Doksanlı yıllara gidin. Tonlarca benzer başlıkta kitaba rastlarsınız.
Hepsi "ulus-devletin" düşüşünü anlatıyordu. Bir çeşit kutlama gibiydi.
Ulus-devlet denilen siyasi birimin sonuna geldiğimiz iddia ediliyordu. Yeni tür siyasi birimlerin ortaya çıktığı düşünülüyordu.
Kimileri dünya siyasetinde yeni aktörlerin medeniyetler olduğunu iddia ederken, kimileri çok-uluslu şirketleri ve/ veya ulus-ötesi şirketleri yeni dönemin belirleyicisi olarak gördü. Fakat bunların ikna ediciliği çok yüksek değildi.
Mesela medeniyet fazla hayali ve soyut görünüyordu. O dönemlerde dahi medeniyetin bir bütün oluşturmadığını ve somut bir karşılığı bulunmadığını söyleyenler çıktı. Dünya siyasetinde İslam medeniyeti ya da Konfüçyen medeniyeti denilebilecek bir aktörlük hiç doğmadı.
İslam ülkelerinin kendi aralarındaki gerilim diğer muhayyel medeniyetlerle olan ilişkilerinden daha fazla gündem oldu. Konfüçyen medeniyet denilen şey Çin'den başka bir şey değildi. Yani medeniyetler yükselmedi. Aksine ulusdevletler güçlenerek yoluna devam etti.
Ulus-ötesi şirketler için de aynı durum söz konusu. Zaman içerisinde bu şirketlerin yapısı her ne olursa olsun siyasi güç merkezlerinden bağımsız hareket edemedikleri ortaya çıktı. Bu şirketlerin çoğu bırakın ulus-devleti etkilemeyi, çoğunlukla ulus-devletler tarafından kontrol altında tutuluyor.
Mesela bu şirketler ulus devletlerin ambargo uygulamalarına boyun eğmek durumunda kalıyor.
ARTIK AB'YE GÜVEN YOK
Ulus devletin çöküşüne dair bu tür örnekler hep zayıftı. Hep soyut hep hayaliydi. Ama Avrupa Birliği öyle değildi.
Gerçekti. Ortadaydı. Elle tutulur gözle görülür bir aktiviteye erişmişti. Gerçi bütünlük sağlayamadığı birçok alan vardı ama ilerleme devam ediyordu.
O alanlara da varabileceği düşünülüyordu.
Bu nedenle AB hep örnek gösterildi.
Yeni dönemin gerçekliği olarak sunuldu. Ulus-üstü bir aktörlüğün paradigmatik örneğiydi.
Fakat 2003'ten sonra işler tersine dönmeye başladı. Ulusal çıkarların AB çıkarlarından önde geldiği ortaya çıkmaya başladı. Irak Savaşı'nda ilk çatlaklar belirdi. Ama göz ardı edildi.
Almanya ve Fransa siyasi sorumluluk aldı ve ayrıntılar yok sayıldı.
Daha sonra çeşitli Avrupa ülkelerinde AB'nin geleceğini belirleyecek anayasa referandumları yapıldı. Hiçbiri halkın desteğini alamadı. Ama Avrupalı jakobenler AB'nin normatif olarak ideal bir hedef olduğunu düşündüklerinden halkın eğilimini de görmezden geldiler.
2008 ekonomik krizinden bu yana yükselen yabancı düşmanlığını ve aşırı sağı hoş tuttular. Gürcistan, Ukrayna ve Suriye krizlerinin her birinde sessiz kaldılar. AB kimliğini inşa etmek yerine AB üyeleri arasında güvensizlik hissi yarattılar. AB'nin kullanışlı ve güvenli olmadığı endişesi üye ülkeler arasında yaygınlık kazandı.
BOŞ HAYALLER BUNLAR...
Ve sonunda İngiltere kopma kararı aldı. İngiltere'nin kopuşunu engellemek için tehditten başka bir mekanizma düşünemediler. Sonra geciktirmenin peşine düştüler. Ama bunların hiçbiri başarılı olabilecek yöntemler değil.
Yükselen milliyetçiliğin AB için ilk somut sonucu İngiltere'nin ayrılma kararıyla ortaya çıktı.
Şimdi sırada Katalanlar var.
Milliyetçiliğin yükselişine yeni bir örnek.
Katalan milliyetçiliği yeni bir durum değil. On yıllardır ortada ve canlı. Fakat ulus-üstü siyasal örgütlenmeye olan inanç düştüğü için tekrar harekete geçtiler. Artık İngilizler de İspanyollar da Katalanlar da ulus-üstü yapılara inanmıyor. İçine girdiğimiz yeni dönemde herkes ulus devletini kurma ya da korumanın peşinde.
İçimizdeki Barzanicilere duyurulur.
Eğer Barzani devlet kurunca Türkiye'ye birleşeceğine gerçekten inanıyorsanız kendinize gelin. Böyle bir şey olmayacak.
Birleşmiş olanlar bile ayrılıyor.
Yok, eğer bu sizin bilerek söylediğiniz bir yalansa, bilin ki böyle bir dönemde bu yalana kimse inanmaz.
[Takvim, 09 Ekim 2017].