Amerikan emperyalizminin İslam coğrafyasında ve mazlum coğrafyalarda uyguladığı sömürgeciliğin nelere mal olduğu hafızalarda çok canlı olduğu için başlıktaki sorunun mutlak cevabını bulabilmek zor olsa da üzerinde düşünmeye değer. Çünkü ABD'de yaşanan ayrımcılık meselesi tarihsel bir realite ve kökleri sistemin kuruluşuna kadar uzanıyor. Trump'ın ayrımcı yaklaşımı seçildiği 2016 Kasım seçimlerinden bu yana devam ediyor. Amerikan medyası ise kurumsallaşmış bir yapıya sahip ve kökleri 300-400 yıl öncesine uzanıyor.
Muhtemelen Trump en fazla bir seçim daha iktidarda kalabilecek fakat Amerikan medyasının yolcuğu devam edecek. Trump yönetimi ile Amerikan medyası arasındaki kavga da 2016 yılından bu yana devam ediyor. Trump medyada çıkan haberleri defalarca Fake News olarak tanımladı ve pek çok basın toplantısında doğrudan muhabirlerle –başta CNN çalışanları olmak üzere– tartıştı, sorularını cevaplamadı veya toplantıdan attırdı. Time gibi küre ölçeğinde belli bir yeri olan yayın organları da hiç sektirmeden Trump karşıtı yayınlarını devam ettirdi. Amerikan medyası şimdi bu kavgasını ırkçılık kavramı üzerinden sürdürüyor. Bu yüzden soruyu cevaplamadan önce genel ayrımı yapmak önemli.
Salgınla mücadelede başarısızlık
Covid -9 salgınıyla mücadele konusunda ABD'nin yaşadığı acziyet küresel ölçekte Amerikan algısı konusunda önemli soru işaretleri doğurmuştu. Trump yönetimi "Çin vebası" diyerek salgınla mücadeledeki başarısızlığının en azından bir kısmını Çin'e fatura etmeye çalışsa da dışarıdan bakılınca süper gücün apoletlerini tartışmaya açan bir tablo oldu koronavirüsle mücadele süreci. ABD adeta bir çökmüş devlet görüntüsündeydi. İlkin bu dönemde siyahi vatandaşların yeterli sağlık hizmeti alamadığına yönelik haberler medyaya yansıdı. Siyahilerin ayrımcılığa tabi tutuldukları, hastanelere ulaşamadıkları ve dahası zaten maddi durumları iyi olmadığı için pahalı olan sağlık hizmeti alabilme gücüne sahip olmadıklarının altı çizildi. Bu tablo hem ABD'nin küre ölçeğindeki genel imajı bakımından negatif bir tablo oluşturmuştu hem de içerdeki sosyal tepkinin birikmesine katkı sağlamıştı.
Floyd'un öldürülmesinden sonra
George Floyd isimli siyahi vatandaşın polis tarafından öldürülmesiyle ortaya çıkan tablo bunu ispatlar nitelikte oldu. Beyaz polisler 25 Mayıs 2020 tarihinde Minneapolis şehrinde sahte banknot ihbarı üzerine gözaltına aldıkları George Floyd'u boynunu kırarak öldürdü ve bu cinayete ait görüntülerin sosyal medyada paylaşılmasıyla birlikte yeni bir öfke patlaması ABD sokaklarını alt üst etmeye başladı. 25 Mayıs'tan bu yana ABD'de devam eden olaylarda yüzlerce araç ve mağaza yakıldı ve yağmalandı. Ateşe verildi. Geniş kapsamlı gösteriler yapıldı. Beyaz Saray'ı korumak için askerler göreve çağrıldı. ABD sokaklarında tanklar ve askeri araçlar görülmeye başlandı. Üzerinden dumanlar yükselen virane şehir görüntüleri ajanslar tarafından dünyaya servis edildi. Genelde ABD işgalindeki veya onun da içinde bulunduğu müdahaleler sonucunda Ortadoğu şehirlerinde rastlanan manzaralardı bunlar. Hepsi ABD'de oldu ve halen tümüyle durulmuş değil. Gösterilerin tonu değişmiş olsa da Amerikan şehirlerindeki olaylar devam ediyor.
