17-25 Aralık yargı darbesi girişimi başarısız olduktan sonra Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ile ilgili Haşhaşilik benzetmesi yaygınlık kazandı. 15 Temmuz darbe girişimi sırasında FETÖ üyeleri TBMM’yi bombalamak, Genelkurmay Başkanı’nı esir almak, Cumhurbaşkanı’na suikast teşebbüsünde bulunmak, sivil insanları tank, savaş uçağı ve helikopterlerle katletmek gibi akıl almaz eylemlere imza attılar. FETÖ üyelerinin Türkiye’de daha önce hiçbir suç örgütünün cesaret edemediği cürümleri işleme konusundaki gözü dönmüşlükleri bu benzetmenin ne kadar doğru olduğunu apaçık biçimde ortaya koymaktadır. Fethullah Gülen’in kurduğu ve yönettiği bu terör örgütünün 11. yüzyılda İslam dünyasında terör estirmiş olan Hasan Sabbah’ın kurduğu Haşhaşilik hareketiyle birçok ortak noktası bulunuyor.
Tıpkı Hasan Sabbah’ın yetiştirdiği ve Selçuklu devletinin içine sızdırdığı fedaileri gibi Gülen de kurduğu örgüt vasıtasıyla uzun yıllardır devletin içine sızdırdığı, emirlerine kayıtsız şartsız uyan fedaileri vasıtasıyla kanlı bir darbe girişimine imza attı.
En Önemli Silahları Takiye
Hasan Sabbah’ın fedaileri ile Gülen’in muhabbet (!) fedailerinin psiko-teolojik benzerliklerinin karşılaştırmalı bir tahlili, isimlendirmenin gayet yerinde olduğunu göstermektedir. Bu benzerliklerin başında doktrinden sapma gösteren eğitim ve öğretim faaliyetlerinin mutlak surette yasaklanması gelmektedir. Hasan Sabbah, Allah’a ancak kendisi üzerinden ulaşılabileceğini iddia ederek takipçilerine ilim öğrenmeyi yasaklamıştı. FETÖ mensuplarının da Gülen’in kitapları dışında herhangi bir dini kaynağı okumalarının Gülen tarafından yasaklandığını biliyoruz. Böylece Gülen örgütü üyeleri tıpkı Hasan Sabbah’ın fedaileri gibi sıkı bir “cehalet” eğitiminden geçmektedirler ve mutlak hakikatin kapısı olma iddiasını taşıyan önderlerine mistik bir sadakatle bağlıdırlar. Gülen de takipçileri tarafından Hasan Sabbah gibi İslam’ın ve hakikatin tek temsilcisi olarak görülmektedir.
Gülen hareketinin Haşhaşiler ve Şia’dan devraldığı en önemli hususların başında bağlamın gerektirdiği şartlara, zaman ve zemine göre konuşmak, davranışta bulunmak ve gerçek amaçlarını ulvi bir hedefe binaen saklamak olarak tanımlayabileceğimiz takiye siyaseti gelmektedir. Aynı zaman diliminde öğrenci yurtlarında Sezen Aksu dinlemek yasakken dershanede misafirlerin karşılandığı fuayede İngilizce müzik çalınmasındaki çelişki böyle bir kafa yapısından beslenmektedir. Takiye silahını kullanan FETÖ mensupları çete evlerinde her türlü fikri tartışmadan uzak tek tipçi bir zihniyetle “abiler”in verdiği her emre kayıtsız şartsız itaat eden robotlar yetiştirmelerine rağmen uluslararası alanda kendilerini demokrasi, liberal değerler ve çoğulculuğun şampiyonu olarak pazarlamaktadırlar.
Bütün mistik çeteleşmelerin ortak özelliği olan grubun bekası için bireyin ve bununla birlikte tüm bireyselliklerin yok edilmesi, Gülenistler ile Haşhaşilerin benzerlik gösteren özelliklerinden bir diğeridir. Dinin bir emri olan sıla-i rahimden grup lehine uzak durulması, akrabalık ilişkilerinin zayıflatılması, grubun bütünlüğü için kendinin ve diğer bireylerin hayatının hiçe sayılması Gülenistler arasında oldukça yaygındır. Böylece ortaya Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği mezunu olup Mozambik’te matematik öğretmeni olmayı kayıtsız şartsız kabul eden bireyler çıkmaktadır.
Görüldüğü kadarıyla Haşhaşiler ile Gülenistlerin benzemeyen tek yanı Sabbah’ın adamlarında esrarın oynadığı rolün yerini terörist başı Gülen’in retoriği ve ağlama seanslarının almasıdır.
