Merhabalar...
BUGÜN Gazetesi kadrosuna katılmanın heyecanını yaşıyorum. Artık haftanın 2 günü çarşamba ve cuma günleri yazılarımla sizlerle birlikte olacağım... Memlekette makroekonomik yönetim anlamında gerekli olan yapısal reformları tamamlayamadığımız için faiz/kur tartışmalarının girdabında sürüklenmeye devam ediyoruz. Günümüzün entegre küresel ekonomisinde uzun vadeli istikrarı yakalamak için para ve maliye politikaları elbette önemli ama özellikle gelişmekte olan ülkeler arasında kıyasıya bir büyüme ve refah yarışı sürüp gitmekte. Ve bu ortamda girişimci dostu yatırım ortamları; üretim, istihdam, sanayi-teknoloji politikaları; Ar-Ge/inovasyon üstünlükleri ve bütün bunları destekleyecek eğitim sistemleri ulusal başarının köşe taşlarını oluşturuyor.
Yalnız bu alanlarda atılacak radikal reform adımları bir tür “yaratıcı yıkım” özelliği taşıdığı ve uzun vadeye yayıldığı için kulağa pek cazip gelmiyor. “Atılan taş ürkütülen kurbağaya değmez” diyerek potansiyel muhalefet üzerine ertelenme ihtimalleri de var, nasıl olsa biz buradayken sonuç alınmaz diyerek nadasa bırakılanları da… O yüzden Merkez Bankası, faiz, kur ve borsa hareketlerini anlık gelişmeler üzerinden tartışmak daha kolay ve heyecanlı.
Neyse biz de bugünlük öyle yapalım ve Merkez Bankası’nın son faiz kararına birlikte bir göz atalım. Haftalar süren heyecanlı bekleyiş nihayet sona erdi ve dün yapılan Para Politikası Kurulu toplantısı ile faiz oranlarında bir değişikliğe gidilmedi. Politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı yüzde 7,50’de, faiz koridorunun alt bandı olan gecelik borçlanma faizi yüzde 7,25 ve üst bandı olan gecelik borç verme faizi de yüzde 10,75 seviyelerinde tutuldu.
FED’in 25 baz puanlık faiz artırma kararının ardından Türkiye’de de finansal piyasalar otomatik olarak bir artış beklentisine sokulmuştu. 50 hatta 100 puanlık bir artışın beklenmesi gerektiği fikri ortalığa başarıyla yayıldı. İlk etapta Merkez Bankası’nın faiz artırmayıp gelişmeleri izleme yönündeki tavrının pek çok çevrede derin bir hayal kırıklığı yarattığını tahmin etmek uzmanlık gerektirmiyor.
Ancak bu karar, özellikle küresel likidite ortamında daralmanın beklendiği bir dönemde Türkiye ekonomisinde büyüme dinamiklerini destekleyici bir karar olduğu için önemli ve yerinde. Hatırlayalım; 17-25 Aralık operasyonlarının gölgesinde alınan 29 Ocak 2014 tarihli faiz artış kararı politika faizini bir gecede yüzde 4,5’ten yüzde 10 seviyesindeki tepe noktasına sıçratmıştı. O günden bugüne Merkez Bankası küresel ve yerel şartlar elverdiğince faiz indirme gayreti içinde.
Ancak bu faiz indirme sürecini kolaylaştırmak için yukarıda bahsettiğimiz ikinci nesil reformları yapıp yatırım ortamını iyileştirmemiz ve üretim ile ihracatın ve tasarruf artışlarının önünü açmamız gerekiyordu. Ulusal tasarruf oranlarımız yüzde 13 civarında kalırsa ve yeni yatırımların önündeki bürokrasi ve finansman engellerini kaldıramaz isek dünya ekonomisindeki dalgalanmalara karşı hassas kalmamız kaçınılmaz. Seçimler, terör saldırıları, koalisyon görüşmeleri derken geçilen dalgalı sularda ister istemez reform ivmemiz kesintiye uğradı. 1 Kasım seçimlerinden sonra tam derin bir nefes alıp artık reform gündemine odaklanırız derken Rusya ile patlak veren kriz tekrar dikkatleri dağıtır gibi oldu, ama artık gecikmeye tahammülümüz yok.
FED’in parasal sıkılaştırma kararından sonra bizdeki faiz indirme trendinin devam etmesini beklemek gerçekçi değildi. Ancak karar sonrası yapılan ilk Para Politikası Kurulu toplantısında yükseliş patikasına zıplamak da acelecilik olacaktı. Dünya ekonomisinde petrol fiyatlarının 40 doların altında seyrettiği, TL/Dolar kurunun 2,90 civarında olduğu ve gerek sanayi gerekse ihracat gibi alanlardan pozitif verilerin geldiği bir ortamda faiz artırımına gitmenin objektif bir temeli de yoktu. Ancak beklenebileceği gibi, finansal piyasalardaki finansal oyuncular Merkez Bankası’nın faiz artışına gitmesi gerektiği doğrultusunda bir beklenti oluşturdular ve aynı fasit daireye tekrar girdik.
Merkez Bankası’nın, FED kararı sonrası faiz artırım patikasına geçmeden önce somut ekonomik performansı izleyerek zaman kazanması büyüme ivmesinin canlandırılması için de bir fırsat penceresi oluşturacak. Ancak bu süreçte para politikasının sadeleştirilmesi adımları ile faiz koridorunun daraltılması gibi alternatif kanallar da gündeme alınmalı. FED’in ikinci faiz artışını büyük ihtimalle Mart 2016’da yapacağını düşündüğümüzde önümüzdeki üç aylık süreyi yapısal reformların ilk adımlarını atarak değerlendirmek akılcı olacak.
[Bugün, 23 Aralık 2015]