Libya’da son zamanlarda hem Libyalıları hem de bir şekilde Libya’ya müdahil dış aktörleri etkileme kapasitesi olan bir dizi önemli gelişme yaşanmakta. Bunların ilki başkent Trablus’un en büyük ve en güçlü askeri gruplarından 444. Tugayın komutanı Mahmud Hamza’nın Özel Caydırıcı Güç (ÖCG) olarak adlandırılan başka bir büyük ve güçlü askeri grup tarafından Trablus Mitiga Havalimanı’nda kaçırılmasıdır. Basına yansıyan bilgilere göre Mahmud Hamza yurt dışına çıkmak üzere uçağa binecekken Mitiga Havalimanı’nı kontrol eden ÖCG tarafından alıkonmuştur. Bunun sonucunda 444. Tugay, komutanlarının serbest bırakılmasını sağlamak üzere ÖCG’e karşı saldırı başlatmış, büyük çaplı çatışmalar sonucunda başkent Trablus’ta elli beş kişi hayatını kaybetmiştir. Çatışmalar sürerken aracıların da yardımıyla bir ateşkes sağlanmış, ÖCG de kaçırdığı Mahmud Hamza’yı serbest bırakmıştır.
Libya’da son zamanlarda hem Libyalıları hem de bir şekilde Libya’ya müdahil dış aktörleri etkileme kapasitesi olan bir dizi önemli gelişme yaşanmakta. Bunların ilki başkent Trablus’un en büyük ve en güçlü askeri gruplarından 444. Tugayın komutanı Mahmud Hamza’nın Özel Caydırıcı Güç (ÖCG) olarak adlandırılan başka bir büyük ve güçlü askeri grup tarafından Trablus Mitiga Havalimanı’nda kaçırılmasıdır. Basına yansıyan bilgilere göre Mahmud Hamza yurt dışına çıkmak üzere uçağa binecekken Mitiga Havalimanı’nı kontrol eden ÖCG tarafından alıkonmuştur. Bunun sonucunda 444. Tugay, komutanlarının serbest bırakılmasını sağlamak üzere ÖCG’e karşı saldırı başlatmış, büyük çaplı çatışmalar sonucunda başkent Trablus’ta elli beş kişi hayatını kaybetmiştir. Çatışmalar sürerken aracıların da yardımıyla bir ateşkes sağlanmış, ÖCG de kaçırdığı Mahmud Hamza’yı serbest bırakmıştır.
Bugün itibarıyla mevcut ateşkes kalıcı ve istikrarlı olmaktan uzak görünmekte ve çatışmanın tarafları bir sonraki çatışma raunduna hazırlanmak için güç toplamaktadır. Bu çatışma Ağustos 2022’den bu yana başkent Trablus’ta yaşanan en büyük ve en yıkıcı çatışmadır. Bir yönüyle de 444. Tugay ile ÖCG’nin çatışması, Ağustos 2022’deki çatışma sonrasında Trablus’ta oluşan askeri denge ve güç dağılımının doğurduğu doğal bir sonuçtur. Ağustos 2022’deki çatışmanın mağlubu gruplar tasfiye edilip Trablus’tan çıkarılırken çatışmanın galibi askeri gruplar konsolide olmuş ve bu sayede hem güçlerini artırmış hem de hakimiyet alanlarını genişletmişlerdir. Böylece çatışma sonrasında Trablus’ta en fazla öne çıkan ve en büyük gruplardan olan 444. Tugay, ÖCG ve İstikrarı Destekleme Aygıtı (İDA) güçlenmelerinin sonucunda birbirlerine “dokunur” hale gelmiş ve Trablus’un hakimiyeti konusunda mücadeleye girmeleri de an meselesi halini almıştır.
