Askerî darbeler, uluslararası ilişkilerde sık rastlanan güç politikası araçlarındandır.
Dünyanın bir köşesinde askerler kendi hükûmetlerine karşı darbe yapıyorlarsa, bu mutlaka o ülkenin “müttefiki” olan bir küresel gücün bilgisi, onayı ya da arzusu doğrultusunda gerçekleşiyordur.
“Müttefik” güç ya da güçler neden darbeye onay verir ya da yapılmasını isterler?
Darbe, daha zayıf olan bir “müttefiki” kontrol altında tutmak için başvurulacak yöntemlerin en sonuncusu ve en maliyetlisidir. Daha yumuşak müdahale yöntemleri kullanılmasına rağmen, “müttefik” kontrolden çıkıyorsa artık darbenin zamanı gelmiştir.
Bunun için gerekli şartlar zaten önceden hazırlanır. Bu hazırlığın en önemli ayağını ordunun kontrolü oluşturur. Söz konusu olan bir “ittifak” ilişkisi olduğu için, “müttefik” ülkede en yoğun temasta bulunulan kesim, askerlerdir. Eğitim için gelen üst düzeyli subaylar ile gerekli bağlar kurulur, askerî yardımlarla ordunun bağımlılığı artırılır. Türkiye örneğinde olduğu gibi, kurduğu paralel yapıyla askerî bürokrasiyi ele geçirmeyi hedefleyen yapılara destek verilir veya bu yapıların kontrolü ele geçirilir. Liderlerini Pensilvanya’da misafir/rehin tutmak bu tür yapıların kontrolü açısından çok etkili bir yol olabilir.
Ordunun kontrolünün dışında, hazırlık safhasında önem verilen hususlardan biri de uluslararası toplumun ve “müttefik” ülke halkının darbeyi kabullenmeye hazırlanmasıdır. Bunun için yoğun bir medya çalışması gereklidir. Kimi zaman, darbe yapılacak olan “müttefik” ülke yönetiminin diktatörlüğe yöneldiği ve yolsuzluklara bulaştığı şeklinde yoğun bir karalama kampanyası yürütülür, bazen de “ülkede artmasına katkıda bulunulan” terör olaylarını kontrol altına almaktan aciz bir hükûmet olduğu algısı oluşturulur.
Halk, bürokrasi ve uluslararası toplum darbeye hazır hâle getirildikten sonra ordu içerisinde kontrol altında bulundurulan subaylara işaret verilir ve darbe gerçekleşir.
Darbe süreçleri hep böyle işler ve genellikle sorun çıkmaz.
En son Mısır’da gayet başarılı bir şekilde işletmişlerdi.
Mısır halkını ve uluslararası toplumu hazır hâle getirebilmek için uzun süre orduyu kenarda beklettiler. Hatta Mursi’nin cumhurbaşkanı olmasına bile müsaade ettiler. Daha sonra, resmî olarak cumhurbaşkanı olmasına rağmen Mursi’nin ülkeyi yönetmesine izin vermediler. Ekonomik hayatın da önemli bir kısmını kontrol eden ordu, polis, medya ve yargının ortak muhalefeti sonucu devlet işlemez hâle getirildi. Sonuçta milyonlarca insanın sokağa dökülmesi ile darbenin zamanının geldiğine karar verildi.
Orduya işaret edildi ve darbe gerçekleşti.
Bir o kadar Mursi taraftarının sokağa çıkıp onu desteklemesi de işe yaramadı. Darbe öncesinde yoğunlaşan benzin kuyruklarının darbeden sonra hemen ortadan kalkması aslında sürecin nasıl hazırlandığının göstergelerinden biri oldu.
Türkiye’ye gelince, aynı darbe süreçlerinin 1960, 1971, 1980 ve 1997’de gayet başarılı bir şekilde hazırlanıp yürütüldüğü ve “müttefiklerin” bu süreçlerde oynadığı rol vakıadır.
15 Temmuz’da ise hiç beklenmeyen bir direniş oldu.
Önceki darbelerde olduğu gibi, bu defa da Türkiye’deki iktidarı devireceğini düşünenler büyük bir şok yaşadılar. Erdoğan hükûmetini “yola getirmek” için birçok yöntemi deneyen Obama yönetimi, bu yöntemlerde başarısız olunca ordu içerisindeki FETÖ’cülere işareti verdi ve darbe süreci başladı. Ancak darbe öncesinde yapılan bütün hazırlıklara rağmen gerek askerî bürokrasinin bir kısmının gerekse polis ve sivil bürokrasinin neredeyse tamamının seçilmiş hükûmetin arkasında yer alması darbenin başarılı olmasını engelledi.
Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere devletin üst düzey yetkililerinin kararlı duruşu ve onların çağrısıyla milletin sokağa çıkıp kendi iradesine sahip çıkması ise darbeyi püskürten asıl etken oldu.
Böylece, Türkiye’ye karşı en etkili müdahale aracını kullanan Amerikan yönetimi bu hamlesinde de başarısız oldu. Darbe teşebbüsü gibi maliyeti yüksek bir yönteme başvurulması, Türkiye’yi Batı ittifakından iyice uzaklaştırmaya başladı. Washington’un bunu önlemesi ancak yeni yönetimin Obama döneminde yapılan hatayı telafi etmesiyle mümkündür. Ancak Trump yönetimi, PYD’ye destek konusunda Obama ile aynı çizgiyi izlerken, FETÖ konusunda da henüz kendisini Obama döneminden ayrıştıracak adımlar atmamıştır.
Washington, bu tutumu yüzünden 15 Temmuz darbesinin yükünü hâlâ sırtında taşıyor.
Başarısız darbe girişiminin en önemli sonucu ise, ABD’nin Türkiye siyaseti üzerindeki en önemli kontrol aracı olan ordu üzerindeki etkisini kaybetmesi oldu.
[Türkiye, 15 Temmuz 2017].