Türkiye'nin BAE ve İsrail ile normalleşmesi muhalefetin hoşuna gitmiyor.
Daha önce iktidarın bu ve benzeri ülkelerle milli çıkarları korumak için gerilmesini eleştiriyorlardı.
"Hiç dost ülke bırakmadınız" diyorlardı.
Türkiye'nin Suriye, Libya ve Karabağ'daki askeri varlığına "ne işimiz var orada" cümlesiyle karşı çıkıyorlardı.
YPG, FETÖ ve S-400ler etrafında ABD ile, Doğu Akdeniz'deki çıkarlarımız için AB ile gerilmemizin ülkemize zarar verdiğini iddia ediyorlardı.
Yeni bir diplomasi dönemine işaret ediyorlardı.
Halbuki Türkiye, gerildiği ülkelerden hiçbirine düşmanlık yapmadı, sadece kendi çıkarlarını korumaya çalıştı.
Askeri varlığını terörle mücadele ve istikrar sağlamak için seferber etti.
Suriye, Irak, Libya ve Karabağ örnekleri ortada.
Şimdi de küresel ve bölgesel sistemin değişimi sebebiyle rakiplerimiz bize yönelik karşıtlıklarını terk ettikleri için onlarla normalleşiyoruz.
Hem Körfez hem de İsrail, İran'ın güçlenmesini kaygıyla izliyor.
Kaldı ki Türkiye, Filistin ve Mescid-i Aksa konusunda hala hassas.
Bütün bunlara rağmen muhalefet normalleşme sürecini "ilkesizlikle, tutarsızlıkla ve tavizkar olmakla" eleştiriyor.
Muhalefetin ülkenin güvenliği ve çıkarları konusunda sıklıkla iç siyasi kazanım kaygısıyla sorunlu tavırlar göstermesine alışığız.
CHP'nin Irak ve Suriye'de asker bulundurma tezkeresine "hayır" demesi bunun en son örneğiydi.
BAE ile normalleşmeye en ilginç eleştiri DEVA Genel başkanı Babacan'dan geldi. "Ne oldu hani BAE, 15 Temmuz'un arkasındaydı" sorusunu yöneltti.
Daha önce söyledim, Türkiye rakipleriyle ilişkilerde düşmanca/yıkıcı politikalar izlemedi.
Karşısındaki bunu terk edince diplomasiye şans verdi.
Peki bu soruyu yönelten akıl, FETÖ elebaşının hiçbir soruşturmaya uğramadan ABD'de ikamet ettiğini unutuyor mu?
Bunun için diplomasiden başka ne öneriyor acaba?
Bence Babacan sadece şu soruya cevap versin: oturduğu yuvarlak masanın sahibi CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun, bıraktım önceki başörtüsü karşıtlığını, 15 Temmuz darbe girişimine "kontrollü darbe" demesini nasıl hazmediyor.
Dış Politikada Neden Erdoğan Hep Önde?
Muhalefet iktidarın normalleşme politikası ile toparladığını düşündüğü için rahatsız oluyor.
Ancak bence asıl rahatsızlık duydukları şey, Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki AK Parti iktidarının 19 yıl boyunca her dönemde dış politikasını seçmenine anlatabilmesi ve başarı olarak sunabilmesi.
Erdoğan, AB üyelik sürecinin de Doğu Akdeniz'deki çıkarlarımız ve egemenliğimiz için AB ülkeleri ile gerilmenin de gerekçelerini milletimize anlatabiliyor.
S-400leri almayı da YPG ve FETÖ sebebiyle Washington ile tartışmayı da Trump yönetimi ile ilişkiyi de Biden Yönetimi ile yeni sayfa açma isteğini de seçmene izah edebiliyor.
BAE'yi, İsrail'i veya Mısır'ı eleştirirken de bu ülkelerle normalleşirken de aynı başarıyı gösteriyor.
Bu başarının altında sahicilik, konjonktürel değişimi okuyabilme, esneklik, lider diplomasisi, otonomiyi ve kapasiteyi güçlendirme olguları yatıyor.
Daha önemlisi ise Erdoğan'ın siyaset, dış politika ve ekonomi arasında kurduğu başarılı denge ilişkisidir.
Siyaset deyince kimlik konuları, reformlar, terörle mücadele ve savunma dahil politikalar, hizmetler ve söylem kapışmalarını kastediyorum.
Dış politikada Türkiye'nin büyük güçlerle ilişkileri, ittifakları, diplomatik gerilimleri, askeri müdahaleleri, savunma sanayi kapasitesi ve uluslararası sisteme dair eleştirel söylemleri var.
Ekonomi ise büyüme, ihracat, istihdam, gelir dağılımı ve refahı içeriyor.
Hayat pahalılığı ile uğraştığımız bu günlerde ekonomi başta olma üzere bahsettiğim üç alanda sorunlar var elbette.
Sorunlar geçmişte de eksik olmadı.
Ancak Erdoğan, bu üç alanın birbirleriyle etkileşimini göz önünde bulundurarak yönetebilme başarısını gösterdi.
Girdiği her seçimi ve referandumu kazandı.
Yüksek çalışma temposu ve liderlik özellikleri buna imkân sağladı.
2023 seçimlerinde aynı başarıyı sergilemeye aday.
[Sabah, 18 Şubat 2022].