Askeri alanın dışında siyasi alanda da önemli bir gelişme yaşanmış, Libya’nın iki yasama organından biri olan Trablus merkezli Yüksek Devlet Konseyinin (YDK) başkanı seçim yoluyla değişmiştir. Nisan 2018’den bu yana Konsey başkanlığı vazifesini yürüten ve Batı bölgesinin (Trablus) en önemli siyasi figürlerinden Halid Mişri, YDK’nin periyodik başkanlık seçimlerinde Konsey mensuplarından Muhammed Tekale’ye karşı başkanlık yarışını kaybetmiştir. 2018’den bu yana YDK başkanlığını kazanmakta zorluk çekmeyen Mişri bu defa seçilmeyi başaramamış ve bunun en büyük müsebbibi de Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) Başbakanı Abdulhamid Dibeybe olmuştur. Dibeybe, Batı bölgesindeki (Trablus) Mişri karşıtı aktörlerin de desteğini alarak Mişri’nin başkanlık seçimini kaybetmesi için aktif çaba göstermiş, Tekale isminin Mişri’ye bir rakip olarak ortaya çıkması ve desteklenmesinde büyük bir rol oynamıştır. Dibeybe’nin YDK seçimlerinde Mişri’ye karşı aktif bir çaba içerisine girmesi –öncesi olmakla beraber– özellikle son bir yıl içerisinde kristalleşen Dibeybe-Mişri rekabetinin ve bunun sonucunda her ikisinin de yetki ve imkanları nispetinde birbirlerine zarar verici hamlelerinin ardından gelmiştir. Mişri uzun süredir Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi (TM) Başkanı Akile Salih ile iş birliği içerisinde yeni bir “birlik hükümeti” kurulması ve dolayısıyla Dibeybe ve UBH’nin tasfiye edilmesi için çabalamaktaydı. Zaten Ağustos 2022 çatışmalarına sebebiyet veren, Fethi Başağa’nın Ulusal İstikrar Hükümeti (UİH) Başbakanı sıfatıyla Trablus’u ele geçirme girişimi de Salih-Mişri ikilisinin yine Dibeybe ve UBH’yi tasfiye etme amacına yönelik bir hamlesiydi. İki kamp arasındaki güç mücadelesi, tarafların yetki ve güçleri nispetinde birbirlerinin manevra alanlarını giderek daraltmasıyla tırmanmış ve nihayet Mişri’nin de YDK başkanlığını kaybetmesiyle Batı bölgesindeki (Trablus) Dibeybe karşıtı aktörlerden bir diğerinin daha tasfiyesiyle sonuçlanmıştır.
Mısır Faktörü
Salih-Mişri ikilisinin Dibeybe ve UBH’yi tasfiye çabaları söz konusu olduğunda bu çabaya en güçlü desteğin Mısır’dan geldiğini hatırlamak gerekir. Mısır, TM Başkanı Akile Salih üzerindeki kontrolü aracılığıyla Libya’nın siyasi arenasını şekillendirmeye yönelik hamlelere sponsorluk yapmış, bunun mümkün olmadığı durumlarda istikrarsızlaştırıcı ve manipülatif bir rol oynamıştır. Birleşmiş Milletler Libya Destek Misyonunun (BMLDM) liderlik ettiği siyasi geçiş sürecini Kahire’de ev sahipliği yaptığı görüşmeler yoluyla kendi uhdesine/tekeline almış; sürecin merkezine Salih ve TM ile Mişri ve YDK’yi yerleştirmeyi başarmış; Salih-Mişri ittifakının oluşmasına ön ayak olarak bu ittifakı ve onların yasama yetkilerini sürekli bir şekilde Dibeybe ve UBH’yi sıkıştıracak şekilde mobilize etmiş; Fethi Başağa’nın paralel bir hükümet kurmasını ve başbakanlık iddiasında bulunmasını teşvik etmiş ve hükümeti en güçlü şekilde tanıyan ve destekleyen aktör olmuştur. Mısır bu hamleleriyle istikrarlı ve tutarlı bir şekilde Batı bölgesinin siyasi ve askeri aktörlerini kendi içlerinde bölmekte, birbirleriyle mücadelelerini tetiklemekte ve Batı bölgesini (Trablus) ve siyasi yapısını istikrarsızlaştırmaktadır. Batı bölgesinin aktörleri Dibeybe’ye karşı giriştikleri mücadele sonucu tasfiye oldukça Mısır, bu bölgenin içinden başka bir aktörle istikrarsızlaştırıcı hamlelerine devam etmektedir. Başağa’nın azlinden sonra Mişri, Dibeybe karşıtı çabaların liderliğini yaparken Mişri’nin de aktif siyaset sahnesinden çekilmesiyle bu misyonu üstlenecek olan aktörün Başkanlık Konseyi (BK) Başkanı Muhammed Menfi olması muhtemeldir. Menfi’nin bir süredir Mısır’la olan yakınlaşması bu ihtimali güçlendirmektedir.
