Türkiye’de medyanın temel sorunlarından birisi medya ile toplum arasında olması gereken özne-nesne uyumunun sağlanamamış olmasından kaynaklanıyor. Toplumun genel çıkarlarıyla medyanın genel çıkarları arasında belirgin bir uçurum var. Medyanın klasik tanımları arasında sayılabilecek olan “medya, toplumun sesidir” ifadesi Türkiye açısından tersten kurulmuş; medya toplum yerine belirli kliklerin, elit yapılarının sözcüsü ve yeri geldiğinde toplum tarafından seçilen siyasi oluşumlara karşı kullanılan suikast silahı olarak kullanılmıştır. Bugün de böyle olmaya devam ediyor. Medyanın içindeki bazı yayın organları bilinçli bir şekilde gerçeğin hilafına yayın yapmakta ve toplumun genel çıkarlarını savunmak yerine dar çevrelerin siyasi hesaplarının sözcüsü olarak yoluna devam etmektedir.
Bu bağlamda sön dönemlerde toplumuna karşı yabancılaşmanın zirvesine çıkan bir medya pratiği görülüyor. Bu yabancılaşmanın merkezinde söylem olarak kullanışlı bir araç olarak DEAŞ argümanı var. DEAŞ üzerinden hem ülke insanı hem de siyasi temsilcileri yaftalanmaya ve belirli bir etikete sıkıştırılarak zor durumda bırakılmaya; yok edilmeye çalışılıyor. Tuhaf şekilde bunu yapanlar da bu ülkenin medyası olduğunu iddia edenler.
Suruç saldırısından sonra intihar bombacısının ailesiyle ilgili Doğan Haber Ajansı’nda yer alan bir haberde ailede herkesin Kur’an okuduğuna özel vurgu yapılmış. Türkiye’de toplumun çoğunluğunun Kur’an okumasını bildiğini bilemeyecek kadar cahilce davranan ve Kur’an okunmasını bilmekle DEAŞ arasında bağlantı kurulmasına zemin hazırlamaya çalışılan önyargılı bir haber dili bu. Haberin bu şekilde kurgulanması da servis edilmesi de 11 Eylül sonrası Batı’da yükselen İslam karşıtlığının medyadaki yansımasına örnek oluşturuyor.
DAEŞ İLE ÖZDEŞLEŞTİRME ÇABASI NEFRET SÖYLEMİDİR
Terör örgütlerine karşı yapılan operasyonlar yıllardır medyanın köşe başını işgal eden bazı kurumları ve isimleri rahatsız etti. Verilen tepkiler durumun böyle olduğunu gösteriyor. Yıllardır ‘önemli isim veya kurum’ olarak görülen, kamuoyunda fikirlerine değer verilen kişiler, nefret söylemini açıktan üretmeye başladı. İnternet gazetesine dönüşen Radikal’de yazan bu isimlerinden birisi tüm olayların müsebbibi olarak Erdoğan’ı gösteriyor ve operasyonların güya 7 Haziran seçim sonuçlarının intikamı için yapıldığını iddia ediyor. Ne büyük analiz değil mi(!). Bu iddianın içerdiği saçmalığı izah etmeye bile gerek yok. Ama yazının içerdiği aşırılaşmış ifadelerin nefret söylemiyle örtüşme oranı militanlaşmayı göstermesi bakımından önemli. Benzer şekilde medyanın bir kısmında DEAŞ ile AK Parti arasında ve dahası toplum arasında bağlantı kurma çabası var. PKK gençlik yapılanmasının işlediği cinayetlerde öldürülen insnaların sakallı olmasına atıf yapılması bu açıdan dehşet vericidir. Ayrıca hem Suruç kaymakamının ilçedeki sosyal durumla ilgili açıklamaları hem de Rüdaw’ın Suruç’la ilgili haberinde “ilçede sakallar kesiliyor, berberler en fazla sakal traş ediyor” bağlamındaki haberi de DEAŞ’laştırma propagandasının nasıl bir canavara dönüştürüldüğünü ve genele egemen kılınmaya çalışıldığını gösteriyor. Cumhuriyet gazetesinin bu operasyonda merkezi gibi yayın yapıyor. Türkiye’de dindarların ve muhafazakâr bir siyasi parti olarak AK Parti’nin DEAŞ hakkındaki açıklamaları; bu örgütle ilgili düşünceleri ve bu örgütün Türkiye ile ilgili düşünceleri bilinmesine rağmen gerçekler bilinçli şekilde göz ardı ediliyor. Eski klasik alışkanlıkta ısrar ediliyor.
Cumhuriyet gazetesinin Suriye’ye silah taşıyan MİT tırları etrafında canlı tutmaya çalıştığı iddialarının sadece bir iddia olduğu ve tırların Türkmenlere gittiğini Türkmen askeri kaynaklar defaatle açıkladı. Tırların durdurulmasıyla kendilerinin çok zor durumda kaldıklarını birkaç kez duyurdular. Buna rağmen Cumhuriyet gazetesi ve ona bu istihbaratı sızdıran paralel medya sağır sultanı oynuyor. İşine böyle geliyor çünkü. Bu söylemin kimin işine yaradığına ve neden canlı tutulmaya çalışıldığına bakmak gerek.
TOPLUMA YABANCI KÖŞE YAZARLARI
Öte yandan medyada nefret söylemi açısından DEAŞ’ın Suruç saldırısından sonra Milliyet gazetesi yazarı Kadri Gürsel’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan sözleri önemli bir örnektir. Kadri Gürsel açıkça (ve aslında cahilce) Erdoğan ile DEAŞ arasında ilişki kuruyor ve Suruç saldırısının faili olduğunu iddia ederek onu arayan yabancı devlet başkanlarına kızıyor. Gürsel’in bu açıklaması öncelikle Türkiye’de gazetecilik yapan birisi olarak bu toplumu tanımadığını, topluma kendi dar oryantalist zihninden baktığını gösterir. Kadri Gürsel gibi medya eliyle nefret suçu işleyenlerin teşhir edilmesi, medyanın toplumsal kutuplaşma ve gerginlik üreten çarklarının zayıflamasına katkı sunar. Bu yüzden meslek örgütlerinin harekete geçmesi gerekiyor.
PARALEL KANDİL YAYINI
Türkiye’nin terör örgütü PKK’nın kamplarına yaptığı operasyonun STV tarafından TSK vurdu “siviller yaralandı” şeklinde haberleştirilmesi medyanın nasıl bir silaha dönüştürüldüğünü göstermesi açısından dikkate değerdir. Bu haberle birlikte STV, operasyonların militanları değil sivilleri vurduğunu öne çıkartarak, iç kamuoyundaki desteği azaltmaya çalışmaktadır.
İkincisi Türkiye’nin sivilleri vurduğu iddiasıyla uluslararası kamuoyuna seslenmekte ve bir nevi ‘müdahale edin’ çağrısı yapmaktadır. Daha önce de yazmıştım ama tekrar etmekte fayda var. Gülen Medyası AK parti karşıtı olmakla Türkiye karşıtı olmak arasındaki çizgiyi kaybetti. Uzun süreden beri gülen medyası Türkiye karşıtı bir pozisyon almış durumda.
[Milat, 28 Temmuz 2015]