Modern Batı muhayyilesinin en önemli vasıflarından biri düaliteleri merkeze alması, ikili karşıtlıklar üzerinden muhakeme yürütmesidir.
Dış dünya modern-geleneksel, ileri-geri, dini-dünyevi vb. ikili karşıtlıklar üzerinden yorumlanır. Bu düaliteler dünyanın BatılılaÅŸması sürecine de yön verir. Bir baÅŸka deyiÅŸle, “geleneksellikten, gerilikten ve dinsellikten“ kurtulmak, “modern, ileri ve seküler” bir ortama kavuÅŸmak temel amaçtır.
Bu süreç, mekanik bir süreçtir. En azından öyle olduÄŸu varsayılır. O yüzden “doÄŸa yasaları”na baÅŸvurarak, bir mühendislik çabasıyla arzu edilen doÄŸrultuya yönlendirilebileceÄŸi düÅŸünülür.
Buradaki teoriyi bozan baÅŸlıca gerçeklik ise “tarih”, bir baÅŸka deyiÅŸle “tarihin akışı”dır. Tarihin akışı, çok daha karmaşık iliÅŸki ve örüntüleri bünyesinde barındırır.
Sömürgecilik teknolojisiyle kendisini inÅŸa eden modern Batılı özne, bu karmaÅŸadan kendisini bir türlü kurtaramadı. Uluslararası bölüÅŸüm iliÅŸkilerini düzenleme çabası, hep yeni sorunları beraberinde getirdi.
Ağır silahlar, ekonomik yaptırımlar sorunu çözememiÅŸ, sadece dünya toplumlarının ödeyeceÄŸi maliyeti ağırlaÅŸtırdı. SavaÅŸlar, katliamlar insanlık tarihinin görmediÄŸi oranda yıkıcı sonuçlar üretti. On dokuzuncu yüzyılın Batılı hakimiyet ideolojisi, dünya toplumlarını “tarihli” ve “tarihsiz” toplumlar olarak ayırdı, “tarihsiz” olarak gördüÄŸü toplumları kolaylıkla biçimlendirebileceÄŸini varsaydı.
Onların ilkel bir toplumsal formasyona sahip olduÄŸuna inandı, yukarıdan aÅŸağıya doÄŸru istenildiÄŸi gibi ÅŸekillendirilebileceÄŸi düÅŸünüldü.
Her ne kadar M. Mauss, G. Bataille gibi aklı başında Batılı düÅŸünürler “ilkel” ve “tarihsiz” olarak görülen toplumların da son derece karmaşık bir toplumsal formasyoları olduÄŸunu göstermiÅŸlerse de, ana akım Batı muhayyilesinde “tarihsiz toplum” miti canlılığını korumayı baÅŸardı.
***
Ana akım modern Batı muhayyilesinde tarihin de medeniyetin de sahibi Batı’dır. Peki ya kolaylıkla “tarihsiz” olarak nitelenemeyecek olan, güçlü bir geçmiÅŸe sahip “DoÄŸulu toplumlar” nasıl deÄŸerlendirildi?
Türkiye, Mısır ve Ä°ran gibi sömürgeleÅŸmemiÅŸ toplumlar mesela.
Bu toplumlar, oldukça çeliÅŸkili bir tarzda ele alınmışlardır. Bir yandan zaten “tarih dışı” oldukları varsayılmış, diÄŸer yandan kendi doÄŸal tarihsel akışları engellenmeye çalışılmıştır. Bu toplumlar, benzer bir kaderi paylaÅŸmıştır.
Sömürgeci Batılı öznenin zaman zaman teÅŸviki zaman zaman zorlamasıyla yürürlüÄŸe konan BatılılaÅŸma politikaları bu toplumları “tarihin dışı”na itmeye çalışmıştır.
Hiç kuÅŸkusuz BatılılaÅŸma politikaları bu toplumlarda ciddi tahribatlar yarattı. Ne var ki, söz konusu politikaların bu toplumları tarihin dışına çıkarmayı baÅŸardığını da söyleyemeyiz.
Türkiye, Ä°ran ve Mısır gibi toplumların yaÅŸadığı BatılılaÅŸma tecrübeleri melez toplumsal gerçekliklerle yoÄŸrulmuÅŸ yeni tarihsel akışları beraberinde getirdi. Tarih, akmaya devam etti.
Bugün Türkiye siyasal gerçekliÄŸine iliÅŸkin dile getirdiÄŸimiz temel meselelerin bu tarihsel akışın dışına çıkarılma çabalarıyla doÄŸrudan iliÅŸkili olduÄŸunu düÅŸünüyorum.
Türkiye BatılılaÅŸması ceberrut bir proje olarak baÅŸladı ve öyle devam etti. Cumhuriyetin kuruluÅŸu sonrasında kendi tarihiyle kavgalı bir devlet, ciddi kimlik problemlerinin, eÅŸitsizliklerin ortaya çıkmasına vesile oldu.
Bu anlamda, Türkiye’nin tarihiyle barışması meselesi ne hamasi, ne kozmetik bir meseledir. Öze müteallik, ontolojik bir meseledir.
Modern Batılı öznenin Türkiye’yi kendi tarihsel akışının dışına çıkarma çabası stratejik bir projedir.
Ve fakat Türkiye’deki siyasi aktörlerin tarihin dışında kalma ısrarı ahmaklıktan öte bir ÅŸey deÄŸildir. Tarihin dışında kalmanın somut karşılıkları ile ilgili yazacağım.
Bir mani olmazsa Kürtçü Kemalistlerle baÅŸlayacağım...
[AkÅŸam, 02 Ekim 2014]