Türkiye Endişelenmeli mi?
Son olarak Türkiye’nin Libya’daki çıkarları ve özelde de askeri varlığını hedef alan söylem ve eylemlerde bir yoğunlaşma görülmektedir. Kimliği belirsiz bir grup silahlı kişinin yayınladığı bir video mesajda –her ne kadar gerçeği yansıtmasa da– Türkiye, Libya’da “işgalci” olarak tanımlanmış; Türk askeri kamp ve üslerinin Libya’da kalıcı olma ve ülkeyi “sömürgeleştirme” ve zenginliklerini “talan etme” planlarına hizmet ettiği öne sürülmüş; Türk askeri varlığının Libya’nın egemenliğini ve onurunu “çiğnediği” iddia edilmiştir. Bununla birlikte grup Libya’daki Türk varlığının kendileri için meşru bir hedef olduğu belirtilerek Libya halkını, Türk varlığına karşı ayaklanmaya davet etmiştir.
Video mesajın kimler tarafından yayınlandığı bilinmemekle birlikte, mezkur Türkiye karşıtı söylemler ve bunların kısıtlı toplumsal karşılığı yeni bir şey değildir. 2014’te Halife Hafter, Onur Operasyonu’nu başlattığında devrimci ve Batı bölgesi (Trablus) aktörlerine savaş açarken bunun “Türkler (Türk kökenli Libyalılar), yabancılar (aslen Arap olmayanlar) ve Yahudilere karşı bir savaş” olduğunu ilan etmiş ve kendi kitlesini bu şekilde motive ve mobilize etmiştir. Libya’nın özellikle Doğu bölgesinde (Barka) –Batı bölgesinde de Zintan’da– çok daha güçlü olan kabile yapısı ve bedevi Arap kimliğinin Hafter ile geliştirilen siyasi ve askeri ortaklıkla bir araya gelmesi Türkiye karşıtı söylem ve tutumların kolayca benimsenmesine yol açmaktadır. Elbette bu Türkiye karşıtı tutumlar, Hafter’in Trablus’u işgal girişiminin Türkiye’nin sert gücü yardımıyla püskürtülmesiyle çok daha keskinleşmiş ve somut bir tecrübeye dönüşmüştür.
Bugüne kadar kronik Türkiye karşıtı toplumsal kesimler, onların siyasi temsilcileri ve Libya dışındaki destekçileri Türk askeri varlığını ortadan kaldırmaya muktedir olamadılar. Ancak geçtiğimiz günlerde ortaya atılan ve daha sonra UBH tarafından yalanlanan haberle birlikte değerlendirildiğinde bu aktörlerin Libya’daki Türk varlığını sonlandırmak ya da zor durumda bırakmak için bugün başka bir yöntem deniyor olması muhtemeldir. Humus’taki (Khoms) ticari limanı da içine alacak şekilde Türkiye’nin deniz üssü kurmak üzere Libya’da 99 yıllığına liman kiralayacağı iddiası Humus’ta geçimini limandan sağlayanlar başta olmak üzere toplumsal bir tepkiyi tetiklemiştir. Geçim kaynağı kaybı gibi somut mağduriyetlerin üzerine bina edilecek “milli egemenlik”, “Arap milliyetçiliği” ve “sömürge karşıtlığı” gibi söylemler kısıtlı da olsa Libya’nın belli toplumsal kesimlerinde karşılık bulabilecek unsurlardır. Eğer bu gelişmeler gerçekten de Türkiye’nin Libya’daki askeri varlığını toplumsal bir tepkiyi örgütlemek suretiyle hedef almaya yönelik koordineli bir hamleyse Türkiye buna karşı gerekli tedbirleri almak zorundadır. Zira Türkiye’nin Libya’daki askeri varlığını askeri ve siyasi yollardan ortadan kaldırmak mümkün olmamıştır ancak Libya halkının Türkiye aleyhine dönmesi ve toplumsal bir tepki göstermesi Türkiye’yi ciddi anlamda zora sokabilir.