Cumhurbaşkanı Erdoğan aylar sonra yine Katar'ı ziyaret etti. Türkiye ile Katar yönetimi arasında gerçekleşen karşılıklı ziyaretler ve zirve toplantıları artık mutat hale geldiğinden bu ziyaret de çabucak unutuldu.
Halbuki Türkiye ile Katar arasındaki işbirliği son dönemlerde benzersiz bir düzleme oturdu. İkili ilişkiler, bölgesel vizyon ve politikalar konusundaki tutum, finans ve enerji alanındaki işbirliği, liderlerin samimi ilişkisi bu tablonun en önemli göstergeleri.
Buna rağmen iki ülke ilişkileri hak ettiği ilgiyi görmüş değil. Bunun temel nedeni gelişen işbirliğinin fazlasıyla kanıksanmış olması. Sanki ilişkiler hep böyleymiş ve bu şekilde devam edecekmiş gibi bir kabullenme söz konusu. Bu yüzden ziyaretler ve anlaşmalar sıradan haberlerle geçiştiriliyor.
Halbuki bu işbirliğini ortaya çıkaran ve karşılıklı anlayış ve çıkarlar bağlamında devam etmesini sağlayan şartlar merkeze alınarak daha rasyonel bir değerlendirme şart.
Türkiye ile Katar'ı birbirine bu kadar yakınlaştıran ve ikili ilişkileri stratejik düzeye taşıyan temel unsur özellikle 2011 yılından itibaren bölgesel politikanın örtüşmüş olmasıdır.
Bu tarih yalnızca ülke siyasetlerinin dönüşümü açısından değil aynı zamanda bölgesel ittifakların yeniden şekillenmesi açısından da bir milattır.
2011 yılında Arap isyanlarının başlaması ile karşıt vizyonlar zamanla ittifakların oluşumunu da etkiledi.
Bir tarafta kendilerinin yardımları ile varlığını sürdürecek olan diktatörlükleri destekleyen ve bu uğurda iç savaş, terör, bölünme senaryolarını dahi göze alan yıkıcı bir ittifak var. Bu ittifakın bölgesel aktörleri de Sisi'nin Mısır'ı, BAE ve Muhammed bin Selman'ın Suud'undan oluşuyor. Bu yıkıcı blokun etkin olduğu ülkelere baktığımızda her birinde krizin derinleştiğini, hiçbirinin belini doğrultamadığını görürüz. Yemen halkı açlıkla boğuşurken ülke bölünmenin eşiğine geldi. Libya'da darbe ile bir diktatörlük inşa etme peşindeler. Suriye'de ise her türlü örgütle flört halindeler.
Buna karşı direnen Türkiye'nin en yakın müttefiki ise Katar. Her iki ülke 2011'den bugüne benzer refleksler gösterdi ve bugün her iki ülke, bölgenin yeniden büyük güçlere bağımlı diktatörlüklerce yönetilmesi projesine karşı bir mücadele veriyor.
Bu direnç dolayısıyla iki ülke de yıkıcı blok ve küresel müttefikleri tarafından cezalandırılmaya çalışıldı. Bugünden geriye bakıldığında yıkıcı blokun bu iki ülkeyi hem içeriden hem dışardan kuşatmayı hedeflediği artık çok daha net görülüyor.
AK Parti iktidarının 2013 yılından itibaren karşı karşıya kaldığı müdahalelerin tümünde bölgesel dizayna karşı gösterdiği direnç önemli bir neden olagelmiştir. Katar'ın da benzer "cezalandırılma" yöntemleri ile karşılaşması da hiç tesadüf değil.
Katar 2014 ve 2017'de iki kere ablukaya alındı. Özellikle Haziran 2017'den itibaren başlayan abluka yalnızca Katar yönetimini değil, bütün Katar halkını cezalandırmaya dönüktü. Ablukanın temel hedefi Katar'da bir yönetim değişikliğini sağlamaktı. Ancak Türkiye'nin tepkisi ve yardımları bu hesabı bozdu. Bu tarihten itibaren ikili ilişkiler yeni bir ivme kazandı.
İkili ilişkiler üçüncü ülkelerde daha sıkı işbirliğine dönüştü. Çünkü hem Türkiye hem Katar yıkıcı blokun etkisinden korunmak için kendi sınırları dışında da mücadele verilmesi gerektiğini daha iyi anladı.
Bölgesel düzlemde oluşan işbirliğinin temelinde ortak vizyon, bölgesel siyasetve saldırılara karşı ortaya çıkan dayanışma gereksinimidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Şeyh Tamim'in vizyoner liderlikleri ve samimiyeti iki ülkenin işbirliğinde katalizör rolü oynadığı şüphesiz. Ancak özetlemeye çalıştığım bölgesel vizyonlar ve stratejik ittifakın üzerine oturduğu zemin anlaşılmadan Türkiye'nin Katar'la ikili ve bölgesel düzlemdeki işbirliği, Katar'ın ablukaya direncinde Türkiye'nin oynadığı rol ya da finans ve enerji alanındaki işbirliğinin anlaşılması mümkün değildir.
[Sabah, 11 Temmuz 2020].