Amerikan medyasının ırkçılık defteri
Amerikan medyasında Fox geleneksel olarak Trump yanlısı yayın yaparak hem gösterilere katılanları eleştirdi hem de olayların arkasında Rusya'nın olabileceğini ima eden yayınlar yaptı. Fox dışındaki ana akım medyada polis cinayeti Trump yönetimine fatura edildi. ABD polisin siyahileri öldürmesi maalesef tarihsel olarak alışıldık bir durum olsa da medya suçu Trump'a yıkarak hem en başından bu yana karşı olduğu Trump'ı köşeye sıkıştırmış oldu hem de Afro-Afrikalılara karşı yüzyıllardır devam eden ırkçı anlayışın dışına kendini taşımanın formülünü buldu. Yani bir taşla iki kuş birden vurdu ABD medyası.
Fakat sadece ABD'deki ayrımcılık, nefret suçları ve özellikle Müslüman karşıtlığı konularında Amerikan medyası ve onunla aynı yöne bakan Hollywood çok daha fazla sorumludur. Hem ırkçılığı kökleştirdikleri ve sistemleştirdikleri için hem de küre ölçeğinde bunu doğal bir veri olarak yaygınlaştırdıkları için sorumludur. ABD içindeki olaylarda Trump karşıtlığından dolayı aldığı güncel pozisyon Amerikan medyasının Irak'ta, Afganistan'da, Pakistan'da, Suriye'de, Filistin'de ve Latin Amerika'da işlediği günahları örtmez. Zaten böyle bir yaklaşımları da bulunmuyor. Halen Türkiye'de halkın oylarıyla seçilmiş Cumhurbaşkanı'nı negatif gösterirken Mısır'da katliam yaparak darbe gerçekleştiren Sisi'yi daha pozitif sunmanın derdiler. Amerikan medyasının ırkçılık ve ayrımcılık defteri çok kabarık.
ANKET... ABD'de Kim Daha Irkçı?
— Kriter Dergi (@KriterDergi) 4 Haziran 2020
Kriter'in Anketi…
Kriter dergisinin Amerika'da alevlenen ırkçılık tartışmalarının ardından hazırladığı Twitter anketinde "Kim daha ırkçı: Amerikan medyası mı yoksa Trump mı?" sorusuna ise kamuoyu yaklaşık yüzde 80 oranında "Amerikan medyası" şeklinde cevap verdi. Anket dar kapsamlı olmakla birlikte kuşkusuz Türkiye'de bu düşüncenin yaygın olduğuna yönelik bir işareti de veriyor. Irkçılık ve ayrımcılık konusunda aslında yukarıda değindiğim coğrafyaların tamamında Amerikan medyasının böyle bir ankette önde çıkacağını söylemek abartı olmaz. Siyasilerin ırkçılığı, ayrımcılığı ve pragmatizmi bir yana medya ABD'de kurucu dinamikler arasındadır ve tüm bu kötülüklerin kamuoyu tarafından içselleştirilmesinde anahtar role sahiptir. ABD ordusu İslam coğrafyasında ve Latin Amerika'da suç işlerken Amerikan medyası da kurumsal olarak embedded (iliştirilmiş) konumundaydı. Bugünkü noktaya Amerikan medyasının gözleri önünde gelindi. Dolayısıyla Amerikan medyası Trump'ı ırkçı olmakla suçlayarak geri adım atmasını isterken kendi günahlarıyla da yüzleşmeli ve yaptıklarından dolayı insanlıktan özür dilemelidir.
[Sabah, 13 Haziran 2020].