Irkçılığın insanlığın en büyük hastalıklarından biri olduğuna kuşku yok.
Sevgili Peygamberimizin, kendisinden sonra gelecek kuşaklara en önemli mesajlarını verdiği "Veda Hutbesi"nde dikkat çektiği, ümmetini ve insanlığı uyardığı bir hastalık ırkçılık.
Irkçılık, toplumların genlerinde her zaman dolaşan bir virüs aslında. Ama bazı toplumlar aldıkları tedbirlerle bu virüsün hastalığa yol açmasını engellemeyi başarırken bazıları bu konuda başarısız kalıyor.
Amerikan toplumu da ırkçılık virüsünü yaygın bir şekilde bünyesinde barındırıyor. Başta, nüfusun 100 milyona yakın kısmını oluşturan Afro-Amerikalılar ve hispanikler olmak üzere, beyaz çoğunluğa dâhil olmayan kesimlere karşı ciddi bir ayrımcılık sorunu söz konusu.
Siyahlar ve hispanikler arasında işsizlik beyazlara göre çok daha yüksek oranlarda.
Hapisteki siyahlar ve hispaniklerin oranı beyazlara göre çok daha yüksek.
Koronavirüs nedeniyle ölüm oranlarının siyahlar ve hispanikler arasında çok daha fazla olması da bu kesimlerin sağlık imkânlarına erişimlerinin beyazlara göre çok kötü olduğunu gösteriyor.
Polis şiddetine maruz kalanlar açısından da siyahlar ve hispanikler beyazlara göre çok daha kötü durumdalar.
Amerikan toplumunun en fazla ezilen kesimini oluşturan bu gruplar, üzerlerindeki “köle” ve “mülteci” tozunu bir türlü atamadılar.
ABD, geç de olsa ırk ayrımcılığını esas alan yasalarını değiştirdi ama Amerikan toplumu, siyahların da eşit insanlar olduğunu kabullenmekte zorlanıyor. Bunun için bir çaba da harcamıyor.
Yine ABD, mültecilere dair uluslararası sözleşmeleri imzaladı, hatta bunlara öncülük etti ama Amerikan toplumu ve bürokrasisi mültecilerin de eşit insanlar olduğunu ve onurlu bir hayat sürmeye hakları olduğunu kabullenmekte zorlanıyor.
İşte Amerikan toplumunun genlerine işlemiş bu ırkçılık ve yabancı düşmanlığı hastalığı, dünyanın hâlen en güçlü ülkesi olan ABD’nin en zayıf tarafını oluşturuyor.
Böyle güçlü bir “imparatorluğu” dışarıdan yıkmak mümkün değil belki, ama içeride insan yerine konmayan, her gün ırkçılığa ve ayrımcılığa maruz kalan “ikinci sınıf Amerikan vatandaşlarının” çıkaracağı yangın bu imparatorluğun sonunu getirebilir.
Covid-19 salgını nedeniyle yaşanan kriz yüzünden en çok bu ikinci sınıf Amerikan vatandaşları ölürken ve on milyonlarcası işsiz kalırken, Jeff Bezos gibi zenginlerin servetlerine birkaç ayda 30 milyar dolar daha kattıklarına dair haberlere, polis şiddetine verilen yeni kurbanların haberleri eklenince ABD’nin sonunu getirecek bu yangın yaklaşıyor olabilir.
George Floyd’un polis şiddetiyle öldürülmesinin ardından Minneapolis’de başlayıp bütün Amerika'ya yayılan olaylar bu düzeyde bir yangını başlatır mı? Bunu bilemeyiz ama ırkçılık ve kapitalizm ikilisinin ABD için Çin’in yükselişinden daha büyük bir tehdit olduğuna kuşku yok.
Geçmiş dönemlerde de ABD’de ırkçılık vardı ve çok büyük bir güvenlik tehdidine yol açmadı denebilir belki, ama sosyal medya aracılığıyla yayılan nefret dilinin yeni bir olgu olduğunu hatırlamakta fayda var.
Sosyal medya aracılığıyla çığ gibi büyüyen nefret dili, siyahların beyazlara karşı öfkesini olduğu kadar beyazların da siyahlara karşı öfkesini büyütüyor. Olayları yatıştırmaya dönük mesajlar vermesi gereken Başkan Trump’ın, yine sosyal medya aracılığıyla yaydığı tehdit mesajları da buna eklenince, Amerikan devletinin sokaklarda büyüyen öfkeyi kontrol etmesi zorlaşıyor.
Belki bu defa da Amerikan yönetimi olayları kontrol edecek. Ama krizin kötü yönetilmesi ve sosyal medyadaki nefret söylemi Amerikan toplumundaki çatlakları daha da büyüttü.
Krizleri yönetemeyen bir ABD imajı ise, onun küresel liderlik pozisyonuna gözünü diken rakiplerinin iştahını kabartıyor...
[Türkiye, 3 Haziran 2020].