset çizgisine ihtiyaç duymaktadır. Daha aktif bir arada yaşama söylemine ihtiyacımız var. Aslında Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı vizyon belgesinde bunun ana hatları ortaya koyuldu.
AK Parti artık sadece kendi seçim başarıları ile yetinemez. 2015 sonrasında yeni bir demokratik düzen ya da Post- Kemalist bir sistem inşa edilecekse ikili bir strateji aynı anda uygulanmak durumunda. Bu stratejinin ilk boyutu bir süre daha gerginlik ve kutuplaşmanın yönetimini gerektiriyor. Ancak tedricen ağırlığını göstermesi gereken iki