Suriye iç savaşı Ortadoğu'daki birçok cini şişeden çıkardı. İkisini çok önemsiyorum. İlki, İslam dünyasını uzun süreli bir yarılmaya götüren mezhepçi çatışma. İkincisi ise bölgedeki ulus-devletlerin kâbusu olan etnik milliyetçi "statü" arayışı.
Cinlerden ilki, yayılmacı Şia siyaseti ve radikal Selefi akımlar olarak bölgeyi milis savaşlarının terörüne boğmuş durumda. İkinci cin ise Kürt milliyetçiliği olarak sahnede. Her ikisi de büyük güçlerin bölgeye yeni düzen verme isteğinden ve bölgesel güçlerin endişeyle karışık nüfuz arzularından besleniyor. Ve her iki cin de dramatik bir yıkımın taşıyıcısı.
Bence Kürt milliyetçiliğinin kaderi ve bölgeye etkileri daha kritik önemde. Soğuk Savaş'ın bitimi, 11 Eylül ve Arap isyanlarının getirdiği kırılmalar Kürt milliyetçilerinin önünü açtı. Ve böylece "statü" hayallerini gerçekleştirebilecek konjonktürü yakalayabildiler. 2003 Irak işgalinden sonra Kuzey Irak'ta federal bir bölge kuruldu ve şimdilerde IKBY Başkanı Barzani bağımsızlık hazırlığında. DAİŞ'in ortaya çıkışından sonra PYD, Kuzey Suriye'de benzer bir "kazanımın" peşinde... Böylece başarısız ulus-devletler olarak Irak ve Suriye'de "statü" arayışının geri dönülemez bir yere geldiği söylenebilir. Ancak daha sancılı ve daha karmaşık tecrübeler İran ve Türkiye'deki Kürt milliyetçi hareketleri olacak. İran şimdilik kendi Kürtlerini kontrol altında tutabilirken Türkiye yoğun bir mücadele vermek durumunda. Kuzey Suriye'deki fırsatı görerek Çözüm sürecini sona erdiren PKK "özerklik olmazsa ayrılırız" tehdidi eşliğinde Güneydoğu'nun ilçelerini şehir savaşları ile yaşanmaz kıldı. HDP'li siyasetçilere göre "özyönetim" olarak formüle ettikleri özerklik (yani "Kürtler için statü") "uluslararası sözleşmelerde güvenceye alınmış bir hak." "Özyönetim"den neyi kastettiklerini yakında DTK kongresinde tartışarak kamuoyuna açıklayacaklarmış.
Türkiye'deki Kürt milliyetçi hareketinin en güçlü yanlarından birisi çok sayıda yapı kurarak, bunları koordine etmekte gösterdiği başarı... PKK, KCK, HDP, DTK, HDK, DBP, YDG-H ve hatta PYD aynı milliyetçi hareketin farklı örgütlenme düzeyleri. Hepsinin de nihai otoritesi elbette Kandil'in elinde.
Hem ideolojik dönüşümleri, hem stratejik politika değişiklikleri ve hem de uluslararası ittifak ilişkileri boyutuyla. Söz konusu çoklu yapılanma Kürt milliyetçilerine kritik bir imkan tanıyor: diplomasiden milis savaşına uzanan taktiklerin eşzamanlı yürütülme imkanı. PYD Suriye'de Batı-Rus destekli bir "direnişi" örgütlerken KCK ya da YDG-H Güneydoğu ilçelerinde "özyönetim" savaşı yürütebiliyor. HDP ise legal parti siyasetin açtığı alanda hem hendekleri "halkın savunması" olarak sunabiliyor hem de dünya başkentlerinde "diplomatik" görüşmeler yapıyor. Türkiye dış politikasını eleştirerek ABD'den ve Rusya'dan PYD'ye destek isteyebiliyor. HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş'ın Washington, Brüksel ve Moskova ziyaretleri normal bir siyasi parti liderinin dış temasları değil. Büyük güçleri Kürt milliyetçilerinin "statü" savaşlarının içine çağırma görüşmeleri. ABD'den PYD'ye verilen desteğin "sınırlarına" ulaşması sebebiyle yeni adres Putin'in Rusya'sı. Nitekim Rusya Dışişleri bakanı Lavrov da "Suriye ve Irak'ta DAİŞ ile mücadele eden Kürt gruplarla aktif işbirliği yapma" niyetlerini beyan ederek PKK'ya aleni desteğin ucunu gösterdi. Ancak 24 Kasım'da uçağın düşürülmesinden bu yana Türkiye'ye karşı spesifik bir "soğuk savaş" siyaseti yürüten Rusya'dan PKK-PYD'ye alınacak destek "zehirli bir besin" durumunda. "Emperyalist" güçlerle ilişkisi hep tartışmalı olan Kürt milliyetçileri, ABD'nin ya da Rusya'nın çıkarlarına çalışan "hainler" suçlamasının yükü altında ezilebilir. HDP, demokratik parti siyasetinin imkanlarını kullanmakta çok ileri gitti. Demokratik bir ülkede şiddeti, savaşı ve Türkiye karşıtı dış ittifakları bir araya getirerek "statü" elde etmek mümkün değil. Ama legaliteyi ve meşruiyeti kaybederek marjinalleşmek mümkün.
[Sabah, 25 Aralık 2015]