Yarım Asırlık Gizli Örgütlenme
Darbe girişimi sonrasında devlet içerisinde FETÖ ile alakalı açığa alınan personel sayısı hepimizi dehşete düşürdü. Buna rağmen devlet içinde bir devlet haline gelmiş olan Paralel Devlet Yapılanması’nın yaklaşık yarım asırdır ilmek ilmek sabırla örülen bir örgütlenmenin ürünü olduğunu hesaba kattığımızda bu durum çok da şaşırtıcı olmamalıdır.
Gülen hareketi kendilerine dahil olmayan diğer insanlara karşı tamamen makyavelist ve hastalıklı bir bakış açısıyla bakmaktadır. FETÖ için dünya üzerinde yaşayan insanlar üçe ayrılır. Birincisi masum olduğuna iman edilen Mehdi Gülen’e inanan ve kurtulmuş olanlar. Bu grup kendi içerisinde “lider”, “üst düzey imamlar”, “orta tabaka yöneticiler” ve “alt tabaka” olarak dörde ayrılmaktadır. İkinci olarak Gülen grubu için din, milliyet ve sosyal statüsüne bakılmaksızın kullanılacak olan insanlar bulunmaktadır. Bu insanların bir kısmı çıkarları sebebiyle diğer bir kısmı ise tehdit ve şantaj yoluyla FETÖ’ye hizmet etmektedir. Son olarak ise Müslüman olsun veya olmasın hiçbir değeri olmayan, hakkına hukukuna değer verilmeyen, Gülen tarafından “aldanmış ruhlar” olarak tabir edilen insanlar gelmektedir.
Gülen örgütü 1970’li yıllardan itibaren devlet kurumlarına sızmaya başladı. Özellikle de ilk dönemden itibaren her vaaz sırasında ayılıp bayılan bu garip imamın istihbarat meselelerine özel ilgi duyduğu bilinmektedir. Gülen örgütü “tedbir”, “takiye” ve “sabır” silahlarını kullanarak devlet kurumlarına bu dönemden itibaren sızmaya başladı. 1986 yılına gelindiğinde ordu içine sızmalar askeri liselere giriş sınav sorularının çalınmasıyla birlikte ayyuka çıktı. 1990’lardan itibaren Gülen kamuoyuna kendini dinlerarası diyaloğu savunan liberal İslam’ın bir temsilcisi olarak tanıttı. Bu dönemden itibaren Gülen taraftarları özellikle güvenlik kurumlarında saldırgan bir kadrolaşma hareketi başlattılar. Bu kadrolaşma sırasında kendilerinden olmayanlara karşı tehdit, şantaj, yalan ve hile gibi yöntemler Gülen örgütünün alamet-i farikası oldu.
CIA ile İlişki
Muhtemeldir ki Gülen 1970’lerden itibaren bütün dünya üzerindeki sosyal ve dini hareketleri dikkatle izleyen CIA’in radarına takıldı. 2000 yılından itibaren Gülen’in CIA ile bağlantılı kişiler aracılığıyla ABD’de ikamet ettirilmesi ve dünya üzerinde başka hiçbir İslami harekete sağlanmayan örgütlenme imkanının Gülen okullarına sağlanması zaman içerisinde Gülen ile CIA arasında doğrudan ve etkili bir işbirliğinin kurulduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
FETÖ bir taraftan devletin bütün kurumları içerisinde örgütlenirken diğer taraftan kendi medyası, STK’ları, özel okulları ve finans kurumlarını inşa etti. Yapılan tahminlere göre bu terör örgütünün yönettiği finansal kaynak küçük bir devletin bütçesine denk gelen 150 milyar dolar gibi korkunç bir rakama ulaştı. Sonuçta Gülen 2013 yılına gelindiğinde kendisini iktidarın ortağı hatta sahibi olarak görmeye başladı. Meşru iktidarla arasındaki ilk büyük kriz de MİT Müsteşarı’nın atanması sırasında çıktı. FETÖ’nün ne kadar güçlendiğinin farkında olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın MİT Müsteşarlığı’na FETÖ üyesi bir şahsın geçmesine engel olmasıyla Gülen hareketi açıktan açığa devlete meydan okumaya başladı. Bu tarihten sonra MİT’e darbe girişimi, Gezi Parkı kalkışması, 17-25 Aralık yargı teşebbüsü ve 15 Temmuz darbe kalkışması arka arkaya devreye sokuldu.
Bütün bu resme bakıldığında FETÖ’nün Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik anayasal düzenine karşı bugüne kadar ortaya çıkmış en büyük tehdit olduğu açıktır. Kendisine tabi olmayan hiçbir kesime yaşam hakkı tanımayan bu örgütün ivedilikle bertaraf edilmesi devletimizin ve demokrasimizin geleceği açısından hayati önemi haizdir.
[Kriter, 1 Ağustos 2016].