Suriye krizi Mart 2013’te üçüncü yılına girecek. Üç yıl içinde, silahsız gösterilere Baas rejiminin kanlı cevap vermesiyle, sadece on binlerce insan hayatını kaybetmekle kalmadı, Suriye beşeri ve siyasi altyapısı da enkaza dönüştü. Aslında aşikâr olan bu durumu unutarak ya da görmezden gelerek, Suriye’de gelinen son duruma dair sorulan anlamsız soruların başında ‘Esed niye ayakta’ suali geliyor. Çünkü bu sual çoğu kez meraktan ziyade başka bir önermenin ‘Esed yıkılacak’ tezinin çöktüğünü dile getirmek için dillendiriliyor. Oysa Suriye isyanının bidayetinde, ne Dera’da ayağa kalkanlar ne de aylar sonra isyan dalgasının tüm ülkeyi sardığı dönemde sokaklardan canları pahasına çekilmeyenler “Esed’in Tunus veya Mısır tarzı bir geri çekilmeyi” tercih etmeyeceğini görüyorlardı. Buna rağmen geri çekilmediler ve çok büyük bir maliyeti göze alarak, Esed ayakta kalsa da Baas rejiminin yıkılmasını sağladılar.
TUNUS’TA KAN AKMIŞ OLSAYDI
Tunus’ta Bin Ali halkın isyanına polis ve askeriyle kan dökerek direnseydi, muhtemelen Tunus devriminden bugün bahsetmiyor olurduk. Ne Tunus ekonomi-politiği ne de jeopolitiği Bin Ali rejiminin direnmesine yol açacak bir motivasyon sağlamıyordu. Kanlı bir süreç başlar ve Fransa’nın aktif desteğiyle vuku bulan 1990’ların II. Cezayir’ini görürdük. Mısır’da Mübarek rejimi Mısır isyanına ordu ve polisi kullanarak direnseydi büyük ihtimalle binlerce insan ölürdü ama isyanı bastırırdı.
Tunus’taki Bin Ali diktatörlüğü iktidarını büyük ölçüde ailesinden ibaret hale getirdiği ve Tunus’un küçük bir ülke olmasından kaynaklanan dinamiklerin zayıf olmasından dolayı sessizce ülkeyi terk edebildi. Mısır müesses nizamı ise yaşanan süreci bir rejim değişikliği olarak okumadı. Mübarek sistemden çıksa da Mısır asker-yargı-vesayet rejimi ‘yeni aktörlere’ karşı gücünü koruyacağını düşünmekteydi. Ayrıca Mısır ordusunun halkla iç içe ve kurucu bir ideolojiden yoksun olması da isyanın bastırılmasını engelledi. Benzer şekilde Camp David düzeninden ya da ABD yönetiminden yeşil veya kırmızı ışık yerine sadece sarı ışık gören Mısır rejimi, kararsızlığını Mübarek gibi tükenmiş bir aktörden yana değiştirmek yerine yeni sürecin neler doğuracağını izleyerek kullandı.
Libya’da ise nevi şahsına münhasır bir sosyo-ekonomik ve siyasi yapı bulunmaktaydı. Kaddafi isyanı vahşi bir şekilde bastırmak istedi. Yaşanan dış müdahale ile zaten devlet örgütlenmesinden yoksun olan Kaddafi aile devleti çöktü. Arap isyanlarının son durağı olan Suriye’de ise totaliterliğiyle nam salmış, Rusya ve İran desteği arkasında olan, kurumsallaşmış Baas rejimini yöneten mezhepçi bir aile devleti bulunmaktaydı. Suriye Baas rejimi bugün hala ayakta ise tek sebebi bütün ülkeyi yıkacak şekilde bir tahribatı göze aldığındandır. Mübarek ve Bin Ali benzer bir yıkımı göze alsalardı muhtemelen Mısır ve Tunus maliyetine iktidarlarını ya korurlardı ya da uzunca bir süre ayakta kalırlardı. Dolayısıyla 2013 başında hala ayakta kalmaya çalışan Esad rejimi güçlü olduğundan değil bütün Suriye’yi bir enkaza dönüştürmeyi göze aldığı için ayakta duruyor.
MUHALİFLERİN SORUMLULUĞU ARTIYOR
Esad rejimi Suriye’nin çoğunluğunda iktidarını kaybederek büyük ölçüde Şam’a çekilmiş durumda. Yaşanan askeri yoğunlaşmadan dolayı özellikle bir aydır Baas rejiminin sanki gücünü toparladığı gibi yanlış bir hava da oluşmakta. Oysa yaşanan Esad rejiminin çok daha fazla küçülerek belli bir bölgede yoğunlaşmasıdır. Aynı şekilde muhalif güçler bir devlet organizasyonuna sahip olmadan ülkenin büyük bir kısmını de facto yönetmek zorundalar. Bu durum zaten çok zahmetli hale gelmiş olan günlük hayatın daha da zorlaşmasına yol açmaktadır. Başka bir deyişle, Suriye muhalefeti kazanarak daha fazla sorumluluk altına girerken, Esed kaybederek ülke genelindeki yükümlülüklerinden kurtulmaktadır.
