Ne zamandır Türkiye'deki hükümet sistemi tartışmaları ile ilgili yazmak istiyorum.
Fırsat vermiyorlar ki.
Kimler mi?
Kimler olacak, hazımsızlar ve yağmacılar.
Kardeşim madem yenildin, otur yerine.
"Yenildiğinle kal" falan da demiyoruz.
Tefekkür et biraz.
Allahım ben nerede yanlış yaptım, de.
Arada sana yapılan yanlışlara içlen.
Ama biraz dön kendine bak.
Neden can havliyle sürdürdüğün, hiçbir ahlaki standardı olmayan o hunhar muhalefetten bir sonuç alamadığını düşün.
Toplumun büyük kesiminin bütün sistematik karalamalara rağmen Erdoğan vizyonuna niçin teveccüh gösterdiğini anlamaya çalış.
Belki nedamet getirirsin.
Belki itiraflarda bulunursun.
Bütün bunların ötesinde, biraz kendi üzerine düşünürsen belki biz de yapıcı tartışmalara daha çok vakit ayırabiliriz.
"Eh madem yenildik, bizimle niçin uğraşıyorsun" mu diyorsun?
Seninle uğraşmıyoruz.
Ortama yaydığın zehirli gaza karşı mücadele ediyoruz.
O gaz yüzünden az kalsın bu ülkenin masum insanları zehirlenecekti.
Bakın, adam AK Parti seçmenine nasıl ad takmış.
Onlara "oydaş" demiş.
Müthiş icat!
Yandaş 2.0 resmen.
Halbuki bu düpedüz faşizm.
Ama AK Parti seçmenine söylenince zararı yok.
"Oydaşlığınızla suçlarına ortak olduğunuz AKP/ Tayyiban" diye laf etmiş.
Yıllarca, değerlerine bağlı insanlara bu tipler "örümcek kafalı" diye hakaret etti.
Toplumun yarısına "suç ortağı" diyen bu kafa "örümcek kafalı" değilse, nedir?
Yarın öbür gün bu tiplerden biri, eline iktidar geçirse AK Parti'ye oy veren insanlara nasıl zulmeder acaba?
Sadece hükümete gelmesinden falan bahsetmiyorum.
Bu kafaya mensup bir şahıs, kendisini muktedir hissettiği küçük büyük herhangi bir alanda ayrımcılıktan tacize, mobbingden hakarete her yola başvurur.
Toplumda iki tür geçinme yöntemi vardır der Oppenheimer: Üretme ve yağmalama.
Bu, günümüz Türkiye siyasetinde o kadar net karşılığını bulan bir ayrım ki.
Bir yanda üretenler var, diğer yanda yağmalayanlar.
Bu, ideolojiden, partiden, hareketten de bağımsız bir durum.
Sahnedeki partileri konuşurken nasıl birinin "üretici", diğerinin "yağmacı" olduğunu söyleyebilirsek, aynı zamanda bir partinin içinde yer alan farklı aktörleri de böyle tasnif edebiliriz.
Galiba, sosyal varoluşun doğasında böyle bir mücadele var.
Üretenler ve yağmalayanlar arasında derin bir mücadele bu.
2000 sonrası Türkiye siyaseti bariz biçimde bu mücadeleye ev sahipliği yapıyor.
Kimileri ellerindeki imkânlarla üretmeye çalışıyor.
Kısıtlara, engellere karşı çıkıyor.
İmkânların artmasını sağlıyor.
Kimileri ise, var olan imkânları yağmalamanın derdinde.
El koymaya, yıkmaya, yerle bir etmeye çalışıyorlar.
Gezi Ruhu, Paralel Devlet Ruhu, Kobani Ruhu!
Hepsi yıkmanın, yağmanın derdinde.
Gölge etmeyin, başka ihsan istemiyoruz...
[Sabah, 10 Aralık 2015]