TÜRK eğitim sisteminin özellikle de 1990’ların başındaki durumu ile Batı ülkelerinin eğitim sistemi kıyaslandığında, dikkati çeken en önemli hususlardan biri, Türkiye’de eğitimin geleneksel olarak eşitlikçi bir yapı arz etmesidir.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de eğitimin birçok Batılı ülkeye oranla daha modern olduğu söylenebilir. Çünkü bir eğitim sistemi öğrencilerine fırsat eşitliği sunduğu ve sınıflar arası dikey hareketliliğe izin verebildiği ölçüde modern olma iddiasına sahiptir. Ancak 1999’da meslek lisesi mezunlarına yönelik olarak başlatılan katsayı ve ortaöğretim başarı puanının ağırlıklandırılması uygulamasıyla birlikte, Türk eğitim sisteminin eşitlikçi yapısı önemli ölçüde zedelendi.
Bu uygulamayla Türkiye, milenyuma vatandaşlarına yeni eğitim fırsatları oluşturarak değil, eğitim tarihinin en olumlu mirası olan eşitlikçi yapısını bozarak girdi. 1999’da uygulanmaya başlanan katsayı ve Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanı (AOBP), toplumda adeta bir kast sistemi oluşturdu ve insanların demokrasiye olan güvenine büyük bir darbe vurdu. Böylelikle öğrencinin okuduğu okulun türü ve o okulda okuyan öğrencilerin ÖSS puan ortalamaları öne çıktı. Bireysel başarıyı hiçe sayan bu uygulamalar, Türkiye’deki eğitimin meritokratik yani liyakate dayalı yapısını geri plana itip, sınıfsal ve ideolojik bir ayrımı öne çıkardı.
Katsayı uygulamasını başlatanların milli eğitimi bir sistem olarak değerlendirmekten uzak oldukları zamanla daha iyi anlaşıldı. Sadece ideolojik sebeplerle alınan kararların eğitime verdiği yapısal zararlar ise yıllar geçtikçe açığa çıktı. Sözgelimi, katsayı uygulamasıyla birlikte nitelikli öğrenciler, meslek liselerini tercih etmekten vazgeçti ve meslek liseli öğrencinin seviyesinde bir düşüş gözlemlendi. Ülkenin en pahalı eğitim türü olan meslekî ve teknik eğitim, hem orta hem de yükseköğretim düzeyinde akademik niteliği düşük öğrencilere bırakılmıştır.
Nitelik düşmesi sadece mesleğe dönük ön lisans programları ve dört yıllık meslek programlarıyla sınırlı kalmadı. Şaşırtıcı bir biçimde, tüm lisans programlarına gelen öğrenci profili değişti ve bütün programlarda genel bir nitelik düşmesi yaşandı. Çünkü sınava girenlerin neredeyse dörtte birlik bölümünü oluşturan meslek liselilere katsayı uygulanması ve lisans kontenjanlarının artırılması, diğer lise mezunlarının yolunu fazlasıyla açtı. Son yıllarda, örneğin, sayısal alandan hazırlık yapan öğrencilerin neredeyse %75’i rahatlıkla dört yıllık bir programa yerleşebiliyordu. Bu oran, dil alanında hazırlık yapan ve genellikle özel liselerden mezun öğrenciler için, çok daha yüksekti. Aynı oran, ısrarla gündemde tutulmaya çalışılan imam-hatip mezunları için ise %5’lere kadar gerilemişti.
Öyleyse sorulması gereken soru şudur: Dil alanında 25 binlik bir kontenjana ülkenin 1,5 milyon mezunu arasından bir seçim mi, yoksa 30 bin kişi arasından bir seçim mi ölçme ve değerlendirme açısından daha anlamlı ve toplumsal olarak adaletli olur? Dil alanındaki ve Türkçe ve sosyal bilimler gibi dil puanına katkısı olan alanlardaki tüm testlerdeki soruları doğru çözen bir aday, bir devlet üniversitesindeki İngilizce Öğretmenliği programına kayıt olamıyordu. Bu bağlamda ülkenin en alt gelirli ailelerinin çocuklarını gönderdikleri meslek liselerini mi, yoksa en üst gelirli ailelerinin çocuklarını gönderdikleri özel liseleri mi desteklemek gerekir? Anayasa’nın eşitlik ilkesi çerçevesinde en azından, alt gelirli ailelerden gelen çocukların diğerleriyle eşit yarışmasını savunmak gerekmez mi?