Esad rejiminin hala ayakta kalmasındaki diğer önemli bir nokta ise tıpkı Baas rejimi gibi bütün siyasal ve jeopolitik maliyeti göze alarak Esad’a yatırım yapmış olan Rusya ve İran desteğinin devam etmesidir. Bugün Rusya ve İran’ın Suriye politikasının Kaddafi ve Esad’ın tercihleriyle ve rasyonalitesiyle eşitlendiğini söylememiz gerekiyor. Bütün Ortadoğu jeopolitiğinden neredeyse çekilmeyi göz önüne aldıktan sonra Esad rejimine destek verilebilirdi. Rusya ve İran, Suriyelilerin kanları üzerinden, Ortadoğu’da jeopolitik bir nihilizme derinden saplanmayı göze almış durumdalar. Rusya Çeçenistan tecrübesi üzerinden, İran ise Irak tecrübesi üzerinden yaşanmakta olan süreçten ders çıkarmak bir yana kazançlı çıktıklarını bile düşünmekteler.
Geçtiğimiz üç yıl içerisinde şekillenen son bir yılda ise ete kemiğe bürünen Suriye muhalefeti ise vekâlet savaşları, bölgesel dinamikler, ülke içi farklılıklar ve küresel siyasi tıkanmanın ortasında hareket etmeye çalışmaktadır. Suriye muhalefetinde geçtiğimiz aylarda yaşanan yönetim değişikliği hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar doğurması, Suriye’de sadece İran’la obsesif şekilde mücadele ettiğini düşünen bölgesel aktörlerin sebep olduğu maliyetler de Esed’in hala ayakta kalmasında rol oynamaktadır. İran, Haziran ayındaki seçimlere, Suud ise kraliyet içerisindeki iktidar denklemlerine gömüldüğü bir dönemde ‘jeopolitik nihilizmin’ derinleşerek devam edeceğini söylemekte fayda var. Suriye krizinde hem insani hem de siyasi olarak maliyetin büyük bir kısmını yüklenmiş olan Türkiye ise ‘Suriye dikkatinin’ dağılmaması için çaba sarf etmektedir.
Suriye’de vekâlet savaşı verilebilecek ortam devam ettiği sürece Suriye krizinin paydaşı olan aktörlerin pozisyon değiştirmesi için gerçekçi bir sebep bulunmamaktadır. Suud, Suriye üzerinden hem İran’la uğraşıp hem de ülkesinde çıkacak bir isyan dalgasına şimdiden gerekli mesajları verme gayreti içerisinde. Rusya, tarihsel reflekslerini hiçbir değişikliğe tabi tutmadan, Ortadoğu’da yaşanan değişimi unutup, neredeyse bölgeden çekilme pahasına, hem Batı ile bilek güreşi yaptığını hem de muhtemel başka krizlerin çıkmasının enerji-politik hesaplarına gerçekçi bir katkı olduğunu düşünmektedir. ABD, Arap isyanları karşısındaki kararsızlığına bir taraftan Suriye’yi mazeret yaparken diğer yandan hem İsrail’i koruduğunu hem de Türkiye’nin alan kazanmasının dengelendiğini düşünmektedir. İran ise jeopolitik bir nihilizm ile İsrail retoriği üzerinden Irak kazanımlarını Suriye ile koruyabileceğini hesaplamaktadır. Yukarıdaki bütün hesapların üzerine oturduğu zemin ise “sürecin uzaması eksenini” inşa etmektedir.
MEZKUR EKSEN VE ESED CEPHESİ
Dolayısıyla üç yıl önce sivil protestolarla başlayıp ülkenin kahir ekseriyetinden Baas rejimini geri püskürtebilen bir muhalefete dönüşen isyan dalgası sadece Esed’le mücadele etmemekte aynı zamanda “mezkûr eksenle” boğuşmaktadır. Aynı şekilde “mezkûr eksenin” hali hazırda “Şam’a sıkıştığını” ve Ürdün tarafından ya da güney cephesinin güçlenerek oluşturacağı bir dalga karşısında çok daha kırılgan hale geleceğini söylemekte fayda var. Bu gerçeği oldukça iyi idrak eden aktörler sürecin uzatılması senaryosu zayıfladıkça “Esed sonrası ne olacak?” senaryosunu abartmak için hazır beklemekteler. Benzer şekilde, bu sualde meraktan değil, aksine, “Esed sonrası olacaklar olmasın ya da felaket senaryosu hayata geçsin” temennisinden beslenmektedir. Öyle ki Esed’in yıkılışıyla Esed’i ayakta tutan dinamik ve hesaplar da ya tekrar gözden geçirilecek ya da hepsi Esed’le birlikte Ortadoğu jeopolitiğinde sıkıntılı bir döneme girecekler.
Star Açık Görüş, (10.02.2013)