Cenevre-3 görüşmelerinin Esed rejimine zaman kazandırmaktan başka işe yaramadığı anlaşıldı. BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararı işletilemediği için süreç çöktü.
"Sürecin" başarısını değil var olmasını önemseyen ABD, bu görüşmelerde inisiyatifi Rusya'nın eline bırakmaya devam ediyor.
Görüşmelere ara verilirken Rus-Esed güçleri muhalifleri tümüyle tasfiye etme operasyonuna hız kazandırdı. Halep'in dış dünyayla bağlantısını sağlayan tek hat olarak Kastillo yolu da Esed güçlerinin eline geçerse Suriye iç savaşı geri dönülemez yeni bir aşamaya geçecek. Büyük bir insani dram yeniden yaşanacak. Halep'in düşmesiyle sadece 1 ila 2 milyon arasında yeni Suriyeli mültecinin Türkiye'ye gelmesi bekleniyor.
Suriye'nin kentlerinde, köylerinde yaşanacak katliam da çabası.
Bu gidişatın seyri "Rusya'nın aktif, ABD'nin pasif desteğiyle" Suriye rejiminin iç savaşın en başından hedeflediği noktaya gelmeyi başaracağı yönünde. Sahada kendisi, işbirliği içinde olduğu PYD ve faydalı "öteki" olarak konumlandırdığı DAİŞ kalacak.
İşte böyle bir ortamda dünya kamuoyu DAİŞ'le mücadeleye odaklanacak ve filmin "mutlu" sonu hazırlanacak.
Bu sonun en çok Türkiye ve Suudi Arabistan'ı rahatsız edeceği hatta jeopolitik ve varoluşsal bir tehlikeye sokacağı malum. Suriye savaşına doğrudan müdahil olmak her iki ülke için çok sıkıntılı kararlar. Destekledikleri muhalif grupların tümüyle tasfiyesi de benzer ölçüde sıkıntılı. Tam bir aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık misali.
Türkiye, PYD -PKK kuşağı ve Esed rejimi ile çevrelenmiş olacak. Hem de 3-4 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapar bir şekilde.
İran'ın nüfuz alanının genişlemesi ve artacak Sünni radikalizminden tehdit hisseden Suudi Arabistan DAİŞ ile mücadele için kara ordusu göndermeye hazır olduğunu açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Latin Amerika ziyareti sonrası basınla görüşmesinde Suriye'deki gidişattan ne kadar rahatsız olduğunu bir daha yineledi.
Suriye krizine tek çözüm önerisi olan Cerablus-Azez hattında terörden arındırılmış bir bölge kurulması ve bu bölgede şehirler inşa edilmesi fikrini tekrarladı. Rusya ve İran'ı eleştirerek Batı dünyasını çözüme destek vermeye çağırdı.
Erdoğan, Türkiye'nin pozisyonu ile ilgili olarak da kritik cümleler sarf etti: "Irak'ta düşülen hataya Suriye'de düşmek istemiyorum. Ben 1 Mart tezkeresinin yanındaydım, karşı olanlar bunu söylemedi. 1 Mart tezkeresinde Türkiye Irak'ta olsaydı Irak'ın durum böyle olmazdı. 1 Mart tezkeresinde çıkacak netice Türkiye'yi masaya getirecekti... Ufku görmek çok önemli. Şimdi Suriye'de de, bu iş ancak bir yere kadar böyle gider. Bir yerden sonra böyle gitmez."
Bu cümleler Erdoğan'ın Suriye'ye müdahale isteğinde olduğu şeklinde yorumlandı. Benim anladığım, Erdoğan'ın NATO çerçevesinde bir müdahaleyi arzuladığı. Ancak bu ihtimalin ne kadar zayıf olduğunun da farkında.
Geriye iki ihtimal daha kalıyor. İlki, içinde Suudi Arabistan'ın da olduğu dar çerçeveli bir koalisyonla müdahale. Bu, ABD'nin dolaylı olarak destekleyeceği bir düzlemde olursa Suriye masasına denge getirebilir. Aksi durumda Suriye savaşını tamamen bir bölgesel savaşa çevirme ihtimali yüksek.
İkinci seçenek ise Türkiye'nin tek başına müdahalesi... En zor seçenek de bu. Olayların gidişatına göre Türkiye'nin bu seçeneğe mecbur kalması ihtimal dışı değil.
[Sabah, 9 Şubat 2016]