Hiçbir planlama ve fizibilite çalışması yapılmadan uygulamaya konan katsayı kararının etkilerini azaltmak için muhtemelen iş dünyasının baskısıyla ortaya atılan kimi çözümler de, tıpkı kararın kendisi gibi, hiçbir fizibilite çalışmasına dayanmadan uygulamaya koyuldu. Meslek lisesi mezunlarına ön lisans programlarının yolunu açmak için 2002’de getirilen sınavsız geçiş uygulaması, zaten niteliği oldukça sarsılmış öğrenci profilinin doğrudan liseden ön lisans düzeyine taşınmasına ve böylece ülkenin gelişmeye en açık yükseköğretim sektörü olan meslek yüksekokullarının itibarının da kaybolmasına neden oldu. Meslek lisesi mezunlarına kendi alanlarıyla ilgili program seçmeleri halinde verilen ek puanlar, bazı bölümlerin tamamen meslek lisesi mezunlarıyla dolmasına ve bu homojenlik de söz konusu bölümlerdeki niteliğin ciddi şekilde düşmesine neden oldu.
Öğrencileri, henüz on dört yaşlarında iken, kendilerinin veya ailelerinin yapmış oldukları bir tercihe hapsetmenin özgürlük ve pedagoji açısından ne gibi bir anlamı olabilir? Her yönüyle gelişen Türkiye, analitik ve eleştirel düşünebilen bireylere her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor. Hem ekonomik olarak hem de demokrasinin gelişmesi için, nitelikli bir genel eğitimin, alabildiğine geniş kesimlere eriştirilmesi gerekli. Dolayısıyla, bir şekilde meslekî eğitime başlamış insanları, bir ömür boyu meslekî eğitime mahkum etmenin ne rasyonel ne de pedagojik bir temeli var. Zaten erken yaşlardan itibaren öğrencilerin kesin bir şekilde meslek eğitimi okullarına yönlendirildiği Almanya ve Hollanda gibi bazı ülkelerde, bu uygulamanın neden olduğu toplumsal eşitsizlikler gayet iyi biliniyor. Kaldı ki “yönlendirme” dünyada sanıldığı kadar yaygın değil. Sözgelimi, İngiltere, İrlanda ve ABD gibi ülkelerin ortaöğretiminde meslek lisesi sistemi yok.
Türkiye’ye on yıl kaybettiren katsayı uygulaması, sonuçları itibarıyla, kamu vicdanında, bireylerin hayatlarında ve sanayinin rekabet gücünde telafi edilmesi mümkün olmayan izler bıraktı. Katsayı uygulamasına son verilmesi ile meslek liselerinin kısa sürede toparlanmasını beklemek gerçekçi değil. Nihayetinde katsayı uygulamasından önce de meslek liselerinin, halen devam etmekte olan sorunları vardı. Özellikle mezunların istihdam edilebilirliğini artırmaksızın bu okulları cazip kılmak zor. Dahası, katsayı uygulamasına son verilmesi, meslek lisesi mezunlarının üniversite giriş sınavında diğer mezunlarla eşit şartlarda yarışacak olması anlamına kesinlikle gelmiyor.
Ortaöğretim başarı puanının ağırlıklandırılması anlamına gelen AOBP sayesinde, ÖSS sonuç ortalaması yüksek olan okullarda okuyan öğrenciler, ortalaması düşük olan okullardaki öğrencilere göre daha fazla puan alıyorlar. Bu uygulama, fırsat eşitliği ilkesine aykırı olduğu gibi, sadece meslek liseli öğrencileri değil sınava giren bütün öğrencileri etkiliyor. Katsayı uygulaması ile aynı zamanda başlatılan AOBP uygulaması da bir an önce sonlandırılmalıdır. AOBP uygulaması, milli eğitim sistemindeki bütün okulları ayrıştırıyor ve böylece bütün ilköğretim öğrencilerini iyi bir liseye girmeye ve dolayısıyla sınavlara kilitliyor. Bu uygulama, belli liseler dışında devlet okullarına gitmeyi anlamsızlaştırıyor. Dolayısıyla, Türkiye’nin sosyal devlet olması anlamını giderek yitiriyor.